En yüksek ile en derin arası

Yaratıcıyı düşünmeden yaratılanı düşünmenin, bütün yönleriyle Yaratıcıya muhtaç olan mahlûkata faydası olmayacaktır. Düşünür diye tanınan insanların düşündükleri eğer kendilerini Kâinatın Yaratıcısına götürmüyorsa, yaşayışlarında insanlara yarayacak bir kesit bulunmayacaktır.

İnsanı, dünya yaşayışının dünyaya bakan yüzünden öteye götürmeyen düşünce ve faaliyetler, dünyada kalmaktan ve yokluğa mahkûm olmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

İnsan dünyanın dar kalıplarına sığmayacak kadar geniş ufuklu bir harika varlık olarak yaratılmıştır. Duyguları ebede kadar uzanmıştır. Arzu ve ihtiyaçları dünyanın birkaç günlük hayatında yerine gelemeyecek kadar fazladır. Ancak ebedî bir hayat insanda var olan duyguların tatminini sağlayabilir. İnsan sadece bu dünya hayatını yaşamak için yaratılmamış, ona sonsuz hedefler gösterilmiş ve sevdirilmiştir.

Kâinatın yaratıcısı, insanı başıboş bırakmamış ve hayatın gerçekleri konusunda kendisini muhatap kabul ederek, gerçekleri öğrenmesi için deliller kendisine sunmuştur. Muhatap kılınmak büyük bir makamdır şüphesiz.

Kudreti nihayetsiz olan bir Yaratıcıya muhatap olmak insan için büyük bir mazhariyettir. Buna lâyık olmak, o büyük nimetin değerini düşünüp gereğini yapmak da insana düşer. Çünkü insan, Yaratıcısını tanımaya ve emirleri dairesinde yaşamaya müsait olarak yaratılmıştır.

Rabb-i Rahîm, güzelliklerle mücehhez kıldığı insanları değerli kılışının bir nişânesi olarak, onlara “Ey insanoğlu, sizi yaratan Rabbinize ibadet ediniz” diye hitapta bulunmuş ve kendilerini, kendisine ibadet etsinler diye yarattığını ifade buyurmuştur. Kitaplar ve sahifeler diliyle yazılı, Resûller vasıtasıyla da sözlü olarak hep insanlar ikâz edilmiş, gerçeğe çağırılmışlardır.

Evet, Allah’a binler şükür ki, bizler Allah’ın yüce dini olan İslâm’a mensubuz. Hz. Muhammed (asm) gibi en mükemmel insan bizim Peygamberimiz, Kur’ân gibi hakikatler manzumesi olan bir kitap da bizim kitabımızdır. Rabbimizin emirleri dairesinde yaşamak, insan olmamızın en temel görevidir. Kur’ân-ı Azimüşşan’ın hiç eskimeyen her geçen gün daha da tazelenen, gençleşen hakikatlerini hayatımızın rehberi yapmak kadar büyük bir mazhariyet olamaz bu ölümlü dünyada…

Peygamber Efendimizin (asm) o insanı yücelten sünnetlerine bağlanmak, o dosdoğru olan istikamette hayat geçirmeye çalışmak İslâm’ın nuruna kavuşmuş her insanın, hayatı pahasına da olsa vazgeçmemesi gereken hedefi olmalıdır. İnsanlığı İlâhî nura kavuşturma görevine sahip olan, ümmetinin ebedî saadeti için hayatında da memâtında da çırpınan ve İlâhî canipten kendisine tevdi edilen şefaat imtiyazını kullanacak olan Habibullah’ın nurundan uzak durma bahtsızlığı, insanlığın yakalanacağı en koyu ve en tehlikeli bir hastalıktır.

Dünya ömrünün ahirinde, şeytanların insanları ebedî hayatı kazanmaktan uzaklaştıracak neredeyse sayısız silâhları ve tuzakları bulunmaktadır. Dışarıdaki düşmanların yanında, bizler içimizdeki nefsimizin, şeytanları harîm-i ismetimize davet eden istek ve arzularıyla da mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Ve ancak manevîyâtımızı kuvvetlendirecek çok kuvvetli silâhlarla bu tehlikeli düşmanlarla mücadelede başarılı olabiliriz.

En müstebit dönemlerin zalimâne engellenmelerine rağmen, yazıldıkları günden bu yana her geçen gün okuyucuları, dünyanın her tarafına yayılacak kadar artan, imanların kurtulmasına sebep olan ve zayıf imanlı olanların imanlarını kuvvetlendiren “Risâle-i Nur” eserleri, müthiş ahirzaman fitnesinden insanları kurtaracak en tesirli manevî silâhtır şüphesiz.

Bu fitne asrında bizlerin, Kur’ân hakikatlerinin asrımız insanlarının anlayışına en etkili bir şekilde izah edildiği Nur Risâlelerine büyük ihtiyacı bulunmaktadır. Risâle-i Nurların mahiyetini iyi kavrayan bir insan için, bu eserlerin yayılması ve insanların istifadesine sunulması kadar daha büyük bir görev bulunmamaktadır. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmak kadar insan için daha önemli bir meşguliyet bulunamaz.

Bu dünya imtihan yeridir. İnsanın ebedî hayatı bu imtihan dünyasındaki başarısı nisbetinde olacaktır. Esfel-i sâfilîn denilen Cehennemin en derin yerinden, âlây-ı illiyîn denilen Cennetin en yüksek makamına kadar dereceler bulunmaktadır. Ve insanlar dünyadaki yaşantı ve meşguliyetlerine göre bu iki nokta arasında bir yerde bulunacaklardır…

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*