Bunları düşünürken geçmişe dönük bir nefis muhasebesi yapmak geldi aklımdan. Recep, Şaban derken mübarek Ramazan ayına geldik. Günler ne de çabuk geçti? Geçen Ramazan ayından bu Ramazana kimler yetişti, kimler yetişemedi? Bir yıl içerisinde aramızdan nice dostlar ve akrabalar ayrıldı. Onlar nereye gittiler acaba? Gelecek Ramazana kimler kalacak, kimler gidecek?
Bazen kabristanlara gidiyoruz, bir tabutun arkasına düşüp. Orada biraz ölümü hatırlıyoruz, dünyanın fani olduğunu düşünüyoruz. Kabristanda yatanlara bakıyoruz. Onlar da bir zamanlar bizim gibi dünyanın arkasından koşup duruyorlardı. Bazıları çocuklarına “rızık” kazandıklarını söylüyorlardı. Belki ahiret işlerini (ibadetleri) ertelemişlerdi, uzun kış gecelerine veya emekli sonrasına. Dünya işlerini bitireceklerini zannediyorlardı. Ama dünya hayatı bitmiş, dünya işleri daha bitmemişti. Şimdi çocuklarına kimler “rızık” veriyor acaba? Nereden bilecekti ki, “rızık getirici olmayıp rızık tüketici” olduğunu.
Sonra…
Merhumu defnedip dönüyoruz. Oradaki düşüncelerimizi belki de kabristanda bırakarak. Kaldığımız yerden yeniden koşuşturmaya başlıyoruz, bütün hızımızla. Hâlbuki ölüm bizim için en büyük nasihatti.
Bahar ve yaz meşgaleleri bizi alıp bir yerlere götürüyor. Nereye mi? Gelin birlikte düşünmeye çalışalım.
Geceler kısa, gündüzler sıcak. Neşeli kış derslerini arıyoruz belki de. Ama bu arada Şuhur-u Selâse (Üç Aylar) devam ediyor. Mübarek gecelerin biri geliyor, biri gidiyor. Mânevî ticaretin yoğun olduğu bir mevsimi yaşıyoruz. Bu günleri ve geceleri fırsatlara dönüştürebiliyor muyuz? Zaman çok değerli, yerini başka şeyler doldurmuyor. Giden zamanı geri getiremediğimize göre, elimizdekini iyi değerlendirmemiz gerekmez mi?
Güzel haberler okuyoruz. Bir araya gelen gençlerimizin okuma programları yaptıklarını duyuyoruz. “Cennet gençleri” de bir araya gelip aynı tarzda okuma programları yapamaz mı? Bir araya gelemeyenler, iman ilimlerini kendi nefsine dinlettirebilirler. Gayret edilse daima bir-iki hakikî kardeş bulunur her halde. Burada Bediüzzaman’dan bir müjde hatırlayalım:
“Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenâb-ı Hakk’ın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemîleriniz çoktur.
“Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş: ‘Semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.’” 1
Demek ki, güzel sözleri dinleyenler yalnızca insanlar değilmiş. Allah’ın şuur sahibi nice varlıkları bunları dinlemek için adeta can atmaktadırlar. Tefekkür dolu iman sohbetleri yeryüzünün manevî süsüdür, şerefidir. Böyle imanî sohbetler dünyaya mahsus olsa gerek ki, gök ehli yeri kıskanıp gıpta etmektedirler.
İman ilimleri, ekmek gibi, su gibi, her vakit insan onu düşünmeye muhtaçtır. Bir defa anladım, yeter diyemez. Risâle-i Nurlar çoğunlukla İnşaallah o cümledendir. Merhum Zübeyir Ağabeyin dediği gibi demek geliyor içimden:
“Şimdi oku, kabirde okuyamazsın!”
Dünya bir imtihan salonudur. Sınırlı süre içinde önümüze konulan soruları cevaplandırmak zorundayız. Allah bizi dünya imtihanını kazananlardan eylesin. (Âmin)
Dipnot:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lahikası, s. 419.
Benzer konuda makaleler:
- Tam ihlâsı kazanmalı
- Terketme bu şehri Ramazan
- Yeniden bizimlesin
- Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun!
- Hocalara yardım, hocalara yardım…
- Sınavdayız
- Bediüzzamansız iftar ve sahur programları
- Kemiyet-keyfiyet
- Bir başkadır gurbette Ramazan…
- Ramazan Kadir’dir

İlk yorum yapan olun