Bediüzzaman’a bir soru: ‘Sana nasıl emniyet edeceğiz?’

Risale-i Nurlar’da araştırılması gereken konulardan birisi de, Bediüzzaman Said Nursî’nin zaman zaman gündemine alarak cevaplandırdığı sorulardır.

Bu sorular Bediüzzaman’a; bazen talebeleri, bazen dostları, bazen ehl-i dünya dediği kesimler tarafından bazen de hikmet canibinden sorulmaktadır.

Bu sorular Bediüzzaman’ın fikrî, içtimaî, akaidî duruşunu ortaya koyan; onun dünya felsefesini, ufkunu belirleyen sorular ve bu sorulara verdiği cevaplardır. Bediüzzaman’a ehl-i dünya tabir ettiği kesimler tarafından sorulan bir soruya dikkat çekmek istedik. Anlaşılan bu soru Bediüzzaman’a dönemin idarecileri tarafından sorulmaktadır.

“Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belalar gördük ki, kimseye emniyetimiz kalmadı? Sana nasıl emîn olabiliriz ki, fırsat senin eline geçse, arzu ettiğin gibi karışmazsın?”

Elcevap: Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber, memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni dinleyenlerin ortasında, heyecanlı hadiseler içinde dünyanıza karışmadığım halde, diyar-ı gurbette ve yalnız, tek başıyla, garip, zaif, aciz, bütün kuvvetiyle ahirete müteveccih, ihtilattan, muhabereden kesilmiş, îman ve ahiret münasebetiyle uzaktan uzağa yalnız bazı ehl-i ahireti dost bulan ve başka herkese yabanî ve herkes de ona yabanî nazarıyla bakan bir insan, semeresiz, tehlikeli dünyanıza karışsa, muzaaf bir dîvane olmak gerektir.(1)

Bu sorunun ve verilen cevabın her noktası tetkik edildiğinde bir kitap hacminde sosyolojik gerçeklik kendisini hissettirecektir.

Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluş aşamasından sonra, sosyal hayat üzerinde yapılan değişiklikler ve yenilikler konusunda yapılan devrimlerle ilgili halk tabakasında yer yer meydana gelen huzursuzluk yüzünden bir takım olaylar meydana gelmektedir.

Yeni bir sistem, yeni bir anlayış, yeni bir dünya düzeni inşa edilmektedir. Bu yeni dünya düzenini yerleştirmek için yapılan devrimler halkta huzursuzluklara sebep olmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursî’yi de ola ki bir isyanda bulunur düşüncesiyle sürgüne yollamışlardır. Bu sürgünün gerekçesi sadece vehim ve kuşkudur. Bu durum soruda da açıkça ifade edilmektedir.

“Sana nasıl emniyet edeceğiz? Sana nasıl güveneceğiz ki fırsatını bulursan işimize karışır bize karşı çıkar kitleleri aleyhimizde kışkırtır bir kalkışımda bulunmazsın. Onun için seni rahat bırakmıyoruz, tarassut altında tutuyoruz ve sana sürgün cezası uyguluyoruz” demeye getiriyorlar.

Sorunun mantığı bu. Sadece vehim ve kuşku. Bu soruya Bediüzzaman, sosyolojik bir gerçekliği dile getirerek cevap verir. İnsanlar bir olaya, bir isyana, asayişi bozacak bir kalkışıma hangi ortamlarda tevessül eder. Bediüzzaman bunun haritasını çıkarır adeta.

Bilmana diyor ki; memleketimde, doğup büyüdüğüm topraklarda, talebelerim varken, hısım akrabalarımın içerisinde iken, sözümün dinlendiği ortam varken böyle bir davranış sergilemedim. Böyle bir halim, böyle bir tavrım olsaydı kendi yöremde kendi memleketimde, bu görülürdü. Hiç tanımadığım, akrabalarımın, dostlarımın, talebelerimin olmadığı; yalnız ve garip kimsesiz bir vaziyette iken benden bir tavrı beklemeniz, divaneliktir. Ve üstelik Bediüzzaman; sadece ve sadece ahiret ve imanın derdindedir. Dünyevî bir beklentisi söz konusu değildir. Tam da bu nokta ile alâkalı bir anekdotla yazımı bitirmek istiyorum:

Sene 1978. Anarşinin kol gezdiği, her gün memleketin değişik yerlerinde beş on kişinin sağ sol olaylarında can verdiği bir ortam. Okulda o kargaşa ortamlarında, okulların boykot edildiği kavga ortamlarında hatırı sayılır tekmeler yiyorduk.

Kaçacaksın, kovalayacaklar, dayak yiyeceksin. Korku dağları saracak. Yolda yürürken yanından geçen taksiden kurşun yağmuruna tutulursam. Uyku tutmayan geceler yaşardık. Yüksek tahsilimi yaptığım Trabzon’dan ara tatilde, memleketim olan Maraş’a dönerdim. Maraş’a ayak basınca kendimi güvende hissederdim. Arkalanırdım. Bir başka yiğitleşirdim.

Memleketimde olmanın, hısım akrabalarımın, emmi dayılarımın arasında olmanın bana verdiği arkalanma ve güvenle sokaklarda duvarlara devrimcilerin yapıştırdığı kızıl bayraklı posterleri yırtardım.

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu soruya verdiği cevap bana hep bu anımı hatırlatır. Zaten Nurlar’ı her okuyuşumda Üstad Bediüzzaman bu eserleri benim için yazmış hissi içimde uyanır.

Dipnot:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, 16. Mektup.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*