
Diyanet İşleri Başkanlığının, başlangıçta, laikliği dinsizlik şeklinde anlayıp öyle tatbik eden bir anlayış tarafından, mevcut devlet yapısı içinde dini kontrol altında tutmak maksadıyla kurulduğu malûm. Bu niyet, o yıllarda, Isparta’nın Barla nahiyesine nefyedildiği günlerin hemen akabinde Bediüzzaman’ın muhatap olduğu bir sualde açıkça ortaya konuyor:
“Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-ı İslamiyeyi talim edecek (dinin hükümlerini ve İslamın hakikatlerini öğretecek) resmî bir dairemiz var. Sen ne selâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun?”
Yeni yönetimin bütün dinî faaliyetleri devlet kontrolündeki tek bir merciye bağlama niyeti ve bu merciye bağlı olmaksızın yürütülecek irşad çalışmalarından duyulan rahatsızlık, bu soruda çok net şekilde kendisini gösteriyor.
Böyle bir niyet ve teşebbüse bütün mevcudiyeti ile karşı çıkan Bediüzzaman ise, bu suali çok keskin ve çarpıcı bir cevapla karşılıyor:
“Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usulünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur’aniye (iman hakikatleri ve Kur’an’ın esasları), resmî bir şekilde, ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz.” (Mektubat, s. 65 )
Ve o dönemde bütün devlet mekanizmasıyla olduğu gibi, devlet güdümündeki Diyanet’le de temas kurmaktan titizlikle kaçınan Bediüzzaman, tek parti diktasının çöküşünden sonra bu tavrını tedricen yumuşattı. (4.8.1992)
***
Bediüzzaman’ın, Türkiye’de 1950’den sonra girilen demokrasi döneminde Diyanet’le olan temaslarını, Emirdağ Lâhikası’nın ikinci cildinde yayınlanan mektuplarından takip edelim.
Afyon hapsi sonrası talebelerine yazdığı bir mektupta Said Nursî, iki sene önce külliyatı isteyen zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye Risale-i Nur Külliyatından bir takım götürmelerini yazmış. (…) Bu külliyatın “manevî fiyat”ını üç maddede özetlemiş:
(1) Diyanet İşleri Başkanlığının şubelerine vermek için, eserlerin çoğaltılması. “Çünkü haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyasetinin vazifesidir.”
(2) “Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirtlerisiniz; onlar sizin hakikî malınızdır.”
(3) Tevafuklu Kur’an’ın neşri.
Külliyatı bu mektupla birlikte Akseki’ye ulaştırma vazifesi, Mustafa Sungur Ağabeye verilir. Sungur Ağabey bu vazifeyi yaptıktan sonra Üstada yazdığı mektupta şöyle der: “Sevinçler içinde hususî kütüphanesine koydu, ‘Öz ve has kardeşlerime okumak için vereceğim, tedricî tedricî neşrine çalışacağız’ dedi.” (5.8.1992)
Benzer konuda makaleler:
- Diyanet, Bediüzzaman’ın eserini basıyor
- Diyanet İşârâtü’l-İ’câz’ı Ramazan’da neşredecek
- Diyanet baskısı Risalelerin önemi
- Doksanlık Diyanet ve demokrasi karnemiz
- İsveç´te Fittja Ulu Camii törenle açıldı
- Risale-i Nur, Diyanet, camiler ve imamlar
- Diyanet de bandrol bekliyor
- İşaratü’l-İ’caz ve Diyanet
- Risale-i Nur inhisar altına alınamaz
- Risale-i Nur devletleştirilemez

1959 Kütahya doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Fakülteye girdiği yıl Yeni Asya Yayınlarında çalışmaya başladı. Yayınevinin çıkardığı çok sayıda kitabın editörlüğünü yaptı. Bu görevini sürdürürken, 1984-92 yılları arasında, aylık Köprü dergisinin sorumluluğunu üstlendi. 1988 yılı başından itibaren yayına başlayan Bizim Aile dergisinin kurucu editörü oldu. 1992 yılından bu yana Yeni Asya Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği ve Başyazarlığı görevlerini yürütüyor.
İlk yorum yapan olun