6 Şubat’ta yeni dönem başlamıştı.
Müdür Bey’in odasında idim.
Ders programımı elime aldığımda derslerine girdiğim eski öğrencilerimin benden alınıp yerine yeni birçok sınıfın dersinin verildiğini gördüğümde; birbirimize çok alıştığımız eski öğrencilerimden ayrılacağım için üzülmüş, yeni bağlar kuracağım yeni öğrencilerime kavuşacağım diye de sevinmiştim.
Günlerden Perşembeydi. Sınıf Rehber hocası olduğum sınıfın dersine ilk defa girecektim. İlk tanışma, ilk buluşma gerçekleşecekti. İçeri zili çaldığında çok heyecanlıydım.
Sınıfa doğru yavaş yavaş yürüdüm. Sınıfa mütebessim bir çehreyle girdim. Ben içeri girer girmez çocuklar ayağa kalktı. Gözlerine baktım; hepsi ışıl ışıldı.
Masum bakışlarla ‘iyi dersler’ dememi bekliyorlardı. Onları daha fazla ayakta bekletmeden, klâsik ‘iyi dersler’-‘sağ ol!’ selâmlaşmasını yaptıktan sonra oturmalarını söyledim.
DERSİMİZ: DOĞRULUK!
Önce yoklamayı aldım. Sonrasında ise; doğru konuşmak, yalan söylememek, dürüst davranmak, güzel ahlâka sahip olmak, görgü kuralları, v.s. konular hakkında yaklaşık yirmi dakika bir sunum yaptım.
İlk intiba çok önemli olduğundan, ilk derste söyleyeceklerimin öğrenciler nezdinde belki de bir dönem boyunca kazandırmak isteyeceklerimden çok daha fazla kalıcı izli davranış değişimine sebep olacaktı.
Sunumu bitirdikten sonra öğrencileri tanımak için, birebir sohbet ettim onlarla.
Babalarının ne iş yaptığı, kaç kardeş oldukları, nereli oldukları gibi birkaç soru sorarak onları daha yakından tanımaya başladım.
Kimi mühendis dedi, kimi polis, kimi hizmetli, kimi esnaf… Kimi ise ‘serbest çalışıyor’ diye cevap vermişti; babalarının mesleklerini söylerken.
Daha sonra ise, birinci dönemki karnelerini sordum. Takdir, teşekkür alıp almadıklarını, kaç zayıfları olduğunu, v.s. sorarak hangi derslerde zorlandıklarını tesbit etmeye çalıştım.
Derken bize ayrılan süre bitmiş; teneffüs zili çalmıştı. İlk ders çok zevkli geçmişti.
Hem ben çok memnun kalmıştım, hem de onlar beni çok sevdiklerini, bana çok çabuk ısındıklarını ve kısa sürede kaynaştığımızı dile getiriyorlardı.
Öğrenciler yavaş yavaş teneffüse çıkarken ben de öğretmenler masasındaki eşyalarımı toparlıyordum. İki kız öğrenci yanıma gelip, özel konuşmak istediklerini söylediler.
“Önemli bir konu mu? Nöbetçiyim. İsterseniz daha geniş bir vakitte görüşelim?” dediğimde, “Çok değil hocam; biraz önemli… Ama şimdi görüşsek iyi olur” dedi Neslihan adlı öğrenci.
İlk defa bugün tanıştığımız ve benle paylaşacak önemli bir konusu olan bir öğrencimi daha da yüzsüzlük edip geri çeviremezdim her halde, ne kadar önemli işim olursa olsun görüşmeliydim.
“Buyurun sizi dinliyorum” dediğimde, Neslihan; “Hocam burası kalabalık, daha tenha bir yerde konuşamaz mıyız?” diyerek kimsenin olmadığı veya en azından kimsenin duymayacağı daha sessiz bir yerde konuşmamızı istiyordu.
“Pekâla, gelin nöbetçi olduğum yerde konuşalım. Hem nöbetimi yapar, hem sizi dinlerim” diyerek Neslihan ve Berçem’le nöbetçi olduğum okulun arka bahçesine doğru gittik.
