Kur’ân düşünmeyi emreder

Muhakemat okumaları – 10

İnsan düşüncesinin cehalete hâkim olmasının güzel bir sonucu olarak İslâm hakikatlerinin güneşi, vehimler ve hayaller bulutlarından kurtulmuş, her yeri aydınlatmaya başlamıştır. Hatta dinsizlik bataklığında kokuşmuş olan ve insanlıklarını kaybetmek üzere olanlar dahi o İslâm aydınlığından faydalanmaya başlamışlardır.

Düşünenlerin birbiriyle danışmasının güzel bir sonucu olarak da, varılmak istenen hedefler ve meslekler, kesin deliller üzerine oturmuş ve bütün mükemmelliklere uzanan değişmez hakikatler ile hayatın gerçekleri birbirleriyle kaynaşmışlardır. Bütün bu gelişmelerden sonra, yanlışlar doğruların yerine geçememiş ve fikirleri aldatma imkânını elde edememiştir.

Zamanın gelişmeleri bize müjde veriyor ki, “Hak geldi batıl zâil oldu” mânâsındaki İlâhî hakikat başını kaldırmış olup gelecek hakkında da müjdeler vererek, yüksek sesle şunları söylemektedir: Zamana ve insanlığın tabiatlarına kıyamete kadar hâkim olacak olan, yalnız ezelî adaletin tecelli yeri ve ta kendisi olan İslâm hakikatleri olacaktır ki, işte gerçek insanlık ancak bu şekilde ortaya çıkma imkânını bulabilmektedir.

Küçük insanlık denilen medeniyetin güzellikleri, büyük insanlık olan İslâm’ın yeryüzüne hakim olmasının başlangıcıdır. Zira görülüyor ki, fikirlerin çarpışmasından düşünce aydınlıkları ortaya çıkmış ve bunun neticesi olarak toprak gibi kesif olan yani ışık geçirmeyen şüphe ve hayaller, İslâm hakikatleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Bu durum gösteriyor ki: Hidayet semasının yıldızları olan ‘İslâm hakikatleri’ tamamen ortaya çıkmış, parlamış ve gittikçe parlamaya devam edecektir.

“Düşmanların rağmına olarak” İslâm güneşi aydınlığını yeryüzünün her tarafına yaymaktadır. İsterseniz geçmişe dönüp bakalım. Göreceğiz ki, hakikatlerin meydanında, felsefenin gözetim ve denetiminde teslis, yani ‘üç tanrı anlayışı’ içinde Allah’ın birliğine ulaşmak isteyenler safsatalara dayanarak, inançları tevhide dayanan ve mükemmel itikat ve akl-ı selim sahibi olan Müslümanlarla çarpışmışlardır. Elbette hak olan inanış ile teçhiz edilmiş ve delil kılıçlarıyla kuşanmış olan İslâmiyetle çarpışan ve savaşan bu anlayış mağlûp olmaya ve hezimete uğramaya mahkûm olmuştur.

Kur’ân hakikatleriyle karşılaştırdığımız zaman göreceğiz ki: Hıristiyanları hurafe ve yanlışlarla havalandırarak dalâlet derelerine atan, aklın yok sayılması, delillere önem verilmemesi ve körü körüne ruhbanların taklit edilmesi anlayışları olmuştur. İslâmiyet ise akla ve delillere önem vermiş, körü körüne ruhbanları taklit etmeyi reddetmiştir.

İslâmiyet, daima düşüncelerin gelişmesi nisbetinde hakikatlerini inkişaf ettirmiştir. İslâmiyetin doğrulara dayanması ve deliller ile kuşanmış olması, akıl ve meşverete önem vermesi, devamlı hakikat tahtı üzerinde bulunması ve ezelden ebede kadar birbirine bağlı olan ilimlerin düsturlarıyla uyum içinde ve bağlı olması gibi durumlar daima yüceltmiş ve yanlışlardan uzak tutmuştur.

Görülüyor ki, Kur’ân, âyetlerin başlangıç veya sonlarında bulunan ifadelerle insanoğlunu vicdana havale ve aklın istişaresine yönlendiriyor. Kur’ân, muhtelif yerlerde insanlık için akıl ve düşüncenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu şu ifadelerle ortaya koymaktadır: “Bakmazlar mı?” (Gaşiye:17), “Bakınız” (Al-i İmran:137; v.d.), “Onlar hiç düşünmezler mi?” (Nisa: 82, Muhammed: 24), “Hâlâ düşünmez misiniz?” (En’am: 80, Secde: 4), “Düşününüz” (Sebe: 46), “Farkında değiller” (Bakara: 9; v.d.), “Akıllarını kullanırlar” (Bakara: 164; v.d.), “Akıl etmezler” (Bakara: 170; v.d.), “Biliyorlar” (Bakara: 75; v.d.), “Bundan ibret alınız ey basiret sahipleri” (Haşir: 2).

Bütün bu akla dâvet etmelerden sonra bize düşen akıl sahiplerini ibret almaya çağırmaktır. İnsanlık sathilikten uzaklaşmalı, kendisini bekleyen hakikatlerle kucaklaşmalıdır. Ancak İslâm hakikatleri kendisine lâyık bir yakınlaşma gerçeklere ulaşmayı istemektedir. Aklı doğru kullanmanın insan olmanın en önemli gereği olduğunu unutmamalı. Akıl büyük bir nimettir. Bu nimetle insan önce Rabbini tanımalı, O’nun emir ve nehiylerine uygun bir hayat ortaya koymalı, sonra da Kâinat kitabını okumalıdır.

İslâm hep doğru olmayı ve doğru yaşamayı istemekte, yalan ve hileye yüz vermemektedir. İslâm hakikatın ta kendisidir. İnsanlık İslâmiyet hakikatlerine uygun bir hayat ortaya koyduğu takdirde huzur bulacaktır. Lâkaytlığı, kendisini umursamamayı İslâmiyet kabul etmez, böyle davranıldığı zaman aydınlığıyla o kişileri aydınlatmaz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*