Kurallara uymamanın ağır vebali

Evet, bütün güzel işler düzenli işleyen bir sistemin sonucudur. Kural, düzen içindir. Onun için bir kuralın doğup gelmesi arkasında pek çok yaşanmışlıklar, tecrübeler, maslahatlar ihtiva eder.

İster büyük dairede olsun isterse küçük dairede fark etmez, sistem her yerde kendi farkını ortaya koyar. Ve başarıyı beraberinde getirir.

Büyük yönetimler kanunlara ihtiyaç duyuyor, küçükler de yine bir düzenli, yazılı kaynaklara dayanır.

Yıllardan beri bir arka planı, bir geçmişi, bir yaşanmışlığı olan kararları tanımamak bir o kadar büyük veballer taşır ve faturası da o kadar ağır olur.

Tabiî ki yenilikler olacak, değişiklikler olacak, ama o da yine mecrasında olacaktır. Kuralı koyan merci, kuralı değiştirebilir, kaldırabilir. Ama değişmediği veya kaldırılmadığı sürece o kural geçerliliğini korur, korumalıdır.

Türkiye için çıkan bir kanun, bölgelere göre, illere göre, hatta kişilere göre değişime uğrarsa o zaman o kanun kanun olmaktan çıkar.

Küçük sivil topluluklar bile bir sisteme ihtiyaç duyar. Sistem pek çok arızayı daha arıza ortaya çıkmadan yok eder.

Trafikte bir küçük kuralın ihlâli bazen hayatlara maloluyor. ‘Ben bu kuralı böyle anlamıştım, bu kural bizim burası için geçmez.’ kurtarmıyor.

Durum içtimaî, sosyal hadiseler için de geçerlidir. Orada da kendine göre zamanla gelişmiş bir kurallar manzumesi vardır. O oluşan kuralların hukukunu korumak gereklidir. Yoksa insan muvaffakiyetsizlikle muamele görecektir.

Nitekim cemaat işleyişinde de bir takım kural ve kaideler geçerlidir. Konmuş kurallar uygulanırken her kafadan bir ses çıkmaz. Kural oluşturulurken çıkar. İstişare edilmiş, onlarca kez değişmiş, yüzlerce farklı görüş ve düşüncelerden süzülüp gelmiş bir sistem kitapçığı varsa, zaten o sonuç o yüzlerce kafalardan doğup gelmiştir. İşte bu birikimi birisi veya birileri yok farz edip, bu birim buraya uymaz deyip, kendine göre yorumlarsa ciddî veballer ihtiva eder. O bütün emekleri yok saymak anlamı taşır. Faturası da ağır olur.

Sistemde yaşanan sıkıntılar, eldeki istişare edilmiş metni kafalara göre yorumlamaktan kaynaklanmaktadır. On yıllardır illerden, bölgelerden gelen tekliflerle şekillenen bu sistem yapılanması, illere göre, bölgelere göre değişmeye başladığında işte o zaman hastalanma başlıyor demektir.

Ankara ‘Gençlik Şöleni’nde bir küçük toplulukla, toplantı öncesi sohbet halindeyiz. Ve gündemimiz, illerdeki yapılan meşveret seçimlerinde, kitapçıkta geçen kriterlerin uygulanıp uygulanmaması idi. Tam o esnada bir ilimizin temsilcisi devreye girdi ve konuyla ilgili orijinal uygulamalarını şöyle paylaştı:

“Bizim sistemde demokrasi geçerlidir. Karar alınırken nasıl demokrasi gerekli ise, karar uygulanırken de bu lâzımdır. Kitapçıkta dört beş tane seçme ve seçilme kriterleri var. Bunlarda taviz vermiyoruz. Meselâ beyefendi gazete alamıyorsa, önce neden almadığını öğreniyoruz. Mazereti varsa, makulsa, yine kendi haline bırakmıyoruz, bu sefer duruma uygun çözüm üretiyoruz.”

“Gazeteyi maddî sebeplerden dolayı almıyorsa, hemen bir promosyon gazete devreye giriyor, kişinin adresine Yeni Asya Gazetesi ulaşmaya başlıyor.”

“Aidat veremiyorsa, hemen küçük, mütevazı bütçemiz devreye giriyor ve ortak bütçeden o kişinin aidatı ödeniyor. Böylece kişi kendini bu ortamın bir parçası olarak görmeye, hissetmeye devam ediyor.” Tabiî incitilmeden…

“Kişi merkezi derslere gidip gelemiyorsa, problem maddî ise hemen yine bir tedbir devreye giriyor, o kişinin gidişli-dönüşlü yol parası karşılanıyor.”

Kriterleri karşılayamıyorsan, ama kendini de bu ortamların bir parçası olarak görüyorsan, o vakit, kriterleri ihtiva eden bütün adımlarda kişiye yardımcı olacak adımlar atılıyor. Ne güzel değil mi?

Aidiyet duygusunun hasara uğramaması için, o kişinin içinde olduğu duruma uygun adımlar atmak aklın da bir gereğidir. Yani kişi gazetesini alamıyorsa, onun tedbirini almak ve onun okumalarına devamı sağlamak ne güzel bir tedbirdir. Kişinin sohbetlerle bağını kesecek problemi ortadan kaldırmak ne güzel bir tedbirdir.

Demek konuştukça, güzel niyetlerle bir araya geldikçe problem de görülüyor, onun tedbiri de alınıyor.

Kişinin, kendi haline terk edilmemesi, problemiyle başbaşa bırakılmaması da cemaat olmanın, birlikte olmanın bir gereği değil midir?

Sebahattin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*