Bir peygamberî davranış: Müsbet hareket

Bediüzzaman Said Nursî’nin bu çağ insanının gündemine katmış olduğu önemli kavramlardan birisi de müsbet harekettir.

Müsbet hareket, doğruluğu aşikâr olan, kanun ve nizama, Allah’ın emirlerine uygun, tahripkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tamir edici tarzda olan; mizan, adalet ve insafa uygun hareket anlamlarına gelmektedir.

İnsan yaşadığı hayat boyunca sürekli bir şekilde kendine hâkim olma ve kendini geliştirme süreci içerisindedir. Toplumun hangi kademesi ve statüsünden olursa olsun, bu denge halini korumak mecburiyetindedir. Bu koruma kademesinin başlama noktası ise, kişinin nefsidir. Sonra önem sırasına göre ailesi, akrabaları, milleti ve kâinat gelmektedir.
Dengenin ve kontrolün bozulduğu ve bozduğu noktada insan bulunmaktadır. Dengesiz ve kontrolsüz hareketlerin hayatı tüm canlılara zehir ettiği sayısız örnekler vardır. Son yüzyılda iki dünya savaşının çıkması, Ortadoğu’da hâlen süren iç karışıklıklar, ülkelerdeki tecavüzler, zulümler, gasplar, cinayetler hep bu dengesiz ve kontrolsüz hareketlerin bir neticesi olmaktadır.
Müsbet hareket, insandaki duyguların vasatta kullanılması hâlidir. Müsbet hareketin iki temel dinamiği vardır: Adalet ve ibadet. Bu birliktelik müspet hareketi ortaya çıkarır. Adalet ve ibadet iç içedir. Biri diğerinin lâzımıdır. Adalet, hak temeline dayanır. Bu yüzden insan önce Yaratıcısına ibadetle hakkı yerine getirecektir. Yani adalet, Allah’a ibadetle başlar. Daha sonra insan ve çevre hakkı gelir. İnsan hukukullaha riâyet ettiği zaman, insan ve çevre haklarına saygılı olur. Tersi düşünüldüğünde ise, yani hukukullahı yerine getirmeyenin ibâdın (kulların) hukukuna riayet etmesi mümkün olmayacaktır.
Müsbet hareketin ibadetlerle bağlantısı ise şu şekildedir: Örneğin namaz ibadeti, inanılanın yapılması, değerin yaşanması, sözün yerine getirilmesini insana öğretir. Namaz aynı zamanda meşrû olana yönelmenin gerekliliğini, meşrû olmayana karşı red tavır alınmasının ifadesidir. İnsanın kendini vakte ayarlamasıyla, zaman bilincini, grup halinde yaşaması gerekliliğini, birlik ruhunu yaşatarak öğretir. Hatta bütün mahlukatla beraber. Çünkü insan, mahlukatın tesbihlerini namazda Allah’a sunar.
Meselâ oruç ibadeti; insandaki aşırı duyguları en etkili biçimde disipline etmenin ifadesidir. Oruç, nefisteki aşırı duyguları dengeleyen ve ruhu tekâmül ettiren bir ibadettir. Görmediği Rabbini görüyormuş gibi inanan, inancının gereği, hiç kimsenin olmadığı yerde yemeyip oruç tutan insan, benzer konumda da aynı inançla hareket edecektir. Sadece yemek içmek değil, şehevî hislerini de kontrol edecektir. Oruç, ona iffeti öğretir. Helâl bile olsa her şeyin bir zamanı olduğunu ihtar eder. Sabır kuvvetini geliştirir. Tok açın halinden anlamaz, bunu bizzat yaşatarak öğretir. Sosyal empati kazandırır.
