Üstad Bediüzaman Hazretlerinin Barla’ya sürgün edilmesi onun hayatında çok önemli bir dönüm noktasıdır. O zamanki devleti elinde tutanların temel maksadı, Bediüzaman’ı yokluğa mahkum etmektir. Yolu dahi olmayan bir köye sürgün ederek cemiyet ve toplum hayatından tam olarak tecrit etmektir. Bu durum o zamanki yöneticilerin devlet politikası olarak tatbik ettikleri bir durumdur. Çok sıkı bir tecrit politikası yani. Ne yazık ki bu politika Üstad vefat edene kadar devam etmiştir. Devlet bilhassa Bediüzzaman’ı, eserlerini ve talebelerini yıllar boyu gözetim ve denetim altında tutmuş, Nurlarda ortaya konan fikir ve düşünceleri kamuoyunda hep perdelemiş, basın ve yayın organlarında örtülü ambargolar uygulanmış veya yanlış bilgilerle iftira ve karalama kampanyaları yapılmıştır.
Bazı zamanlarda kısmi rahatlamalar olmuş elbette ki. 1950 sonrası iktidara gelen Demokratlar tam olmasa da belli bir rahatlığı temin etmişler. Üstad ve Nurlar üstündeki ağır baskılar kalkmış, neşriyat hizmetleri açıktan yapılır olmuş, nur talebeleri rahat bir nefes almışlardır. Hatta Üstad Hazretlerinin bazı resmi toplantı ve törenlere de davet edildiği zamanlar olmuştur.
27 Mayıs sonrası ihtilal dönemlerinde yine ağır baskılara dönülmüş olsa da, Demokrat kitlenin tekrar iktidar olması ile hep bir ferahlama ve rahatlama dönemi yaşanmış. Ama bu dönemlerde bile devlet politikası değişmemiş. Yine perdeleme ve tecrit devam etmiş.
12 Eylül sonrasında ise farklı bir tecrit politikası takip edilmiş. ANAP gibi öncü kadrolarında dindar hassasiyeti yüksek olan kişilerle siyasi iş birliği yapmış olan devlet, Üstad üzerindeki temel politikasından vazgeçmemiş. Yine farklı argümanlar devreye sokularak tecrit politikasına devam edilmiş. Üstadın fikir ve düşünceleri hep geri planda tutulmaya çalışılmış.
Günümüze geldiğimizde yine benzer bir politikanın devam ettiği görülüyor. Her ne kadar dindar kesim üzerinde bariz bir baskı ve tecrit politikası olmasa da, Üstad ve eserleri hakkında belli bir perdeleme ve tecrit politikasının devam ettiği gözleniyor. 2002 sonrası iktidara gelen malum kadroların da bu yolda gönüllü oldukları gibi bir fiili durum da var.
Zaten mevcut siyasi yapının öncü kadrolarına dikkat edilirse, bu kişilerin, siyasi ve içtimai açıdan, Bediüzzaman ve fikirleri ile çok da barışık ve dost olmadıkları ortaya çıkar. Zira bu kadrolar yıllarca “dini siyasete alet eden” siyasi bir akımın uzantılarıdır. İnsanların kısa bir süre içinde fikir değiştirmeleri çok zordur. Bu siyasi akım fikri yapı itibari ile Necip Fazıl ekolünden etkilenmişlerdir. Necip Fazıl ise Abdülhakim Arvasi düşüncesi doğrultusunda hareket eden bir düşünce adamıdır. Bediüzzaman ekolü ile malum ekol siyasi açıdan farklı düşünceleri taşımaktadırlar. Bu nedenle mevcut siyasi yapının Üstad ile fikren bir ayrılığı vardır. İşte mevcut siyasi yapının devlet ile bu kadar uyumlu çalışmasının temel nedenlerinden birisi Bediüzzaman ve fikirlerine uzak durmalarıdır. On yıldır uygulanan politikalar bu sözlerimizi tasdik etmektedir. Dikkat ediniz!… On yıldır Ankara’da Bediüzzaman Mevlidine izin verilmiyor. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Şunun açık bir şekilde görülmesi lazım:Mevcut siyasi yapı Bediüzzaman’a ve fikirlerine dost değildir. Hatta arkasına aldığı halk desteği ile “gurur ve kibrin” zirvesine çıkan malum siyasilerin öncü kadroları hiç bir düşünceye tenezzül edecek durumda değillerdir. Bu da ülkenin sağlam bir demokratik ve idari yapı üzerine tesis edilmesinin önünü tıkamaktadır.
Peki çözüm nedir?
Evet, çözüm zor ve çetrefilli bir yoldur ki, o da şudur: Bediüzzaman Hazretlerinin fikir ve düşünceleri doğrultusunda siyasi ve idari yapıyı yeniden inşa etmektir. Bunun en önemli ayağı da Demokrat kitleyi yeniden siyasetin en etkili faktörü haline getirmektir. Bu yolda maddi ve manevi çaba göstermektir. On yıldır yaşadığımız fiili durum sonunda kesin olarak inandığımız çözüm budur.
Değerli kardeşimin satırdan yazıları bizlere tercüman oluyor Malum şahısla anlaşma durumları devam ediyor anlaşanlar neyi kazanıyor anlaşmayanlar neyi kaybediyor birde bu açıdan yorumlarınızı bekleriz.