Fani dünyanın bâkî adamı olmak

Sadece beşer aklının ürünü olan, içinde Hak ve hakikat bulunmayan sistemler yıkılmaya mahkûmdur.

Bunların insanlığa huzur ve mutluluk getirmesi mümkün değildir.
İnsanı, ‘ekonomik hayvan’ olarak gören ve tamamen dünya odaklı, zevk ve acı gibi kavramlarla tanımlamaya çalışan bu sistemlerde insan daha da mutsuz ve huzursuz olmaktadır.

Halife-i arz makamında olan insan, kâinatın ihtilâlcisi konumuna gelmiş ve bütün mahlûkat sistemini de kendi menfaatleri uğruna bozmaya başlamıştır.
Sadece cesedi ve bedeni düşünen nefisperest insanların hakperest olmaları imkânsızdır. Beden ve nefis dünyasında dönüp duran bir insanın ruh ve kalp dünyasının âdâb ve erkânına riayet etmesi mümkün değildir.
Gün geçtikçe bozulan ekonomik, biyolojik, ekolojik dengelerle beraber uyuşturucu, içki, kadın ve benzeri bütün kötü alışkanlıkların girdaplarına, kara deliklerine kapılan onca insan ve toplumun neredeyse bütün katmanlarında görülen ahlâkî çöküntü insanlığın tehlikeli gidişinden ve belki de kıyametten haber vermektedir.
Problem, insanın sadece maddî, biyolojik, bedensel, nefis, dünya yönüne bakılarak sistem geliştirmektir. İnsanı sadece akleden ve konuşan bir hayvan olarak değerlendiren bütün felsefe ve sistemleri insanın mânevî yönünü, enfüsî derinliğini, mânâya açılan pencerelerini ihmal etmişler ve bunun tokatını da daha sıkıntılı, depresif, ahlâksız, merhametsiz, adaletsiz insan modelleriyle ödemektedirler. Böylelikle kalpsiz bir akıl, kalbî marazları, kalbî marazlar da felsefî ve aklî iştigalleri arttırmış, insan kısır bir döngünün içinde sıkışıp kalmıştır.
Kalbi hasta olan, kalbî ve ruhî huzuru yakalayamayan bir insan, cehennemî bir hâl yaşayacak ve onun için cennet nimetlerinin de bir anlamı olmayacaktır. Siz ne kadar ona altından ırmaklar akan cennet tasvirleri anlatırsanız anlatın, etrafına kin ve nefretle bakan süflî hislerin vadilerinde gezen insanları bu anlatımlar ne kadar mutlu edecek veya kalbî ayarlarını ne kadar düzeltecektir?
Hak dinden beslenen ve insanın uhrevî yönünü dikkate alarak geliştirilen sistemler, fıtrat programına uygun eğitimler ancak gerçek huzur ve mutluluğun yakalanacağı iklimler oluşturacaktır.
İnsan, emrâz-ı kalbiye olan kin, nefret, öfke, haset, gıybet gibi süflî duygularını törpüleyip mücadele ettiği ölçüde, kalbî hayatı düzene girecek ve bu mücadele neticesinde de ahirette bu duygular kalbinden sökülüp atılarak mükâfatlandırılacaktır. Zira kötülerin yeri, kötü vasıf ve duyguların merkezi cehennemdir. Cennete girecek bir insanın bir ameliyat-ı saykal geçirmesi bunun içindir. Yani insan marazlarıyla uğraştığı ve tedavi ettiği ölçüde cennetin de, dünyanın da gerçek mahiyetini tanıyacak ve daha cennete gitmeden cennetî halleri yaşayacaktır.
İman, içinde bir şecere-i tûbâ çekirdeğini, küfür de şecere-i zakkum çekirdeğini taşır. Risâle-i Nur’da geçen bu tesbit, çok büyük hakikatlerin de çekirdeği hükmündedir.
Tûbâ ağacı, cennette meyve verecek bir ağaçtır. Zakkum da bir cehennem ağacıdır. Dolayısıyla bu dünyada insanın yaşıyor olduğu hâlet, aslında hangi çekirdeği büyüttüğünün ve gidiyor olduğu yerin habercisi niteliğindedir.
