Namaz mü’minin kalkanıdır

Tarifi imkânsız bir haz alırım
Ezan seslerini duyduğum zaman
Hemen kesiliyor baş ağrılarım
Başımı secdeye koyduğum zaman
A. Y.

Secde, insanın Rabbime en yakın olduğu mekân. Secde, aşık ile maşukun buluştuğu an. Secde, bütün dertlere devâ, bütün hastalıklara şifadır. İnsan namaza durduğu zaman eşref-i mahlûkat olarak yaratıldığının farkına varır. Çünkü Âlemlerin Rabbi, mahlûkatın en şereflisi olarak yarattığı insanı muhatap almış, huzuruna çağırmış, onunla muhatap olarak sohbet etmek istemiştir. Düşünen bir insan için bundan büyük şeref, bundan yüksek makam mı olur? İnsan Rabbinin huzurunda iken, gönlünde keder, kalbinde kasavet mi kalır?
Sevgili Peygamberimiz (asm) “Namaz mü’minin mi’racıdır” buyurmuş. Ezan sesini duyduğu zaman, nasıl bir makama dâvet edildiğini, ne mübarek bir yolculuğa çıkacağını düşünen bir insan, heyecandan ve sevinçten kendinden geçmez mi? Dâvet zamanlarını sabırsızlıkla bekleyip, iple çekmez mi?

Namaza duran bir insan a’lây-ı illiyîne doğru yol almaya başlar. “Allahuekber” diye tekbir alırken elini kaldırdığında, dünyayı ve içindekileri kulak arkasına atar. Nefsini de, bedenini de orada bırakır, mi’rac yolculuğuna çıkar. Rükûya eğildikçe yükselir, secdeye kapandıkça yücelir. Her rekâtta bir mertebe kat ederek yoluna devam eder.  Huzura doğru yol aldıkça, huzur bulur. İşte o zaman bütün acıları, ağrıları, düşünce ve kaygıları geride kalır. Sanki ruh bedenden ayrılır, vücudu ne kadar hasta ve yaralı da olsa, hiçbir şey hissetmez. Ölü bedenden bir parça kesseniz hiç farkında olur mu? Namazla mi’rac yolculuğuna çıkan bir insan da, bedenini geride bıraktığı için acılarını, ağrılarını, üzüntü ve kederlerini hissetmez. O başka bir âlemde, hayatın başka bir boyutundadır artık.

Namaz, acılarımızı dindirir, sıkıntılarımızı giderir, kaygılarımızı yok eder. Mü’minin ruhu, namaz için pervâne olur. Pervane kendini ateşe atmak için can atar. Bir an önce o ateşle kucaklaşmak, o potada erimek ister. Yüreğindeki hasretlik ateşini mumun alevi ile söndürmek için sabırsızlaşır. Rabbine aşık olan bir mü’min de, O’nun huzuruna çıkmanın sevinci ile, dünyevî dert ve kederlerini, acı ve ıztıraplarını unutur.

Hz. Ali Efendimizin (ra) ayağına bir ok saplanır. Şiddetli acı çekmektedir. O günkü şartlarda anestezi diye bir şey de yoktur. Ama okun oradan çıkartılması gerekmektedir. Şiddetli acı hissettiği için oku oradan çekip çıkartamazlar. Her derde devâ olan namaza başvurur. “Ben namaza başlayınca siz oku çıkarırsınız” diyerek namaza durur. O namazda iken oku çıkarırlar, farkında bile olmaz.

Elimize bir diken battığında namazdaki huzurumuzu bozacak kadar bir acı hissediyorsak, mi’rac yolculuğuna henüz adım atamamışız demektir. Kalıbımız kıyamda iken kalbimiz firarda, başımız secdede iken, ruhumuz gezmede ise, o namazla mi’raca çıkmak mümkün değildir. Biz namaza vefa göstermezsek, namaz da bize şifa olmayacaktır.

Namaz insanı kötülüklerden koruyan bir kalkandır. Ama, önce insan namazını koruması gerekir. Yani onu dosdoğru kılmalıdır. Namazımızı kıldığımız halde, kötü huylarımızdan vazgeçemiyorsak, kalbimizde hased ve husûmet, gönlümüzde gam ve kasavet, ruhumuzda yeis ve zulmet olduğu gibi duruyorsa, namazı nasıl kıldığımıza bakmalıyız. Rabbimiz, “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir” buyuruyor. (Ankebut Sûresi, 45).
Eğer bizim namazımız bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa, dertlerimize deva olmuyorsa namazımızda bir eksiklik, bir kusur var demektir. Hasarlı, ince ve zayıf bir kalkanla düşmanın oklarından korunmak mümkün olmadığı gibi, âdet yerine gelsin diye kılınmış, huzurdan uzak, huşudan mahrum, acele ile ifâ edilmiş zayıf bir namazla, üzerimize sel gibi gelen günahlardan korunmak mümkün değildir.
Biz namazımızı korursak, namaz da bizi koruyacaktır inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*