(Mustafa) Hoca abe

Baba dostu, şimdi farklı mahallerde nice hizmet erbabını, içlerinde âcizane bizimde bulunduğumuz onbinlerce talebe yetiştiren, Kur’ân ve imân aşığı Mustafa Hoca da (abey) rahmet-i Rahman’a kavuştu.

Epeydir rahatsız olup inzivada olan ve son zamanları koronaya yakalandığı da söylenen Mustafa Hoca, sokağa çıkma yasağına rağmen yüzlerce seveninin yalnız bırakmadığı Urfa’nın merkez camilerinden (Bediüzzaman’ın Şark vilayetleri seyahatinde avlusunda halkla sohbet ettiği rivayet edilen) Yusuf Paşa Camii’nde kılınan cenaze namazı sonrası Bediüzzaman Mezarlığında duâlarla defnedildi.

Söz cenaze namazından açılmışken; başta merhum babam, anam ve yeğenlerim olmak üzere, hemen bütün yakın dost ve akrabanın cenaze namazını merhum Mustafa Hocam kıldırmıştı, hem de vazifeli bir imam olarak değil, yakınlarını kimseye bırakmayan bir sahiplenmeyle…

60’lı senelerin sonları ilkokul çağlarında, nasıl ki Abdülkadir Badıllı Ağabeyin Zehraiye Camii’nde Nur dersleri gibi, 70’li senelerin ilk başlarında bu defa ortaokul talebesiyken kendimizi bulduğumuz Mustafa Hocanın camisi Damat Süleyman Paşa…

Öyle bir cami idi ki, Müslümanların dayanak noktası ve öncü kuvveti olan, Nurcular’ın cem olduğu bir huzur mabedi. Avlusunda gâh oynadığımız, yaz sıcağında namaz kıldığımız, gâh sabah ve ikindi derslerine katıldığımız, Cuma namazından sonra hocanın meşhur çorbasını içtiğimiz ve nice yakınlarımızın cenaze namazı kıldığımız mekân.

Urfa’nın yerlisi, mektep veya vazife icabı yaşamış hemen bütün (dost, kardeş talebe) Nurcular’ın uğrak mekânı olan cami…

Ve başında hiç evlenmemiş, hayatını Kur’ân’a ve imana vakfetmiş, yerli ve dışarıdan gelen misafirlerle alâkadar, müşfik, kendine has uslûbü, şalvar, yeleği ve sakalıyla tam bir sahabe misâl, rehber, Mustafa Hoca…

Öyle bir hoca idi ki, hiçbir zaman imamların giydiği klâsik fesli sarıkla değil, Nur Talebelerinin sardığı tarz ve cübbe ile imamet vazifesini son zamanlarına kadar hakkıyla eda etti.

Risale-i Nur’u tanıdığından beri elinden Risale düşürmez, her vesileyle o dokunaklı ve ihlâslı sesiyle herkese okurdu.

Yine namazların akabinde müezzinin bilinen tesbihatından sonra, büyük tesbihatı çoğu zaman o naif sesiyle kendisi yapardı. Cuma hutbelerini Diyanet’in metninden değil, Risale-i Nur’dan bahisler okuyarak tamamlardı. Cami cemaati, özellikle mahalle eşrafı, avam olmasına rağmen onun her sabah ve ikindi derslerini kaçırmazlardı. Ki, bu cemaatin çoğu Nurlar’ı bilmez, ancak va’z-ı nasihat mukabilinden tiryakisi olmuşlardı. Belki bütün dindar Urfa halkı, bu derslerden istifade etmiş ve büyük bir muhabbetle Mustafa Hoca vasıtasıyla dost olmuşlardı. Bu vesileyle hemen gitmediği taziye yoktur denilebilir. Köyümüz şehre 70 km olmasına rağmen, yakın akraba ve köylülerimizin veya civar şehirlerin bile taziyesine giderdi. Bu hâl pandemi sürecine kadar da devam etti.

Bir anekdot:

Urfa’da bulunduğumuz 70’li senelerin sonuna kadar bu manzarayla hep içiçeydik. Rahmetli pederin yakın dostu olması hasebiyle hemen her gün beraberlerdi. O, onun hep İbrahim Ağabeyi idi. Babamızın memur olması ve köy için aldığı pikabıyla hizmette hep birlikte idiler. Kurban derisi, civar iller ve köy seyahatleri hep onunla idi.

12 Eylül ihtilâliyle ağabeyler cemaati yollarını ayırınca Hoca Abey de orada kaldı. Ancak merhum peder Nurcular’ın klâsik sağ cebine koyduğu Yeni Asyası’yla yine oraya gider, derslere katılırdı. Soranlara, Mustafa Hoca “İbrahim abi serbest” derdi. Peder de vefatına kadar (88) “Gazetemi de alır, derslere de iştirak ederim” diyerek vefa ve dostluk içerisinde ayrılıklara çok da ehemmiyet vermediler. (Dersler ayrı olmasına rağmen Urfa’da bu hâl, Haliliye meşrebi ve muhabbetten dolayı elan devam etmekte.)

Rabbim cümlesine rahmet eylesin ve Cennetinde buluştursun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*