Manevî muhaverelerde Risale-i Nur

Tahsin Bey: “Yedinci Şuâ’nın sonunda, ‘Bugünlerde manevî bir muhaverede…’ diye başlayan bir cümle var. Bu cümleyi açar mısınız? Nasıl bir muhaveredir?”

RİSALE-İ NUR BİR GAYBÎ İLİMLER HAZİNESİDİR

Bediüzzaman, bahsettiğiniz yerde diyor ki: “Bugünlerde, mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan edeyim: Biri dedi: ‘Risale-i Nur’un İmân ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?’ Ona cevaben dediler:…”

Bu sual ve cevaptan anlaşılıyor ki, Risale-i Nur ile âlem-i gayb alâkadardır, âlem-i mana alâkadardır. Ve Risale-i Nur bir gaybî ilimler hazinesidir.

İslâm’ın mukadderatı açısından âlem-i şehadette olup bitenler hakkında âlem-i gaybta müzakereler yapılıyor. İslâm’ın mukadderatı için Risale-i Nur tarih yazmaya ehildir. Risale-i Nur’un birbirinden farklı risaleleri âlem-i İslâm’ın bütün dertlerine birer reçete sunmaktadır ve bu reçeteler günü geldiğinde muhatabını bulacak ve uygulanacaktır.  
Dolayısıyla Risale-i Nur risaleleri âlem-i İslâm’a inşallah ferec ve bahar getirecektir.

Her asrın mebusları âlem-i manada İslâm’ın mukadderatı için müzakere yürütüyorlar, âlem-i şehadette bu çerçeveye hizmet eden hareketleri izliyor ve değerlendiriyorlar.

ASIRLARIN MEBUSLARI KİMLERDİR?

Asırların mebusları, başta Ehl-i Beyt önderleri olmak üzere, her yüz senenin başında geleceği Peygamber Efendimiz (asm) tarafından tebşir edilen ilim ve kemal ehli imamlar, müceddidler, ba’de’l-memat tasarrufu ve müzakere hakkı devam eden gavslar, kutuplar ve evliyalardır.

Asırların mebuslarının İslâm’ın mukadderatı hakkında müzakereler yaptıklarını mübalâğalı bulmamak lâzım. Çünkü onlar hayatlarını Allah yolunda harcamışlardır. Onlar ölmezler. Yani gerçekte hayydırlar ve diridirler.

Nitekim Kur’ân “Allah yolunda ölenlerin ölü olmadıklarını, diri olduklarını, lâkin bizim onu hissetmediğimizi,”1 açıkça bildiriyor.

Keza Mevlânâ ölüm için “şeb-i arus” derken, Yunus Emre açıkça “aşıklar ölmez” diyor. Bediüzzaman da ölümün ve kabrin iman-ı kâmil ehli için âlem-i nura açılan bir kapı olduğunu beyan ediyor.2

Dolayısıyla anlaşılıyor ki, gerçekte hay olan, diri olan ve âlem-i nurda bulunan sadat-ı kiram asrımızla ve asrımızdaki din, iman ve Kur’ân hizmeti meyanındaki hareketlerle alâkadardırlar.

RİSALE-İ NUR’DA MANEVÎ EMİRLER

Risale-i Nur’da yer yer bir gaybî muhavereden, gaybî konuşma ve müzakereden bahseden cümlelere rastlıyoruz.

Meselâ Sünûhat adlı eserinde Bedîüzzaman, 1335 senesi Eylül’ünün bir Cuma gecesinde, İslâmiyet’in şiddetli mağlûbiyetinin verdiği üzüntü ile muztarib olduğu bir sırada, onun için gerçek uyanıklık hali olan rüya-yı sadıkada âlem-i misale girdiğini; orada birisinin kendisini, “Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor” diye çağırdığını; bunun üzerine gittiğini ve benzerini dünyada görmediği selef-i salihinden ve her asrın müceddidlerinden oluşmuş bir meclis gördüğünü beyan ediyor. Meclis tarafından kendisine İslâmiyet’in bu mağlûbiyetinin hikmeti soruluyor ve kendisi istikbale ait harika keşfiyatlarla cevap veriyor.3

Keza Bedîüzzaman, Birinci Dünya Harbinden önce bir vakıa-i sadıkada, Ağrı Dağı’nın müthiş infilâk ettiğini, bu esnada mühim bir zat meydana çıkarak, kendisine amirane: “İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et.”4 diye emrettiğini ifade ediyor.  

Yine keza Şuâlar’da bahsettiğiniz gibi Bedîüzzaman, “Bugünlerde, mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim” diyerek bir manevî müzakereden bahsediyor.5

RİSALE-İ NUR’UN DAİRESİ EHL-İ BEYT DAİRESİDİR

Gerek burada bahsedilen muhaverenin, gerek Sünûhat’ta geçen müzakerenin Bedîüzzaman’ın hayatında ve hizmetinde çok vaki olduğunu görüyoruz.

Bu müzakerelerden anlıyoruz ki, Risale-i Nur imanın ve Kur’ân’ın tebliği, hizmeti ve dâvâsı için bu zamanda istihdam edilmiştir. Risale-i Nur’un mesleği, sahabe mesleğidir ve Risale-i Nur’un dairesi Ehl-i Beyt dairesidir.6

Bedîüzzaman, Peygamber Efendimizin (asm) ilmine ve dâvâsına varis olmuştur.

Cenâb-ı Hak Bedîüzzaman’ın uhdesinde insanlığa büyük bir dâvâ, bir iman ve Kur’ân dâvâsı, bir velâyet-i kübra yolu ihsan etmiştir.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 154.
2- Sözler, s. 131, 191;  Mektubat, s. 223, 278; Lem’alar, s. 141,  230; Şuâlar, s. 247; Asa-yı Musa, s. 83, 222; Emirdağ Lâhikası, s. 260, 335;  Hutbe-i Şamiye, s. 159.
3- Soru ve cevaplar için bakınız: Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, Yeni Asya Neşr., İstanbul, 1996, s. 55 vd.
4- Tarihçe-i Hayat, s. 174; Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşr., Germany, 1994, s. 11.
5- Şuâlar, Yeni Asya Neşr., İstanbul, 2005, s. 283.
6- Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşr., İstanbul, 1997, s. 61.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*