Başka ne bekleyebiliriz ki?

Görüyoruz… Bu, bizi görerek yaratan ve görerek gözeten Rabbimizin bize gösterdiği ne güzel bir nimet…

Duyuyoruz… Bizi duyan ve bizi duyduğunu, kâinattaki her isteğe cevap verdiği gibi bizim isteklerimize de cevap vererek duyuran Rabbimizin bize duyurduğu ne güzel bir nimet…

 

İdrak ediyoruz… Bütün kâinatı, bütün müştemilâtıyla yaratan ilim, kudret ve irade sahibi Rabbimizi, O’nun verdiği cihazat, duygularla idrak edebiliyoruz. Rabbimizin bizi düşündürdüğü ne muhteşem ve güzel bir nimet…

Akıllıyız… En yükseklerin yükseğine çıkmamızı veya aşağıların aşağısına inmemizi sağlayan aklımız var… Öyle bir akıl ki, marifet-i İlâhiye’ye muvaffak olarak kudsî ve imanî lezzetleri kâinatta yalnız mü’min ve muvahhid insanlara kazandıran bir güzellik, bir ders-i ibret, bir nimettir…

Eğer gözümüzü İlâhî kudret ve kuvvete kapamazsak görürüz ki, dünya kurulduğundan beri başka hiçbir canlının yapamadığı ve yaşayamadığı eserleri, hadiseleri Cenâb-ı Hak yine ihsan ve ikramıyla kuvvet ve eser olarak bizlere, biz insanlara vermiştir. İnsanlığın içinde “Allah için kuvvetin” kullanılması ise mü’min ve tevhid ehline bir nasip, bir nimet olmuştur.

Dünyada her malın, metaın sahibi olabilir insan… Zengin olabilir… Kuvvetiyle bir kısım insanlara hükmedebilir. Ordulara komutanlık yapabilir, ülkeleri zaptedebilir… Kamerde gezebilir, gökdelenleri dikebilir… Fakat elektro mikroskop altında yirmi bin defa büyütülerek ancak gözle izlenebilen bir mikroba mağlup ve mağdurdur… Cenâb-ı Hayy-ı Kayyum’un ve Şafi-i Hakim’in ihsan ve ikramıyla ancak hayatını sıhhat ve afiyet içinde geçirebilir, yaşayabilir… Demek ki nimetlerin, güzelliklerin ve ikramların içinde en büyük, en muazzam ve en daimî nimet Rabbimiz’in bizlere ikram ettiği sağlık, sıhhat ve afiyet nimetidir…

Nimetlerin noksanlığı, nimetlerin varlığından bizi haberdar edebilir. Fakat onların kıymet ve varlıklarına bizim açımızdan bir zarar gelmez… Kim nimeti reddeder, kim nimeti hafife alırsa, yalnız kendisini değil nimetlerin sahib-i hakikisi Rabbimizi de inkâr eder…

Hep gözümüzü diktiğimiz afaktan, çevreden, başkalarından kendimize doğru nazarımızı çevirmemiz, kendi nimetlendirilmiş öz varlığımıza bakmamız gerekiyor… Bize Rabb-i Rahimimiz tarafından bir emanet olarak takılmış, verilmiş hangi organımızın, hangi uzvumuzun, hangi duygumuzun zerre kadar sahibiyiz, ne kadarcık tasarruf ve hükmümüz var üzerlerinde?

Ama bakıyoruz ki, sadece vücudumuzdaki nimetlendirilmiş hâlimiz değil, vücudumuzdaki her bir atom parçasının tamamıyla kâinatın tamamının atomları, bizi nimetlendiren Rabbimizin izzet-i ikramıyla bize hizmet ediyor… Nimet içinde kâinatın tamamının iştirak ettiği bir mazhariyetle nimetleniyoruz…İşte ders-i ibretimiz: Görüyoruz, duyuyoruz, idrak ediyoruz, irademizi kullanıyoruz, aklımız var, zekâmız, kuvvet ve kudretimiz ihsan edilmiş, sıhhat ve afiyet içinde hayatımız devam ediyor… Allah’ın (c.c.) ihsan ve ikramından, O’na itaat ve ibadet etmekten başka ne bekleyebiliriz ki?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*