Bir yudum suyun tadı

Hız asrındayız ya, her şeyimiz gibi beslenme şeklimiz de hızlı. Ayaküstü hızlı bir şekilde tüketilen fast food gıdaların zararları saymakla bitmiyor. Zaten yapay tatlandırıcılarla lezzetli imiş gibi yapılan fabrikasyon gıdaların, tadını bile alamadan adeta tıkınıyor günümüz insanı.

Obezite ile ilgili kampanyaların biri biterken diğeri başlıyor. Dünyanın bir kısmı aşırı kilodan, kalanı da açlıktan muzdarip.

Vücut sarayının kapıcısı hükmünde olan tat alma duyusu şımarınca, bir lezzetten diğerine el atan insan kendi vücudundaki ihtilâli de başlatıyor. Bugün gıda ve diyet sektörü en çok iş yapan alanlar. Birbirinden farklı markalarla piyasaya sürülen on binlerce hazır gıda ve türlü çeşit zayıflama hapları, âletleri, diyet yöntemleri, ünlü diyetisyenler küresel bir alanın çalışanları hükmünde.

Anlayacağımız dengeler şaşmış vaziyette!

ELMA ÇEKİRDEĞİ

Biraz yavaşlayıp dikkatle düşünülse hatalar fark edilecek. Kur’ân ve hadislerde tefekkürün üzerinde özellikle durulmasının hikmetlerinden biri de bu olsa gerek. Tefekkür, insanın kendini tanımasına yardımcı olan bir ibadet. Kişi, varlık âlemini ve bu âlemdeki konumunu, nefsinin aşırılıklarını, tembelliklerini, kusurlarını ancak tefekkürle keşfediyor.

Her konuda olduğu gibi beslenme üzerindeki tavırlarımız da tefekkürle aşırılıklardan uzak bir dengeye kavuşur.

Batılı bir mütefekkirin “Elma çekirdeğinin var olabilmesi için kâinatın var olması gerekir” demesi böyle bir düşünce turunun neticesi olsa gerek. Öyle ya güneşin, gezegenlerin, rüzgârın, toprağın,  çiftçinin, yağmurun, geçmişin, geleceğin ve aklımıza gelmeyen binlerce sebebin işbirliğidir elma çekirdeği…

TEFEKKÜR TURLARI

Akılsız, şuursuz, kör sebepler neticeyi yapamayacaklarına göre bütün bunları yapan, bir araya getirip sofraya kadar bize ulaştırmayı irade eden bir Usta Sanatkâr vardır. Dünya mutfağında, güneşin ısısıyla bütün gıdaları türlü renklerde pişirip, tatlandırır, kokulandırır, ağaçların dalları elleriyle bize sunar.

İnsanoğlu bir elma çekirdeğini, incir çekirdeğini yapabilir mi? Mümkün değil…

Asıl mal sahibi, hakikî nimetlendirici olan Allah bütün verdiklerinin fiyatı olarak bizden zikir, fikir ve şükür ister. Başta “Bismillah” zikirdir. Nimeti tattıktan sonra “Elhamdülillah” demek şükürdür. Ortada bütün bu nimetleri harika birer san’at ve kudret eseri olarak bize sunan Zatı düşünmek, tanımaya çalışmak fikirdir… (Bediüzzaman Said Nursî, 1. Söz)

Bir elmanın rengini gözümüzle seyretmek, kokusunu içimize çekmek, elimizle, dilimizle elmanın dokusunu, tadını fark etmek elma üzerinde yapılabilecek küçük bir tefekkür turudur. Tefekkür kapasitesine göre belki de bir kâinat turu!

DİLİMİZDEKİ TARTICIKLAR

Geçenlerde tarihle ilgili bir makalede I. Mahmut’un isteğiyle Prusya’dan gelen Yüzbaşı Helmuth von Moltke’nin Türkiye izlenimlerini okudum. Bu zatın kayda geçirdiği hatıralar ilginç. Osmanlı döneminde hem yerli, hem de yabancı su tadımcıları görev yapar ve inceledikleri suların tatlarını rapor ederlermiş. Bu işin günümüzdeki karşılığı su degüstatörlüğü…

“…Bir Türk sana bir içim suyu tadınca, şu veya bu, bilhassa hangi beğenilen pınardan geldiğini; Çamlıca’dan mı, Asya tarafındaki Bulgurlu’dan mı, Büyükdere yakınındaki Kestane suyundan mı, yoksa Beykoz’daki Sultan suyundan mı alındığını söyler. Türklerin en kötü, hatta sıhhate muzır hemen hemen içilmez saydıkları su, kuyu sularıdır.”

