Gösteriş ve riyadan şirke yol var

Dinî kaynaklardan bazı hakikatları, bazı dikkat çekici ikazları öğrenince ehl-i din olarak işimizin hiç de kolay olmadığını anlıyoruz. İmanla bu fani dünyadan göçüp, dar-ı saadeti kazanmanın rahmet-i İlâhiyeden ümit kesmemekle beraber pek de kolay olmadığını öğreniyoruz.

Meselâ; bir çoğumuz Efendimizin (asm) “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Bundan başka günahları ise, dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşana gelince, artık o haktan uzak bir sapıklıkla sapmış gitmiştir” hadis-i şerifindeki tesbitlere bakınca, en büyük günahlardan olan ve Yüce Allah’ın kesinlikle affetmeyeceği “şirk” gibi bir günahtan çok uzaklarda olduğumuzu zannederiz. Yani Allah’ın tek olduğunu, eşi ve benzeri bulunmadığını bütün zerratımızla ifade eder ve öylece inanırız. Ve dolayısıyla şirk diye tarif edilen ve Allah’a ortak koşmak diye tanımlanan böyle bir dehşetli günahı işlemekten kendimizi çok emin biliriz.

Lâkin ehl-i din olarak, çoğumuzun aklına, “gizli şirk” diye tâbir edilen Allah’a ortak koşmakla eş anlamlı olan bu tehlikeli durum gelmez. Bünyesinde riyayı, gösterişi, ‘desin’leri, teveccüh-ü nâsı barındıran hal ve tavırların bir nevî “gizli şirk” olduğunu ve mü’minler için asıl tehlikenin bu gibi durumlar olduğunu bilmemiz gerekir. Bilmenin ötesinde, ibadet ve taatlerimizde, amel ve hizmetlerimizde bu gibi tehlikeleri dikkate almakta gerekli titizliği gösterebiliyor muyuz?

İbadetlerimizde, taatlerimizde, her türlü amelimizde rıza-i İlâhîyi nazara almadan, insanların takdir ve tahsinlerini, iltifat ve övgülerini beklemenin, alkış ve medihlerine itibar etmenin beraberinde getireceği “gizli şirk” gibi insanın ebedî hayatını mahvedecek bir tehlikeyi asla göz ardı etmemek gerek.

Bu meyanda, Efendimizin (asm); “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşmalarıdır. Ben güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Fakat Allah rızası dışında yapılan amelleri ve gizli arzuları kast ediyorum” hadis-i şerifindeki dikkat çekici uyarı ve ikazları çok iyi okumalı diye düşünüyorum.

Bu gibi tehlikeleri çok iyi gören Bediüzzaman Hazretleri, ibadetin ruhu olan ihlâsı kazanmak için talebelerine İhlâs Risâlesi’ni lâakal on beş günde bir defa okumalarını ısrarla tavsiye ediyor. İhlâsın ehemmiyetine işaret ettikten sonra, ihlâsı kıracak esbaptan yılandan, akrepten kaçındıkları gibi kaçınmaları noktasında talebelerine işarette bulunuyor. Ayrıca onun neden yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını esas aldığını; onun dışındaki her türlü takdir ve iltifattan, medih ve övgüden kaçındığını, bu noktada talebelerine niçin sürekli ikazlarda bulunduğunu çok iyi anlıyoruz.

Bu noktada, Bediüzzaman’ın, ‘bir cemaatin sa’yleriyle (çalışmalarıyla) vücuda gelen semerâtı, o cemaatin reisine vermenin bir nevî şirk-i hafî olduğunu’ vurguladığını da unutmamak gerek. Ayrıca müellif-i muhteremin “Enaniyetten neş’et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman esbab şirkine inkılap eder. Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta’tile, yani halıksızlığa incirar eder. El-iyazü billah” (Mesnevî-i Nuriye, s. 155) tesbitini de ehl-i dinin iyi okuması gerekir.

Riya ve gösterişin tehlikelerini, en bariz şekilde, Efendimizin (asm) şu tesbitlerinde görüyoruz: “Kıyamet günü, aleyhinde ilk önce hüküm verilecek olanlar şunlardır: Herkes onu şehit olarak biliyor. Allah’ın huzuruna getirilen bu adama, yüce Allah, verdiği nimetlere karşı neler yaptığını sorar. Adam; ‘Ya Rabbi, Senin yolunda cihad ettim ve sonunda şehit oldum’ deyince, Allah (cc) ‘Yalan söylüyorsun. Bilâkis sen cesaretlidir, kahramandır denilmek için savaştın. Nitekim hakkında böyle söylenmiştir’ buyurur. Sonra bu adamın cehenneme atılması için emir verilir. Bu defa ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkalarına öğretmiş başka bir adam huzura getirilir. Cenâb-ı Hak, adama verdiği nimetlerini hatırlatır ve bu nimetlere karşı neler yaptığını sorar. O da; ‘Senin rızan için ilim öğrendim, Kur’ân okudum, öğrendiklerimi başkalarına da öğrettim’ deyince Yüce Allah: ‘Yalan söyledin. Sen âlim denilmek için öğrendin. Ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun. Gerçekten sana bunlar söylendi’ buyurur. Ve ‘Bunu Cehenneme atın’ emrini verir. Başka bir adam getirilir. Yüce Allah’ın her çeşit maldan bolca verdiği ve çeşitli ihsan ve ikramlarda bulunduğu söylenir. Bu nimet ve ihsanlara karşılık neler yaptığı sorulur. O da kendisine verilen bu nimetleri yâd ettikten sonra, bunları verilmesi gerekli yerlere Allah rızası için dağıttığını söyleyince, Yüce Allah; ‘Yalan söyledin. Bilâkis sana cömert kimsedir desinler diye verdin’ der ve ‘Atın bunu cehenneme’ diye emir verir Cenâb-ı Hak. Sonra Efendimiz (asm) Ebu Hureyre’nin (ra) dizine vurup, “Ey Ebû Hureyre. Bu üç kimse, kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlûkudur” buyurur.

Cenâb-ı Hak’tan hepimizi, bütün ehl-i dini “şirk-i hafî”ye kapı aralayacak her türlü riya ve gösterişten uzak kılmasını temennî ediyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*