Barla… Ah Barla !

İki yıllık bir hayalin gerçeğe dönüşümüydü. İki yıldan beri dilimizden düşüremediğimiz… Birbirimize, gidenlerin anılarını anlatırken bile bambaşka heyecanlara büründüğümüz bir seyahatti bu…

İşte böylesi bir heyecanla, tarifi muhal bir sevinçle çıktık yola. İstikamet Barla! Nurların intişar ettiği mekâna gitmenin yanı sıra, o yerlere böylesine güzide, seçilmiş insanlarla birlikte gitmek bir ayrıcalıktı. O insanlar ki bize Nuru tanıttı, bizi Nura boyadılar. Gözleri parlıyordu herkesin. Çünkü o gözler ki Barla’yı görmeye gidiyordu.

Gönüllerdeki Nur sevdasının meydana getirdiği şahs-ı manevîden doğan o ulvî havayı teneffüs edenlerden olmak bile bir ayrıcalıktı benim için. Bir gece yolculuğu sonunda gözlerimizi Barla’ya açtık. Allah’ım! Ne güzelmiş bir sabah Barla’ya uyanmak! Bu uyanış sadece gözlerimizi açmaktan ibaret değildi aslında. Bir silkeleniş vardı bu uyanışta. Uyanan gözlerimizden ziyade gönüllerimizdi. Bir uyanış vardı yüreklerde. Bir uyanış vardı ruhlarımızda. İşte böyle bir uyanış ile ‘Günaydın!’ dedik Barla’ya. Bütün ihtişamıyla, o manevî heybetiyle bize ‘Hoşgeldin’lerin en güzelini sunuyordu.

Gece yolculuk esnasında hiçbirimiz uykumuzu tam alamamış olmamıza rağmen, odalarımıza yerleşir yerleşmez programa başladık. Uykudan yana tercih yaparak kaybedecek vaktimiz yoktu çünkü. Ne kadar haklı olduğumuzu zamanla daha iyi anladık sanırım. Güneş ne çabuk doğuyor, ne çabuk batıyormuş Barla’da.

Öyle çabuk öyle hızlı geçti ki zaman…

Çam Dağına arabayla çıkarken yorgun düşen bizler, Üstadımızın o yolları yürüyerek geçtiğini düşündükçe hayretler içinde kaldık. Gerçi, bizi hayrette bırakan sadece bu değildi. Sadece kökü bulunan katran ağacını, yere yıkılmış haliyle bile hâlâ heybetini muhafaza etmekte olan ve sanki kolları olan dallarını semaya açmış duâ ediyor gibi duran Çam ağacını görünce, Üstadımızdan kalan hatıraları bile bize buruk yaşatan zihniyetlere hayret etmekten kendimizi alamadık. Çam Dağında ders yaparken kuşların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin; hatta esen yelin bile bizi dinlediğini yakînen hissettik.

Her sabah namazdan sonra soluğu Üstadımızın evinde almak, Nurlardan günün ilk dersini aldıktan sonra Cennet Bahçesine yolculuk yapmak… Güne böyle bir ayrıcalıkla başlamanın tarifi yapılabilir mi acaba? Bilemiyorum…

Rüya gibiydin. Rüya gibisin Barla! Daha yeni ‘merhaba’ demişken sana, veda vaktinin geldiğini söylüyor takvimler. Ben hâlâ ilk nefesimdeyim. Seni içime çektiğim nefeste. İlk kelimemin son hecesini söyleyemeden daha, nasıl ‘güle güle’ derim sana? Bir saniye bile gözlerini yummayı kayıp bilen bakışlarımı nasıl alırım çehrenden?

Soruyor Barla! Taşına toprağına, havana suyuna, seni soluklamaya doyamamış gönlüm ‘Vuslat ne zamana?’ diyor. Susuyorum! Sessizliğine gömerek sükûnetimi, seni seyrediyorum. Hiç kırpmadan gözlerimi. Yüreğim yanıyor, gözyaşlarım üşüyor gözbebeklerimde. Düşmesin Barla! Bu yaş düşmesin yere.

Ey Nurlar diyarı Barla! Bir hayal sür’atinde geçtin içimizden, biz de senin içinden. Bir hayal gibi yaşadık seni.

Veda etmedik sana! Edemedik! Evet, gideriz belki ama; sen de kalanımızsın. İçimizde kalanımız! Kal Barla! İçimizde Kal! Sınırlar çiz ömür takvimimize. Senden öncesi ve senden sonrası olsun. Kal Barla! Yüreğimizin en derinlerine demir atmış heybetinle, bakışlarımızı sana açtığımız sabahta kalsın takvim. Ve sen hep ‘merhaba’sında kal bu gelişimizin. Ne olur! Kalanımız ol sen bizim! Bakışlarımızda kalanımız, gönlümüzde kalanımız…

Ve gidiyoruz… Öyle yabancı ki bu şehir, öyle yabancı ki yollar! Ruhumuz Barla’da kalmış, bunu giderken anlıyoruz. Unutma bizi Barla!

Bir ömür boyu Barla’da kalmak isteyen şairi anlamamak mümkün mü? Sen gider gözüktüğümüze bakma böyle. Bavullar, valizler… Hepsi yalan… İyi bak olur mu geride bıraktığımız hatıralara. Geride bıraktığımız gönüllerimize iyi bak! Bir solukta içimize çekmek isterken, içinde kayıplara karıştığımız Barla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*