Bediüzzaman’ı ve eserlerini tanıma ve tanıtma hususunda geçmişe kıyasla bir hayli mesafe alınmasına rağmen, istenilen hedefe ulaşıldığını söylemek herhalde mümkün değil. Geçmişe oranla bu yolda elbette bir hayli mesafe alındı.
Küçümsenmeyecek bir okuyucu kitlesi meydana geldi. Bediüzzaman’ı ve onun eserlerini konu edinen kitaplar ve dergiler çıkarıldı. Belki de her gün televizyon ve radyolarda konu ile ilgili yayınlar yapılıyor.
Yurt içinde ve dışında paneller, konferanslar düzenleniyor. Bu meyanda Yeni Asya ekolü kırk yıldır gazete, kitap ve dergileriyle Bediüzzaman’ı ve eserlerini geniş kitlelere duyurma hususunda zaten üzerine düşeni yapıyor. Bunların hepsi içimizi ferahlatan çok güzel ve takdire şayan hizmetler.
Ama bütün bu yapılanlar kâfi mi? Aradan geçen bu kadar zaman göz önünde bulundurulunca, Bediüzzaman ve eserleri yeteri kadar tanıtıldı mı? Arayış içinde olan kitleler Risâle-i Nur’u tanıyabildi mi? Muhtaç gönüllerin ne kadarı Risâle-i Nur’dan faydalanabiliyor?
Söz konusu olan, bir büyük dâhînin, bir emsâlsiz din büyüğünün bir asra yakın hayatı ve onun ortaya koyduğu altı bin sayfalık bir şâheser ise, onu ve onun eser külliyatını tanımak ve tanıtmak elbette kolay değil.
Ayrıca bu din büyüğünün tanınmaması için, devlet eliyle akla gelmedik maniler, engeller çıkarılıyorsa, daha da ötesi onu yanlış tanıtmak için, milleti ondan uzaklaştırmak için, çeşitli yalan ve iftiralar yapılıyorsa, işte o zaman Bediüzzaman’ı ve onun eserlerini bihakkın tanımak ve tanıtmak bir kat daha zorlaşıyor.
Bu konuda öncelikli vazife ve sorumluluklar Nur Talebelerine düşüyor. Zorlukları, engelleri bertaraf etmek, karalama ve iftiraları temizleyerek, Bediüzzaman’ı gereği şekilde tanıtma işi, hâliyle onun fedakâr ve gayretli talebelerine düşüyor. Bu sorumlulukları yerine getirmek, onlar için önemli bir yükümlülük olsa gerek.
Nur hâdimleri geçmişten bugüne kadar eldeki imkânlar hispetinde, elden geldiğince, Bediüzzaman’ı tanımaya, tanıtmaya, eserlerini okuyup okutmaya çalıştılar. Öyle görünüyor ki, Nur Talebelerinin bu çabaları, bu gayretleri olmasaydı, belki de bu millet Bediüzzaman’la tanışamayacaktı, onun eserlerinden istifade edemeyecekti; o zaman da hâlen çekmekte olduğumuz sıkıntı ve problemlerimiz katmerleşerek devam edecekti.
Bediüzzaman’ı okuma ve tanıtma bâbında saff-ı evvel dediğimiz ağabeylerin gayret ve çabaları bizim için örnek alınacak hizmet tablolarıdır. Onların o akıllara durgunluk veren, takdire şayan çalışmalarına gıpta etmemek, hayran kalmamak mümkün değil. Bugünkü imkânların hiç birisinin bulunmamasının yanında, yasakların, baskıların kol gezdiği bir devirde o saff-ı evvel tabelerin her tehlikeyi göze alarak, mahkeme koridorlarında, hapishane köşelerinde dahi Bediüzzaman’ı ve eserlerini sahiplenerek, onu tanıtma yolundaki cehd ve gayretlerini izaha aklımız, havsalamız kâfî gelmiyor.
Bu meyanda Barla Lâhikası’nda; “ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, ahiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağa’nın sözler hakkındaki ihtisasatıdır” ifadesinin yer aldığı, bizim için önemli bir ders-i ibret olan bir mektup var. Abdülcelil oğullarından Adilcevazlı Emrullah oğlu Bekir’in, Üstadına yazdığı mektupta: “Efendim, malûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş misâli olan Risâle-i bergüzidelerinizden umum Nur Risâlelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilmediği gibi ve çekilmek ihtimâli olmadığı gibi Risâlelerinize de sed çekilemez. Onları istima’da ruh ve kalbimi tetkik ettim, tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen ‘Haydi, haydi’ diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irâe ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi—min gayri haddin (haddim olmayarak)—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim.” ifadelerinden alacağımız dersler olmalı.
