Biyolojik varlıktan melekiyet makamına

alt

Hayat bir karmaşadır, bir kargaşadır akıp gidiyor. Günlük meşgaleler devasa meseleleri unutturuyor.

Arada bir durup, başımızı kaldırıp etrafımıza bakmak ya da aynaya bakmak, nerede olduğumuzun, nerede olmamız gerektiğinin farkına varmaktır. Sadece yeme içme gibi ihtiyaçlara programlanmış biyolojik bir canlıdan daha fazla bir şeyler olduğumuzu ve daha farklı maksatlarımız ve vazifelerimiz olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Şüphesiz rızık temin etme ve yeme içme kâinatın en önemli ve en büyük faaliyetlerindendir. Toprağa karışmış mikroskobik bir canlının ihtiyaç duyduğu gıdadan, had ve hesaba gelmez sayı ve büyüklükteki gök cisimlerinin enerjilerine kadar muazzam bir faaliyet rızıklanma şeklinde devam edip gider. Şu âlem fabrikasına ve kâinat mutfağına yine kâinat madenlerinden ve tarlalarından çıkarılan ve yetiştirilen muazzam bir mahsulat akışı vardır. Her bir canlı ve cansız mahlûka ister okyanusun derinliklerinde, ister atom altı âlemde, isterse uzayın en uzak galaksilerinde olsun yeteri miktarda ve tam zamanında rızkı gönderilir, faaliyet ve vazifesi mükemmelen devam ettirilir. Bu muazzam faaliyet, sadece maddî bir faaliyet midir? Elbette hayır! Nasıl ki, bir fabrikada imal edilen ya da mutfakta pişen gerçekte, ilimdir, san’attır, maharettir, hünerdir, teknolojidir. Aksi takdirde herkesin yapabildiği şeyler olurdu. Aynı şekilde kâinat fabrikasında halkedilenler de misilsiz birer ilimdir, harika birer san’attır. Ancak bütün bu manaların içine nüfûz eden daha derin bir mana daha vardır ki o da, her bir mahlûka tek tek takdim edilen kâinat kadar büyük bu faaliyet içerisinde Cenâbı Hakk’ın muazzam birer iltifatı ve ikramı vardır.

Kesintisiz olarak devam eden ve icra edilen harika san’atların ve muazzam iltifatların farkına varabilmenin en iyi ve en kestirme yolu istifade etmede kısa kesintilerdir. Şu içinde yaşadığımız Yer Küre hem kendi etrafında dönüyor hem de güneşin etrafında korkunç bir hızla hareket ediyor. İnsanoğlu bu kadar büyük hıza rağmen binlerce yıl, bu kadar açık bir gerçeği fark edememiştir. Eğer hızımız bir nebze değişken olsaydı, fizikçilere ciltler dolusu malzeme çıkmakla birlikte hayat hiç de bugünkü kadar kolay olmazdı. Fakat herkesin fark ettiği bir hareket oldurdu. Yer kürenin farklı köşelerinde, toprağın derinliklerinden derlenip toparlanarak terkip haline getirilen bir sebze ya da meyveyi düşünün! Okyanuslardan ve denizlerden taşınıp, bulutlardan süzülen bir rahmet ile sulanır. Milyonlarca kilometre uzaktaki Güneş ile pişirilip soframıza takdim edilir. Bu harika rızıklara Ramazan orucuyla geçici olarak ara vermek sanki bir hız değişikliği gibidir, gözleri kör eden ülfet ve alışkanlık perdesini aralamaktır. Onlara olan ihtiyacımızı dem ve damarlarımızda hissetmek, kâinattaki muazzam faaliyetin bir nebze farkına varmaktır. Rızık perdesinin arkasındaki kudret ve şefkat elini vücudumuzun bütün zerreleriyle görmektir. Cenâb-ı Hakk’ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu hakkalyakin yaşamaktır.

İnsanın yeryüzündeki vazifesi bir açıdan bakıldığında sadedir, basittir. Evet, dünyada vazifemiz bir memuriyettir, bir ticarettir. Telâfisi mümkün olmayan büyük mükâfatların ve cezaların söz konusu olduğu ahiret memleketi için bir imtihan ve bir hazırlıktır. Vazife bu kadar sade ve net olmakla birlikte memurluğun makamı, seviyesi, önemi ve sorumluluğu zerrelerden yıldızlara kadar uzanan semavî bir yolculuk gibi büyük ve şumüllüdür.

Ramazan Risalesinde oruç tutan bir mü’min için dikkat çekici bir ifade vardır: “Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hacatını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek; savmı ile, Samediyete bir nev’î âyinedarlık etmektir.”1 Bilindiği gibi Samed isminin manası, hiçbir şeye ihtiyaç duymayıp her şeyin ona muhtaç olması demek. Hakikî mânâda Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hak’tan başka Samed yoktur. İnsanın yeryüzündeki vazifesi ise Samed ismine ayine olan seviyeli bir memur ve halife olmaktır.

Samed ismini burada iki cihetten ele almak mümkün. İnsan oruç ile yeme ve içmeye geçici olarak ara vermekle vücudunda gıdaya ihtiyaç duymayan tek bir zerrenin dahi olmadığını dem ve damarlarında hisseder ve bizzat yaşar. Kendisinin rızka olan alternatifsiz ihtiyacı ile zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin mutlak sahibi ve hâkimi olan Âlemlerin Rabbinin Samed ismini hakkalyakin idrak eder ve yaşar. Bir hastayı gören kişi, hastalık aynasında hemen doktoru hatırlar ve görür. Aynayı biraz parlatsa ve temizlese Şafi-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakk’ı görür. Oruç da aynı şekilde Cenâb-ı Hakk’ın Samed ismi için mükemmel bir aynadır.

Diğer cihet ise, yeme içmeyi terk ederek meleklere benzeyip sanki ruhanî bir varlık haline gelmektir. Oruç ile Allah’a yaklaşarak sanki mukarrebîn melekler gibi olmaktır. Mühim bir kabulde, mühim bir törende, huzurda, yeme içme gibi biyolojik faaliyetlerin terk edilerek yakınlar arasına dâhil olmaktır.

İnsan cüz’î ilim ve kudretiyle nasıl ki Cenâb-ı Hakk’ın şu kâinattaki mutlak ilim ve kudretini kavrar ve idrak ederse, aynı şekilde yeme içmeyi terk ederek Samediyetin azametini ve kudsiyetini bir nebze anlar. Daha sonra da kendi bedeninin kısacık bir zaman diliminde bile ne kadar zayıf ve dayanıksız olduğunu görüp tamamını Cenâb-ı Hakk’a vererek Samed ismine gerçek bir ayna olur.

Ramazan ve oruç, rızık kapısından girilen muazzam bir sarayın anahtarı gibidir. Oruç bir manada eğitimdir. Ömrün tamamına yayılan kabiliyetler kazanmak için bir vesiledir. Nitekim aynı risalede şöyle denir: “Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder.” 2 Bir mü’minin nasıl ki, oruç boyunca yiyecek ve içecek gibi maddî şeylere ihtiyacı yoksa aynı şekilde İslâm’ın, iman ve Kur’ân hizmetinin de, Samediyetin bir tecellisi olarak dünyevî menfaatlere makam ve mevkiye, hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur. Aslî vazifemiz halisane hizmettir.

Ramazan cihetiyle kazanılan bir nev’î melekiyeti yıl boyu devam ettirmenin misâlini ve sırrını görmek için Risale-i Nur’dan bir paragraf aktaralım: “Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin.” 3

Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 391.
2- Mektubat, s. 392.
3- Mesnevî-i Nuriye, s. 221.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*