Bediüzzaman´ı anarken

Yakîn derecesinde, şuhud derecesinde bir îmânın, bir îmân-ı tahkîkînin, kâinâta kâinât üstünden bakan bir îmânın haykırışıdır bu: “Gözümde ne Cennet sevdası var; ne Cehennem korkusu!”

Bu haykırış, gözümüzde ve gönlümüzde sadece Allah sevdâsını ve sadece Allah korkusunu yerleştirmek ve sabitleştirmek isteyen bir yüksek sevdânın kulaklarımızda çınlayan sesidir!

Yüzyılımızın en yüksek, en fedâkâr, en merhametli, en insancıl, en kuşatıcı, en kucaklayıcı, en müşfik bir çığlığı olan bu ses, îmânın zirvesinden geliyor ve asrımızda bütün beşerin dimağında yankılanıyor!

Cenneti kazanmak ve Cehennemden kurtulmak, inananlar olarak da, dünyamızı tamamen meşgul eder çoğu kez. Bunda bir sakınca da görülmeyebilir. Âmennâ! Fakat bu uhrevî amacın da ötesinde, hayatımızı mânâlandıran, gâyeler gâyesi olan, aklımızı ve kalbimizi kendisinde kilitleyen bir gâye var, fiil ile gâyeyi birleştiren bir yüksek değer var; îmân! Sâdece imân! İmân edilecek herşeye, Kur’ân’ın bildirdiği herşeye imân!

Hayatımızın biricik gâyesi, gâyeler üstü gâyesi budur: Allah’ı tanımak, Allah’ı bilmek, Allah’ı bulmak, Allah’tan ümit etmek, Allah’tan korkmak! İnsan olarak kazanmamız farz olan, yaratılış gâyemiz olan, kazanmadığımızda dünyada-âhirette bedbaht olmaktan kendimizi kurtaramadığımız en büyük değer budur! Oysa yüz yılımız bu değerlere korkunç şekilde sırt çeviren bir gururla işe başlamıştı! İlerlemenin, dünya saadetinin ve herşeyin bu gururla olacağını sanmıştı!

Allah ne büyüktür ki, îmân değerlerinin “zirve değerler” olduğunu, bu değerler olmayınca beşerin ne dünyada, ne âhirette hiçbir saadetinden söz edilemeyeceğini haykırarak dünyayı çınlatan, yıkılmayan, kesilmeyen, kısılmayan bahadır bir sesi, Bedîüzzaman Saîd Nursî’yi gönderdi.

Bugün takvim yaprakları 23 Mart’ı gösteriyor. Bedîüzzaman Hazretlerinin âhirete göçüşünün 47. sene-i devriyesi bugün. İslam dini mensuplarının son asırda girdiği krize denk olarak; Cenâb-ı Hakk’ın, “Kur’ân’ı Biz indirdik ve O’nun koruyucusu da elbet biziz!”1 âyet-i celîlesinde beyan ettiği üzere; bu krizi mânevî boyutta göğüsleyen ve krizin büyüklüğü ölçüsünde de fedâkârlığı yüksek olan bir mübelliğ ve müceddid göndererek dîn-i mübînin yeniden ihyâsını temin etmesi, herşeyden önce O’nun Rahmetinin şe’ninden değil midir?

İnsanlık tarihi, îmân fedâkârlarının altın soluklarıyla hınca hınç doludur.

Üstad Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretlerinin (ra) görevlendirildiği son asra girdiğimizde Dîn-i Mübîn mensupları, yine o dehşet dolu krizlerinden birisini yaşıyordu. Dünyayı değil; her türlü mânevî makamları da, âhireti de, Cenneti de fedâ edecek ve ehl-i îman yerine Cehennem’e girmeyi göze alacak bir tebliğ ediciye ve yenileyiciye, yani bir müceddide ihtiyaç vardı. Allah, bu ihtiyacı karşılamak üzere, bu asra Bedîüzzaman’ı (ra) lütfetti.

Mânevî makamlara karşı gözü ve gönlü tok bulunan Bedîüzzaman (ra); ehl-i îmanın Cehennem’den kurtulması için “Cehenneme girmeyi kabul ederim”2 diyerek tüylerimizi diken diken eder. Gazeteci Eşref Edip’e verdiği beyanâtta; “Ben, cemiyetin îmân selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim! Gözümde ne Cennet sevdası var; ne Cehennem korkusu! Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin îmanı namına bir Said değil; bin Said fedâ olsun! Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem! Orası da bana zindan olur! Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur!”3 diye haykırışı hâlâ kulaklarımızda çınlamaktadır.

Bu vesileyle; ilim, fikir ve gönül ehlince anlaşılmayı bekleyen bâkir bir alanda vazgeçilmez eserler bırakan Bedîüzzaman Hazretlerini bir kez daha rahmet ve duâlarla anıyoruz.

Dipnotlar:

1- Hicr Sûresi, 15/9

2- Emirdağ Lahikası, s. 377

3- Tarihçe-i Hayat, s. 544

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*