Bir anlamı yoksa hayatın…

Yeni günün getirdiği ışıklar için insan heyecan duymalı. Yataktan kalkmasının bir anlamı olmalı. Uyanmasının, yaşamasının ve konuşmasının bir anlamı olmalı. Bir tüy, bir yaprak, bir kelebek kadar hafif olmalı. Korka korka değil sadece, ümitle ve çığlık çığlığa, sevinçle yaşayabilmeli hayatı ve kendini. Sadece kendini değil, herkesten bir parça taşımalı üstünde.

Bir gece yarısı kalkıp ıssız sokakları arşınlamalı. “Çocukluğum, gençliğim bu sokaklarda geçti. Bu evler, bu insanlar üzerimde hakları var” demeli. Işık yanan evleri ve içindekileri selâmlamalı, duâlamalı. Hele de çocukları, hastaları, ihtiyarları hiç unutmamalı. Bir helâl lokma için gün boyu didinen babaları ve anneleri de hatırlamalı. Hele de gençler, kim bilir, hangi derdi, hangi sevinci vardır paylaşılmayı bekleyen. Onları da duâlarına almalı. Kalbi ve dili bir olmalı. Kalbin fezası geniş. Her birine yer var orada. Sevebildiği kadar sevmeli. Hayır ve saadetler dilemeli. Kalbini, dilini temiz tutmalı. Belli mi olur, hangi duânın Allah katına ulaşacağı.

Sadece kendimiz için yaşamıyoruz dünyada. Hayatımızı süsleyen ne çiçekler, ne yıldızlar var. Gözlerimizin görmediği nice güneşler var. Allah bize hafızayı niye vermiş? Bu nimetlerin kimden olduğunu bilip, hatırlayalım diye.

Ayaklarını götüren, bedenini yürüten ruhuna bir not düşmeli: “Yanlış yolda değilsin, çizginde gidiyorsun. Hiç kimse olmasa da bu yolda, tek başına çoğunluksun…” Aklının, kalbinin ve ruhunun güzelliğini derinde hissetmeli insan. Bazen diplerde yaşamayı bırakıp, biraz da yüzeye çıkmalı. Dünyanın üstünde dolaşmalı. Hasta, garip dostlarını aramalı, kapılarını çalıp onları kucaklamalı. Yıllardır ihmal ettiği dostlarını; hatalarını ve vefasızlığını affedeceklerini umarak bir bir arayıp bulmalı. Bulamadıklarını kabrinde ziyaret edip duâlaşmalı, helâlleşmeli.

Hayatın bir mânâsı olmalı. Lüzumsuz şeyler huzurunu bozmamalı. İnandığı yolda tek başına da kalsa yürümeli insan. Sadece kendi başarısını değil, başkalarının başarılarını da görmeli, en az kendi başarısı kadar onlar için de sevinmeli. Hayatı geriye alma şansı yok insanın. Ama hayata yeniden başlaması mümkündür her zaman. Geçmişin hatalarından ders alıp, yeniden hayatın anlamına tutunmalıdır insan. Nereye gittiğini bilene, kararlı yürüyene kâinat yol verir. Elhak, bu böyledir.

Hayatın anlamı küçücük bir karede gizlidir. Ufacık bir an parçasında… Günlük güneşlik işlerimizin ve heyecan dolu çabalarımızın arasında unuttuğumuz o küçücük bir anda gizlidir her şey. Muhteşem bir hayatın içine doğru yürüdüğümüzü belki o anda anlamamız zordur, ama bizi hedefe götüren yol budur.

Hayatın bir anlamı yoksa niye yaşıyoruz ki hayatı, niye? Hayat, tüketilmek için ya da buruşturulup bir kenara atılmak için verilmiş değildir. Hayat öylesine yaşanmak için verilmiş bir nimet de değildir. Anlamlı kılmak ve Allah adına yaşamak için verilmiştir. Gönlünü, yüreğini bu yola koyanın mağlûp ve mahcup olduğu nerede görülmüştür?

Yusuf’un (as) yaşadıklarını bir hatırlayalım… Büyük aşkların olduğu yerde büyük imanlar, büyük imtihanlar ve büyük mu’cizeler vardır daima. Peygamberler bu yolun zirvesindeki örneklerdir. Söylediklerini yaşamışlar, ellerindekini paylaşmışlardır. Mutluluk, paylaşmakla azalmaz. Bunu biliyor, bunu yaşıyordu onlar. “Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” diyordu Mevlânâ. Belki de bu gerçeğe işaret ediyordu.

Bir anlamı olmalı hayatın. Hayat kısa olabilir, ama onu anlamlı kılma çabası, en kısa hayatı bile uzun ve ebedî yapmaya yeter.

Belki de önemsiz birçok şeyi dert ettiğimizden hayatın anlamını yitiriyoruz. Yeri ve zamanı geldiğinde önemli olana da gerçek değerini veremiyoruz. Öyle değil mi?

Hayatı derinden ve anlamlı yaşayan insanlar, ölümden de korkmazlar. Çünkü her korkunun içinde bir ümit vardır. Ümidin kaynağı da güçlü bir imandır.

Bir öykü anlatılır. Tanınmış bir trapez ustası öğrencilerinden hünerlerini göstermelerini ister. İçlerinden birinin yüreği korkuyla kaplıdır. Yere çakılacağını düşünür. Korkudan her tarafı buz kesmiştir. Kasları gerili ve hiçbirini hareket ettiremez hâldedir. “Yapamayacağım, başaramayacağım” diye söylenir durur. Trapez ustası, öğrencisinin o anda başarılı olmazsa bir daha aynı cesareti asla gösteremeyeceğini düşünür. Onu kucaklar ve şunları söyler: “Yüreğini trapez çubuğuna at; vücudun mutlaka onu takip edecektir” der. Öğrenci, ustasının dediğini yapar ve başarır.

Hayatın bir anlamı varsa, işte budur. Ayağını götürdüğün yere gönlünü ve yüreğini koymaktır. Bir anlamı yoksa hayatın, niye bu dünyadayız, niye yaşıyoruz? Hayatın anlamı hayatın kendisinden daha kıymetlidir.

Trapez ustasının öğrencisine söylediğini bir de biz düşünmeliyiz.

İnandığımız yolda, tek başına da kalsak yüreğimizle beraber yürümeliyiz.

(Genç Yaklaşım, Mayıs-2010 sayısından alınmıştır.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*