Hoşgeldin sultanım!

Derken Ramazan geldi. Hoş geldi, safa geldi. Ehl-i iman için sürur ve mutluluk kaynağı… “Ayların sultanı” dedik ona. Fakrımızı anladık, aczimizi idrak ettik. Mevsim yaz, günler uzun… Ne yapacağız, ne edeceğiz, nasıl tutacağız oruçlarımızı… derken başladık oruca. Cenâb-ı Hak kerim. O bizi bizden daha iyi biliyor. Sabrını veriyor.

Oruç, ana umdelerimizdendir. Şeâirin azamlarındandır. Orucun çok hikmetleri var: Cenâb-ı Hakk’ın rububiyetine, insanın sosyal hayatına, şahsî hayatına, nefsin terbiyesine, istifade ettiğimiz nimetlerin şükrüne bakan, sayılamayacak kadar hikmetleri vardır.

Bütün dünya Müslümanları adeta büyük bir ordu hükmüne geçiyor. Ne kanun maddesi, ne de resmî bir mecburiyet… Oruç bir inanç işidir, iman işidir.
Hatırlayamadığımız ve idrak edemediğimiz nimetlerin değerini anlıyoruz. Oruç bu anlamda şükrün anahtarı hükmüne geçiyor. Zayi ettiğimiz, horladığımız ve israf ettiğimiz nimetlerin ne kadar değerli olduğunu o zaman anlıyoruz. Kuru bir parça ekmek bile gözümüzde büyük bir değer kazanıyor.

Sosyal hayatımız Ramazan’a odaklanıyor. Oruç tutamayanlar bile oruç tutanlara saygılarını gösteriyorlar. Nefsi hizaya sokuyor. Sabır ve metanetini arttırıyor. Adeta ehl-i iman, bir aracın bakıma alınması gibi, kendisini bakıma alıyor bu ayda… Rastgele tükettiği nimetlerin değerini anlıyor.

Ve Kur’ân sayfaları açılıyor. Mukabeleler okunuyor. Komşular hatırlanıyor. Meşrû ziyafetler ve hediyeleşmeler çoğalıyor. Fakirler akla geliyor sonra… Onlara el uzatılıyor. Şefkat ve merhamet ile… İllerden ilçelere, ilçelerden köylere, mahallelerden evlere… Ramazan bu anlamda ülkelerden ülkelere, dünyadan ahirettekilere kadar uzanan bir silsile ile devam ediyor. Dünya o zaman bir mescid hâline geliyor. Mekke ağzı ile, Arefe dili ile, Medine serinliği ile… Teravihler, oruçlar, mukabeleler, iftarlar ve sahurlar… Her biri ayrı bir atmosferin adıdır. En katı kalpler dahi yumuşacık olur. Camiler dolup taşar. Mescidler şenlenir. Ağızlar misk gibi kokmaya başlar. Meyhaneler kapanır, lokantalar boğaz savaşlarına ara verir. Böylece Ramazan, Ramazan olmaya devam eder.

Her geleceğin yakın olduğunu bilen mü’minler, bir de bakarlar ki bayram gelmiş…

Bunlar Allah’ın emri. Elbette bir çok hikmet ile iç içe olur insanlar… Bu hallerden oruçsuz ve inançsız insanlar bile istifade ederler. Kimi insanlar pişman olurlar. “Keşke tutsa idik” derler.

Ehl-i iman bir ticaret mevsimini andıran Ramazan’da manevî mahsulatını alır. Sadece dillerine ve midelerine oruç tutturmazlar. Manasız zevklerine, gözlerine, kulaklarına da bir nev’î oruç tuttururlar. Nâmahreme bakmaktan, kötü sözleri dinlemekten, bırakamadığı alışkanlıklardan kurtulurlar.
Kadir Gecesini de yaşarız. Seksen küsûr senelik bir sevaplı hayatı bize kazandırır. Sıhhatimize faydasını görürüz orucun. Tahammülsüzlüğün de ilâcıdır. İnsanın firavunluk cephesine darbe vurur.

“Hadisin rivayetinde vardır ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş: ‘Ben neyim, sen nesin?’ Nefis demiş: ‘Ben benim, sen sensin’ Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: ‘Ene ene, ente ente’ [Ben benim, sen sensin] Hangi nevî azabı vermiş; enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azap vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene ve mâ ente?” [Ben kimim, sen kimsin?] Nefis demiş: ‘Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben ise Senin aciz bir abdinim.’”

İşte oruç bu anlamda çok önemli. Bütün İslâm dünyasına hayırlı ve mübarek olsun. Saadetimize vesile olsun inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*