“HOCAM ÖZÜR DİLERİM SİZE YALAN SÖYLEDİM!”
Okulda, dersten kaçmak isteyen bazı öğrenciler okulun arka bahçesindeki duvarı kullanarak kaçmaya çalıştıklarından her teneffüs bir öğretmen burada nöbet tutmakta.
“Burası sessiz, kimseler yok. Burada konuşabiliriz” diye sözü onlara bıraktım.
Neslihan “Hocam biz Berçem ile ilköğretimden beridir arkadaşız. Berçem ile ilgili bir konuyu konuşmak istedik” diyerek “Söz sırası sende, hadi anlat” der gibi bir bakışla Berçem’e baktığında, Berçem “Hocam” diyerek söze başladı.
“Neslihan arkadaşımdan rica etmiştim sizinle konuşalım diye. Sağ olsun beni kırmadı ve geldi. Hocam dersimize ilk defa giriyorsunuz. Bize, söylediklerimizin altında kalıp ezilmemek için her zaman doğru konuşmamız gerektiği, hiçbir zaman asla yalan atmamamız gerektiğini, v.s. anlattınız. Düşündüğümde çok önemli bir konuyu seçtiğinizi gördüm. Hocam, özür dilerim ben derste size yalan söyledim” dediğinde yüzüne baktım. Bir mahcubiyet edası vardı onda.
“Buyur, şimdi doğruyu söyleyebilirsin öyleyse. Hangi konuydu ve doğrusu neydi?” diyerek ona bir fırsat tanıyarak mahcubiyetini gidermesi adına doğru olanını söylemesini sağlamak istedim.
ON YILDIR HAPİSTE…
“Babamın ne iş yaptığını sorduğunuzda rencide olmamak için serbest meslek yapıyor demiştim hocam. Oysaki babam otuz yıl hapis cezası almış, tam on yıldır hapiste…” diyerek anlatmaya başladığında babasına olan hasret duygusunun ne kadar şiddetli olduğu çok rahat hissediliyordu.
İlk intibanın ne kadar önemli olduğunu, az evvel dersine girdiğim sınıftaki Berçem üzerinde somut olarak yaşamış oluyordum böylece. Rencide olmamak adına yalan atan bir öğrenci, doğru konuşunuz, yalan söylemeyiniz diye tavsiyelerimden ötürü kendini suçlu hissedip bu hatasını telâfi için gelip konuşmak istemesi mutlu etmişti beni.
Söylediklerimiz havada kalıyor, öğrenciler üzerinde hiçbir tesir uyandırmıyor diyen bazı eğitimci arkadaşlara Berçem ile olan bu iletişimi görmelerini çok isterdim. Bazen söylediklerimiz ile bir kişinin dahi kazanılmasına sebep oluyorsak bu bile çok büyük başarı ve mutluluk kaynağıdır diye düşünüyorum.
EN BÜYÜK BAŞARI BERÇEM’E AİT!
Sınıfta derslerini sorduğumda bir kişi takdir, beş kişi de teşekkür almıştı otuz kişilik sınıfta. Takdir alan tek kişi vardı; o da Berçem. Yaklaşık otuz kişilik sınıfta tek bir kişinin takdir alması ve onun da böyle bir olay yaşamış olmasına rağmen Berçem olması ona olan ilgi ve dikkatimi daha da çok arttırmıştı.
Kendisini daha çok yakından tanımak ve geleceği adına kendisini sahiplenmek istedim. Ama çok daha fazla konuşmaya vaktimiz yoktu. Çünkü içeri zili çalmıştı. Dersimin boş olduğu bir saati kendisine bildirerek öğretmenler odasında onu bekleyeceğimi söyleyip ana binaya doğru yürüdük. Herkes kendi sınıfına gitti. Ama gün boyu aklımdan hiç çıkmamıştı Berçem.