Cenneti hâli yaşayan, cennete ait vasıflarla vasıflanan hangi şart ve zeminde olursa olsun, gerçek huzuru ve mutluluğu yakalayan, nefsi terbiye eden, gaflet ile işlediği günahlardan hemen tövbe eden insan cennetin çekirdeğini kalbinde büyütüyor demektir.
Küfür ise, insanı karanlıkta bırakır. Bakışı, duyuşu, hissedişi karanlık ve negatif olan bir insanda da cehennem tohumu büyümekte ve yaşadığı hâl ve vasıfları dahi gidiyor olduğu yerin habercisi niteliğindedir.
İnsanın “benim” dediği, sahiplendiği her şey aslında ya cennete ait ya da cehenneme aittir. Duyguları, Yaratanın rızası doğrultusunda ise, bu cennete lâyık bir hâlin dünyada yaşanması anlamına gelir. Haramlar, kötülükler ahlâksız ve inançsız haller ise, cehennemî hâl ve vasıflardır. Verilen nimetler Allahın rızası doğrultusunda kullanıldığında, cennetî nimetler olur. Nefsi doğrultusunda kullanılırsa nimet, hem onun için cehennemî bir hâl, hem cehenneme gidişin sebebi olacaktır.
İnsan, hangi hâlin tesirinde fazla kalıyorsa, yanlış ve günahlarından tövbe etmiyor, kalbî marazlarını tedaviye çalışmıyorsa, yaşadığı her duygu, davranış, vasıf ve sahip oldukları onu cehenneme çekecektir.
Dünya bile, kendisine taparcasına peşinden koşanları kıyamet koptuktan sonra cehenneme boşaltacaktır. Dolayısıyla her yanlış, günah, haram aslında cehenneme atılan zincirler hükmündedir. Yani insan dünya hayatında nereye bağlantılar kurmuşsa, ahirette o menzilin sekinesi olacaktır.
Lemaât’ta şöyle bir tesbit vardır: “Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir hâlet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez, onları eğlendirmez. Bu hikmete binâen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve şehvânî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.” Anlaşılacağı üzere, insan ahiret âleminin talimlerini bu dünyada yaşamaktadır. İrade ettiği zevkler, davranışlar, hisler, inançlar, vasıflar ya cennetî ya cehennemîdir.
İnsan, dünya hayatında da sırat köprüsünden geçmektedir. Öyle kaygan zeminler, öyle uçurumlar, öyle dar yollar üzerinde imtihan olmaktadır ki, bu imtihanını veren bir insan ahiretteki sırat köprüsünü rahat geçecektir. Dünya hayatının cazibeleri, aklı ve kalbi uyuşturan eğlenceleri, günahların içindeki menhus lezzetleri arasında sırat-ı müstakîmi yakalayanlar, sırat köprüsünden bir çırpıda geçecek olanlardır.
Cennet tohumları büyütmenin bir göstergesi de dünya lezzetlerinin peşince koşmamak yani nefsi riyazete alıştırmak hâlidir. Büyük zatların hayatlarına baktığımızda çok sıkıntılı ve dünya lezzetlerinden uzak bir hayat yaşadıkları görülmüştür. Ellerinin tersiyle dünyaya dair şeyleri iten, ahiret yurdunda asıllarına, menbalarına talip olan büyük ruhlar, görünüşte sıkıntılar içinde de olsalar, aslında gönülleri gül ve gülistan olmuştur. Bu büyükler kalben dünyayı terk ederek, ahiretlerini kazanmışlardır.
Hâsılı, Hazret-i Ali’nin (ra) dediği gibi, “İyi bilin ki, dünya geçip gitmekte, ahiret ise yönelip gelmektedir. Her ikisinin de adamları vardır. Sizler ahiret adamı olun, dünya adamı olmayın. Zira bugün amel var, hesap yok; yarın hesap var amel yok.”
Zaten doğduğumuz gün görünüşte dünyaya, fakat hakikatte ahirete bir adım atmış olmaktayız. Öyleyse fani dünyanın, fani adamı olmak yerine bâkî âlemlerin ahiret adamı olmaya çalışmak doğru olacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*