İman ve ihlas

İman ve ihlas, manevî hayatımızın temeli, özü, vazgeçilmez esaslarındandır.

Allah’a inanmak, teslim olmak, rızasını kazanmak, memnuniyetine ve muhabbetine vâsıl olmanın sırrı ihlâsla ölçülür. İhlâs öyle bir iksirdir ki ölçüsü, tartısı kalbin içindeki niyette, kasıtta ve tercihte gizlidir. İnsan kendi iç dünyasında ilim, irade, istikamet ve elde ettiği tahkiki iman kuvvetiyle vicdanî murakabe yoluyla ihlâsı elde edebilir.

Risale-i Nur’un hakikatleri her vesile ile insanlara ahsen-i takvîm sırlarını, iman, ibadet ve ihlâsı telkin ve tavsiye eder, ders verir. İnsanlık şerefini, arzın halifesi unvanını kazandıracak kuvvet ve servet, Allah’ın varlığına, birliğine inanarak, emir dairesinde ihlâsla ve takva ile hareket etmekle olduğunu bildirir.

Üstad, İhlâs Risalesi’nde birinci düstur olarak “Amelinizde rıza-i İlâhî olmalı.” sözü birçok hakikati ifade ediyor. Allah’ın rızası dışında başka maksatlar, niyetler, hedefler gözetmeden “sırat-ı müstakim”de salih ameller işlemektir, denilebilir. Yapılan ibadette, iyilikte, hayırda Allah emrettiği için yapmak, O’nun rızasını gözetmek olmalıdır. Allah’ın rızasını esas maksat yapmak, ibadetin değerini kat kat arttırır. “Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla halis olmayana müreccahtır.” Bu cümle, ihlâsın ibadetin kabulüne ve yüksek ecirlere vesile olduğunu en güzel şekilde ifade ediyor.

“İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder.” Allah’ın varlığına, birliğine, kudretine, hikmetine teslim olan insanda doğruluk, sadâkat, samimiyet, bağlılık marifet ve muhabbet vardır. Her mü’min, Kur’ân ahlâkını ve Peygamber (asm) sünnetini kendine rehber yapar. İslâm’ın “Emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker.” İyiliği emretmek ve kötülükten menetmek, şeklinde emir dairesinde hareket etmeyi düstur edinirler. Allah’ın nehy ettiği her türlü gösteriş, riya, tasannu, tekellüf gibi nahoş davranışlar samimî Müslüman da görülmez. “Münafıklar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da çok az anarlar.” 1

Hz. Peygamber Efendimiz (asm) Hadis-i Şerifte: “İnsanlar helâk olur; ancak, bilenler hariç. Bilenler de helâk olur; ancak, bildiklerini yaşayanlar hariç. Bildiklerini yaşayanlar da helâk olur; ancak, ihlâslı olanlar hariç. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetmek gibi büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadırlar.” 2 buyurmuş.

Ahirzamanın her türlü desise ve aldatıcı fitnelerine karşı Cenab-ı Hakk’ın şefkat ve merhametine sığınmalıyız. Tahkiki imanla, hakikî ihlâsı elde etmeye çalışmalıyız. Aczimizi, fakrımızı, kusurlarımızı anlayıp istiğfar, ibadet, evrad, ezkar, tesbih, şükür, duâ ve niyazlarla O’nun rahmet ve mağfiretine iltica etmeliyiz. Kâinatta tecelli eden kudret ve azametini, isimlerinin tecellilerini hayretle temaşa ve tefekkür etmeliyiz. Her an Rabbimizin rızasını tahsil etmeye çalışmalıyız.

Tahkikî iman, ihlâs, sıdk, sebat ve sadâkatle Üstadın gösterdiği kurtuluş reçetesine bakalım:

“İşte, ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinninin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın muhkemat kalesine gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul!” 3

Dipnotlar:

1- Nisa Sûresi, Âyet, 142.
2- Keşfü’l-Hafa, 2.312.
3- Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, 7. İşaret.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*