Özellikle de babasının neden hapis yattığı merakımı çok celp etmişti. Üstelik bu olumsuz durum derslerindeki başarısını olumsuz yönde etkilememişti.
SİYASET BİR AİLEYİ DAHA YIKMIŞTI
Dersimin boş olduğu o saatte öğretmenler odasında oturmuş sınıf defterini dolduruyordum ki Berçem de geldi.
Beraber kantine inip birer çay aldıktan sonra boş bir masaya oturduk.
Biraz sohbetten sonra konu babasına gelmişti.
“Baban hangi cezaevinde?” diye sorduğumda “… E Tipi Cezaevi’nde” dedi.
“Peki, baban hangi sebepten ötürü otuz yıl ceza almış?” şeklindeki soruma üzgün bir ses tonuyla “Siyasî meseleler yüzünden hocam” cevabını verdiğinde “Konuyu tam anlamadım. Baban siyasete atıldı diye mi ceza aldı?” diyerek konuyu daha da açmasını istedim.
“Ben çok küçüktüm o sıralar; henüz beş altı yaşlarındaydım. Hayal meyal de olsa hiç hatırlamıyorum, ama annemin anlattığına göre bir gece vakti bizim ev basılmış. O zamanki komşularımızdan birileri polise ihbar etmiş. Eve baskın yaptıklarında bir PKK’lıyı yakalamışlar. Onu barındırmak, yemek yedirmek, içirmek, giydirmek suçundan babam tutuklanmış. Annemin dediğine göre babam tam bir Kürt sempatizanı imiş. Sürekli gerillalar evimize gelir yer içerlermiş. Maddî destekte de bulunurmuş babam. Hatta çoğu zaman bize yedirmez içirmez onlara yedirirmiş…” diyerek babasının neden yakalandığına dair her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattığında büyük bir şok yaşıyordum.
“Peki, babanla görüşüyor musunuz? Yoksa bu davranışından ötürü onu suçlu bulup görüşmüyor musunuz?” diye sorduğumda, “Olur mu hocam! Her insan hata yapabilir. Babam, bize sahip çıkacağına onlara sahip çıktığı için elbette ki çok suçlu. Ama baba bu! Ne atılır, ne satılır! Bir çocuğun babaya duyduğu hasreti, sevgiyi hiçbir erkek, babadan başka hiçbir insan dolduramaz!” diyerek babasına olan hasretini ve sevgisini bir kez daha dile getiriyordu.
Haklıydı da nitekim.
Baba sonuçta! Ne kadar suçlu olursa olsun babadır; baba kokusu baba sevgisi bir başkadır.
Her konuşmasında babasına olan hasret duygusu çok belirgin bir şekilde hissedildiğinden birbirine hasret iki kişiyi buluşturmak istedim.
Ve kendisine “Kızım, babanı ziyaret etmek ister misin? İstersen gel seni götüreyim?” dediğimde adeta dünyalar sanki onun olmuştu.
“Çoook teşekkür ederim hocam! İnanın çok büyük bir moral depolama olur benim için. Böyle bir iyilikte bulunursanız çok mutlu olurum” diyordu.
Ziyaret saati değildi. Ama cezaevinde çalışan çok yakın bir dostum vardı. Kendisini arayıp Berçem’in babasıyla görüşüp görüşemeyeceğimizi sorduğumda yardımcı olacağını söyledi. Arabaya binip cezaevine doğru yol aldık. Bir demet çiçek de aldık.
“Üzerine ne yazalım?” diye sorduğumda, Berçem “Hasretle, çok değerli babama! Kavuşmak dileği ile” yazalım hocam dediğinde ses tonu heyecanlıydı. Haklı bir heyecandı bu. Sanırım ben de olsam heyecanlanırdım. Uzun bir süredir görüşmemiş hasretin ortaya çıkardığı ve sevgiliye kavuşmanın verdiği heyecandı.
AVUKAT OLMAK İSTİYORUM!
Çiçeğimizi aldıktan sonra kaldığımız yerden yola devam ettik.