Evet, dilimizde öyle küçük terazicikler yerleştirilmiş ki, adeta gps cihazları gibi nerede, hangi kaynaktan, hangi malzemelerle o tadın oluştuğunu tartabiliyoruz.

Tabiî, imandan gelen bir dikkat ve tefekkürle tat alma duyusunu inkişaf ettirenlerin hissesi çok daha fazla!

BİR YUDUM SU HATIRASI

Bediüzzaman Hazretlerinin Barla Hayatındaki talebelerinden biri de Mustafa Çavuş’tur. Mektubat’ta 21. Mektub’da anne ve babasının hakkına hürmetteki itinasıyla takdirle yâd edilen bu zat elinden geldiğince ailecek Nur hizmetinde bulunmuşlardır.

Mustafa Çavuş’un oğlu Mehmet Güvenç Ağabey ile 2003 yazında bir Barla seyahatimizde tanışmış, bahçe içindeki o güzel evinde hoş bir sohbet gerçekleştirmiştik. (Bu sohbeti Bizim Aile dergisinde yayınlamıştık)

Sakin, tane tane konuşurken, imanından kaynaklanan kendisine has bir sükûnet, emniyet ve huzur hâli hâkimdi tavırlarında. Kıymetli eşi ile bize bahçesinden topladığı meyvelerden ikram etmiş, babasının, ağabeyinin Bediüzzaman Hazretleri ile yaşadığı hatıralardan bahsetmişti.

Yine böyle bir Berat Kandili arefesinde ahiret âlemlerine yolcu ettiğimiz merhum ağabeyimizin anlattığı hatıra ilginçti:

SU MU KARIŞTIRDIN?

“Üstadın 1920’li yıllardaki Barla’ya ilk gelişiyle ilgili rahmetli ağabeyimin sık sık anlattığı hatıraları var. Üstad geldiğinde köyün her tarafını kontrol ediyor ve göl suyunu içmeye karar veriyor. Ağabeyim Ahmet, Eğirdir Gölünden işlekle (Üstad eşeğe ‘işlek’ adını vermişti) yaz kış demez suyunu taşırmış. ‘Git filan yerde, filan kayanın dibinden su getir!’ emrini aldığında yola hemen çıkarmış. Bir gün dönüşte arkadaşları oyuna çağırıyorlar, işleği bağlayıp oynuyor, ama testideki sudan da biraz dökülüyor. Çeşmeden üstüne dolduruyor. Üstad suyu içtiğinde daha ilk yudumda ‘Su mu karıştırdın?’ diye soruyor. Ağabeyim meseleyi anlatıyor.

Her kabiliyeti gibi, Üstadın tat alma kabiliyeti de inbisat etmiş. Koca testide yarım bardak karıştırılmış suyu hemen anlıyor.”

Evet, “Yaşamadığımı yazmamışım” diyen Bediüzzaman Hazretleri bu sırrı İktisad Risalesinde anlatıyor.

KUVVE-İ ZAİKA NAZIR VE MÜFETTİŞ

Tat alma duygusu dediğimiz “Kuvve-i zaika” imandan gelen bir güçle kapıcı derecesinden nazır ve müfettiş rütbesine ulaşabiliyor. Şükredenler, zikredenler ve fikredenler bunu başarabiliyor. Bediüzzaman Hazretleri İktisat Risalesi’nde bu hakikati şöyle açıklıyor:

“Hakîkî ehl-i şükrün ve ehl-i hakîkatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası,—Altıncı Söz’deki muvâzenede beyân edildiği gibi—rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. O kuvve-i zâikadaki taâmlar adedince mîzâncıklarla, ni‘met-i İlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak ve bir şükr-ü ma‘nevî sûretinde cesede ve mideye haber vermektir. İşte bu sûrette kuvve-i zâika, yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe ve ruha ve akla dahi baktığı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var.” (Bediüzzaman Said Nursî, 19. Lem’a, Üçüncü Nükte)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*