Devletle Demokratların mücadelesi

80’li seneler; bir yandan siyaset dizaynı, yasaklar, sansür, hapis ve idamla, diğer yandan Demokratların siyaseti toparlama mücadelesiyle geçmiş, Demirel’in demokrasiyi kurtarma çabası damgasını vurmuştu. Belki de tek başı (Yeni Asya)’yla demokrasi kendini bulmuştu.
O yasaklar ve baskılardan sonra koalisyon da olsa iktidara gelen demokratlarla memleket tam rayına girecekken Özal’ın şüpheli ölümü, Demirel’in mecburi Köşke çıkması Demokratları başsız bırakmış, CHP’de, (gelecekte siyasetin şekillenmesinde rol oynayacak) hizipçi Baykal’ın gelişi ile taşlar yerinden oynamıştı.

Mızıkçılık mı, aldığı vazife gereği mi, DYP-CHP ortaklığının bozulmasına, hükûmet boşluğuna ve nihayet Refah-Yol hükûmetine mecbur kalınmasına, yine basının ve mâlum çevrelerin katkısıyla 28 Şubat’a gidiliyordu.

12 Eylül’le demokrasiyi rafa kaldıranlar, Demokratları haritadan silmek için her yola baş vurmalarına rağmen demokrasiye, hürriyetlere ve millet hâkimiyetine olan inançla öyle bir gayret sarfedildi ki; Güneri Civaoğlu, Demirel için anka kuşuna atıfla “adeta küllerinden doğdu” benzetmesi yapmıştı. “6 defa gidip 7 defa geldi” ironisinin o dönemde iştihar bulması, devlet-demokrat mücadelesinin bir itirafıdır.

Bu yükselişe rağmen ne ettilerse ortalığı dağıtıp Demokratları darmadağın ederek bir kısmı da sindirilerek “bin yıl sürecek!” 28 Şubat’a teslim etmişlerdi memleketi.

28 Şubat sürecinde, 12 Eylül’de olduğu gibi, ana akım partiler darmadağın edilmiş, sürecin işleyişine baktığımızda icranın başına her akımdan mv’lerin olduğu partiler getirilmişti. 1995 seçimlerinde oylar yakın olduğu için dönüşümlü hükûmette önce Erbakan, bir sene sonra da Çiller Başbakan olacakken, DYP-RP hükûmeti kurma yeter sayısına rağmen, DYP’den adam ayartılarak grup kurdurulan DTP; DSP, ANAP, ANASOL-D hükûmetine yamanmış, MGK hükûmetleri kurdurulmuştu. 1999 seçimlerinde ise ANASOL-M kurdurularak iki koalisyonda da 28 Şubat’ın istediği, Erbakan’ın direnmeyip imzaladığı laiklikten irticaya, 8 yıllık eğitimden ilke ve inkilablara, basına sansürden cemaatlerin kontrol altına alınmasına, Kur’ân kurslarından TSK’dan dindar subayların ihracı gibi 18 madde hayata geçiyordu bir bir.

AKP, ABD PROJESİ Mİ?

2002 seçimlerine gidilirken, görünüşte ortakların geçimsizlikleri nazara verilmişse de, kritik dönemlerde aktif rol alan (Deniz Baykal gibi) Devlet Bahçeli’nin seçim restine, Ecevit’in (kaybedeceğini bile bile) lades deyip seçime gitmesi, siyasî hayatımızın ve 20 senenin kaderini belirliyordu artık.

1996’da Refah Partisi 1. parti çıktığı için Erbakan’ın başbakanlığında hükûmet kurdurulurken memleketin 28 Şubat anaforuna gideceğini, Refah Partisi’nin kapatılıp yerine FP, ondan da AKP’nin kurdurulacağı ve memleketi 20 seneye yakın idare edeceğini kimse hesaplamıyordu.

Erbakan’dan Ruşen Çakır’a, Namık Kemal Zeybek’ten Ertuğrul Özkök’e Banu Avar’dan Bekir Coşkun’a kadar pek çok gazeteci-aydın ve siyasetçinin ileri sürdüğü BOP eşbaşkanlığı için AKP’nin bir ABD projesi olarak kurdurulduğu, Graham Fuller, Abramowitz gibi siyonist aktörlerin ta 1995-96’da İstanbul belediye başkanıyken Erdoğan’la esrarengiz toplantılar yaptıkları yazılıp çizildi.

Bunların hayal mahsulü, komplo teorileri olduğu farzedilse bile gelinen nokta ve Erdoğan’ın kendi ağzından BOP eşbaşkanı olduğunu itiraf etmesi o teorilerin açık itirafı.

Efendi devleti kuranlar 28 sene muhalefeti bertaraf ederek tek parti iktidarıyla nasıl iktidarda kalmaya muvaffak! oldularsa, AKP’nin aynı metodlarla yirmi seneye yakın bir zaman muhalefetsiz iktidarı aynı devlet anlayışının 21. asır versiyonudur. Hele ki hiçbir şeyin gizli kalmadığı dijital bir dünyada, her şeyi manipüle ederek kabul görmesi siyasî tarihe bakıldığında, (ortalama iktidar ömrü 3.5) 28 seneden daha zor bir iştir. Ve, AKP bunu başarmıştır. Ya da… Projelendirilmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*