Giyim kuşamına baktığımda ne yoksulluğu ne de moderniteyi çağrıştıran bir giyimi vardı. Temiz, bakımlı, ama mütevaziydi. Kendisine “Ailenin geçimini nasıl sağlıyorsunuz peki?” diye sorduğumda, “Ara sıra dayılarım, ara sıra da teyzem bize destek oluyor hocam” dedi.
“Peki, babanın böyle bir olay yaşaması seni çok etkilemiş görünüyor olsa da, okuldaki derslerinde de çok başarılısın. İlk dönem takdir almışsın. Üstelik yaklaşık otuz kişilik sınıfta bir tek sen bu başarıyı sergileyebilmişsin. Bu konuda seni tebrik ediyorum. Bu başarından ötürü sana bir sinema sözüm olsun” dediğimde, “Hocam çok sağ olun” diyerek ekledi; “Hocam, aslında başka çarem yok. Çalışmazsam başka ne yapabilirim ki. Akrabalarımızdan destek almak çok zoruma gidiyor benim. Bir an evvel okulu bitirip güzel bir üniversitede hukuk fakültesini okuyup avukat olmak istiyorum” diyordu Berçem.
Çok akıllı ve zeki bir kızdı. Geleceğe yönelik planlarını yapmıştı bile.
“Okuldaki başarın devam ederse ve ilk yılda kazanırsan, hukuk fakültesindeki masraflarını ben karşılayacağım” dediğimde yüzü gülüyordu.
Mutluydu. Konuşup dertleşerek cezaevine varmıştık. Arkadaşımı arayıp bizi içeri almasını rica ettim. Bizi alıp babasının bulunduğu koğuşa götürdü.
Gardiyan babasını çağırıp yanımıza getirdi. Hasretle kucaklaşıp gözyaşı döktüler. Yaklaşık yarım saat dertleşip hasret giderdikten sonra gardiyan vaktimizin dolduğunu söyledi. Vedalaşıp ayrılmak zorundaydılar. Zor da olsa vedalaşabildiler. Uzun zamandır görüşememişlerdi çünkü.
Arkadaşıma bu güzel nezaketinden ötürü teşekkür ettikten sonra, arabaya binip okula geri döndük. Onlar hapishanede kucaklaşırken, hasret giderirken benim de merhum babam hatırıma geldi bir anda.
Okuyalım diye ne emekler vermiş, ne çileler çekmişti. Bugün hayatta olmasını ve çocuklarına sahip çıkmayan babaların da olduğunu kendisine söyleyip onunla gurur duyduğumu söylemek isterdim. Ama ömrü yetmemiş, beş yıl önce Rahman’a ruhunu teslim etmişti.
Arabada dönerken Berçem “Hocam çok sağ olun. Uzun zamandır görüşememiştim babam ile. Çok iyi oldu; hasret giderdik, dertleştik” derken yüzü gülüyordu.
“Altından kalkamayacağınız bir sözü asla söylemeyiniz. Her söylediğiniz muhakkak doğru olsun. Asla yalan konuşmayınız” diyerek anlattığım o ilk dersin bizi nerelere kadar getirdiğini neleri yaşattığını düşündüm gayr-i ihtiyari.
Bir sözün bir öğrenciye kazandırdığı ‘doğruluk’ sıfatının getirdiği mutluluğun mutluluğu yüreğimden gün boyu eksik olmadı.
Ve hâlâ devam ediyor…
Benzer konuda makaleler:
- M.Kemal’in Talebini Said Nursi’ye Babam İletti
- Son şahitlerden Mustafa Ekmekçi dua bekliyor
- İlk açıktan İslâm’a dâvet denemesi
- Hak Gelince…
- Bir şefkat kahramanı: Şükran Çalışkan
- Hayat amacı nasıl bir şeydir?
- Söylemediklerinizin edebi nasıl?
- Bir annenin feryadı
- Doğruluk rehber olunca
- Nurcuları sevdiğim için buradayım
İlk yorum yapan olun