Mükerrem ve müşerref bir vazife

Bu helâket ve belâ asrının, dalâlet ve küfür rüzgârları, ehl-i imanı her zaman aşikâre ve merdane vurmuyorlar, avlamıyorlar. İllaki fitne ile, fesat ile ve gaflet ile, nisyanla mü’minleri avlıyorlar ve vuruyorlar.

Bir ehl-i iman, bir mü’min ne zaman ki normal halinden, yaşayışından bir–iki adım daha İslâm, Kur’ân ve iman adına terakki etse, mükemmeliyette bulunsa işte o zaman fitne rüzgârlarının, fesat fırtınalarının ve gafletin bir numaralı hedefi oluyor.

İnsan yaratılıştan mükerrem olduğu halde, nefis ve şeytanı onu bu fitne rüzgârları, fesat fırtınaları karşısında gaflet ve nisyan ile tanınmayacak, bilinmeyecek çeşitli küfür ve dalâlet hallerine düçar ediyor, düşürüyor. Ve hatta bu menhus halleri benimsettiriyor.

Bu hallerden kaçış yoktur. Çünkü ne insan ne de insanın yaşadığı bu âlem bu kaçışa müsait değildir. İnsan imtihan olduğu gibi yaşadığı mekân da imtihan alanıdır. Bundandır ki şiddetli rüzgârlara, hiddetli hücumlara karşı insan imanı ile, Kur’ân’ı ile, İslâmiyeti ile karşı koymak, kendisini müdafaa ederek korumak zorundadır.

İnsanın, dalâletin ve fitne ve fesadın derin vadilerine düşmemesi için Kur’ân’ın, imanın, İslâmiyetin yüksek dağlarının zirvelerinde bulunması gerekmektedir. En azından bu niyet, gayret ve çalışmanın içerisinde olması lâzımdır.

Ehl-i imanın bu asrın tehlikeleri karşısında, kendi imanının kurtulması, kuvvetlenmesi ve korunması yanında birlikte yaşadığı, hareket ettiği mü’minlerle de el ele, kol kola ve omuz omuza olması imanının muktezasıdır, gereğidir. Biribirine çok sıkı sarılmış ince iplerin meydana getirdiği halatları dışarıdan kimseler kıramaz.

Bize lâzım olan, küfrün şiddeti karşısında daha çok Kur’ân’a, İslâmiyete ve imana sarılmaktır. Safları daha çok sıklaştırarak ehl-i dalâletin, ehl-i ilhadın, ehl-i gafletin, ehl-i fesadın aramıza girmesine, pencereler ve kapılar açarak bizi mağlûp etmesine müsaade etmemektir. Unutmamak gerektir ki, içten sağlam olan hiçbir şey, dıştan hiçbir kuvvet ile yıkılamaz, dağıtılamaz ve mağlûp edilemez. Zahiri görüşlere aldanmamak gerektir.

İmana yönelmek, Kur’ân’ı okumak, İslâmiyeti yaşamak ve bu konularda elimizden geldiği kadar safları çok sıkı tutmak muvaffakiyetin birinci sırrıdır. Bu zamanın bir nimet-i İlâhiyesi olan hizmet-i imaniye ve Kur’ânîye’de hadim olmak, fani olmak, bu yolda koşmak bütün zamanları en mükerrem ve müşerref vazifesi olacaktır inşallah.

Cenâb-ı Hak bizleri bu selâmetli ve kudsî vazifede daim, istihdam ve muvaffak eylesin inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*