Meselâ zekât ibadeti, toplum içinde müsbet hareketi yaşatan en önemli ibadetlerden biridir. İnsan, veren elin üstünlüğünü zekâtla idrak eder. Kendisinden daha düşük olanlara merhamet duyguları gelişir. Kazanılanın tamamının kendine ait olmadığını, topluma karşı mâlî yönden de sorumlu olduğunu hissettirir. Aç gözlülük ve tama gibi kötü duygu ve düşüncelerden kurtarır.
Kısacası insan, ibadetin sağladığı iç disiplin ile iffetli, hikmetli, şecaatkâr yani adaletli ve ahlâklı davranış sergiler. İşte bu davranışlar da müsbet harekettir.
Kur’ân ve Peygamberimizin (asm) hayatı, müsbet hareketin muhteşem örnekleriyle doludur. Rahmet Peygamberini (asm) küçük yaştan beri tanıyan ve son anına kadar yanında bulunan Hz. Ali (ra) onu şöyle tavsif etmektedir: “O daima güzler yüzlü idi. Yumuşak huylu idi. Esirgemesi, bağışlaması boldu. Katı kalpli değildi. Kimseye bağırıp çağırmazdı. Kötü söz söylemezdi. Bir şey hakkında hoşnutsuzluğunu açığa vurmazdı. Hiç kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı. Hiç kimseye hakkında sevaplı ve hayırlı olmayan söz söylemezdi.”
O sadece insana değil, diğer mahlukata karşı da müsbet tavır içindeydi. Öyle merhamet ve şefkat timsâliydi ki bitkilere, hayvanâta, cansız eşyaya dahi muhabbet nazarıyla bakardı. Sahabeleriyle bir gün savaşa giderken, yolları üzerinde uyuyup kalan bir ceylan yavrusunu uyandırmamak için, arkadaşlarını yavru uyanıncaya kadar bekletmişti. Yine bir sahabe çocuğunun ölen kuşu karşısında üzgün hâlini görünce, çocuğa ölen kuşundan dolayı taziye ziyaretine gitmiş ve onun üzüntüsünü paylaşmıştır.
Maalesef özünde rahmet, merhamet, barış, sevgi bulunan bu din, maksatlı olarak bugün terör, savaş kavramlarıyla beraber anılır hale getirilmiştir. Müslümanlara düşen ise, “doğru İslamiyeti ve İslamiyete layık doğruluğu” fiilleriyle izhar etmektir.
Burada bırakın ehl-i kitaba, ehl-i imana karşı olan hoşgörülü yaklaşımı, Peygamberimizin (asm), tecavüz eden ve etmeyen ehl-i küfre karşı olan tavrı, konunun en uç noktasını göstermesi açısından manidardır.
Müşriklerle aynı şehri paylaşmış bulunan Peygamber Efendimiz, bu konuda yine en güzel örnektir.
En azılı kâfirlerden olan Ebu Cehil, Peygamberimizin (asm) insanları İslâm’a davetine engel olmak için, “Bu adamı dinlemeyiniz. O sizi atalarınızın dininden vaz geçirmeye çalışıyor” derken, Peygamber Efendimiz, dönüp onun yüzüne bile bakmamış ve tebliğine devam etmiştir.
Yine müşrik oldukları halde bir vadide alay etme kastıyla ezan okuyup gülüşen gençlere Peygamber Efendimiz, hiç öfkelenmeden onları yanına çağırmış, o gençler o sohbet-i Nebevînin iksiriyle birkaç saat içinde Müslümanlığı seçmişlerdir.
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, şeref ve izzet sahibi olanlara iyilik etmek onları kazanmayı; Ebu Cehil gibi kişilere de yönünü dahi dönmeden tebliğe ve vazifeye devam etmek ve gerektiğinde de savunma anlamında dini ve değerleri müdafaa da, Peygamberî bir tavrı göstermektedir.
Risâle-i Nur, tecavüzkâr olmayan ehl-i dalâlete karşı takınılacak tavrı; tecavüz etmemek şartıyla, ehl-i dalâlete karşı karışmamak, hoş geçinmek ve sulhkârâne muâmele şeklinde özetlemektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*