Ama bütün bu yapılanlar kâfi mi? Aradan geçen bu kadar zaman göz önünde bulundurulunca, Bediüzzaman ve eserleri yeteri kadar tanıtıldı mı? Arayış içinde olan kitleler Risâle-i Nur’u tanıyabildi mi? Muhtaç gönüllerin ne kadarı Risâle-i Nur’dan faydalanabiliyor?
Söz konusu olan, bir büyük dâhînin, bir emsâlsiz din büyüğünün bir asra yakın hayatı ve onun ortaya koyduğu altı bin sayfalık bir şâheser ise, onu ve onun eser külliyatını tanımak ve tanıtmak elbette kolay değil.
Ayrıca bu din büyüğünün tanınmaması için, devlet eliyle akla gelmedik maniler, engeller çıkarılıyorsa, daha da ötesi onu yanlış tanıtmak için, milleti ondan uzaklaştırmak için, çeşitli yalan ve iftiralar yapılıyorsa, işte o zaman Bediüzzaman’ı ve onun eserlerini bihakkın tanımak ve tanıtmak bir kat daha zorlaşıyor.
Bu konuda öncelikli vazife ve sorumluluklar Nur Talebelerine düşüyor. Zorlukları, engelleri bertaraf etmek, karalama ve iftiraları temizleyerek, Bediüzzaman’ı gereği şekilde tanıtma işi, hâliyle onun fedakâr ve gayretli talebelerine düşüyor. Bu sorumlulukları yerine getirmek, onlar için önemli bir yükümlülük olsa gerek.
Nur hâdimleri geçmişten bugüne kadar eldeki imkânlar hispetinde, elden geldiğince, Bediüzzaman’ı tanımaya, tanıtmaya, eserlerini okuyup okutmaya çalıştılar. Öyle görünüyor ki, Nur Talebelerinin bu çabaları, bu gayretleri olmasaydı, belki de bu millet Bediüzzaman’la tanışamayacaktı, onun eserlerinden istifade edemeyecekti; o zaman da hâlen çekmekte olduğumuz sıkıntı ve problemlerimiz katmerleşerek devam edecekti.
Bediüzzaman’ı okuma ve tanıtma bâbında saff-ı evvel dediğimiz ağabeylerin gayret ve çabaları bizim için örnek alınacak hizmet tablolarıdır. Onların o akıllara durgunluk veren, takdire şayan çalışmalarına gıpta etmemek, hayran kalmamak mümkün değil. Bugünkü imkânların hiç birisinin bulunmamasının yanında, yasakların, baskıların kol gezdiği bir devirde o saff-ı evvel tabelerin her tehlikeyi göze alarak, mahkeme koridorlarında, hapishane köşelerinde dahi Bediüzzaman’ı ve eserlerini sahiplenerek, onu tanıtma yolundaki cehd ve gayretlerini izaha aklımız, havsalamız kâfî gelmiyor.
Bu meyanda Barla Lâhikası’nda; “ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, ahiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağa’nın sözler hakkındaki ihtisasatıdır” ifadesinin yer aldığı, bizim için önemli bir ders-i ibret olan bir mektup var. Abdülcelil oğullarından Adilcevazlı Emrullah oğlu Bekir’in, Üstadına yazdığı mektupta: “Efendim, malûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş misâli olan Risâle-i bergüzidelerinizden umum Nur Risâlelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilmediği gibi ve çekilmek ihtimâli olmadığı gibi Risâlelerinize de sed çekilemez. Onları istima’da ruh ve kalbimi tetkik ettim, tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen ‘Haydi, haydi’ diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irâe ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi—min gayri haddin (haddim olmayarak)—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim.” ifadelerinden alacağımız dersler olmalı.
Benzer konuda makaleler:
- Vefatının 50. yılında Bediüzzaman Haftası
- Çözüm Bediüzzaman’ın fikirlerinde
- Amerikalılar Bediüzzaman´ı anlatıyor
- Risale-i Nurlar’ın Dili ve Sadeleştirme
- Her meseleyi herkes her zaman anlamayabilir
- Bediüzzaman’ın eserlerine bu zamanda çok ihtiyaç var
- Bediüzzaman coşkusu
- Vefatının yıl dönümünde… Bediüzzaman Dedeyi anlamak
- İzzet ve iffet timsâli Bediüzzaman
- Çözüm hürriyet ve meşveret
İlk yorum yapan olun