Nasılsanız öyle idare edilirsiniz

Hz. Ali’nin bayraktarı olduğu ‘adalet-i mahzâ’ yaklaşımına göre; hak haktır, büyüğüne küçüğüne bakılmaz.
Bir fert, umumun selâmeti için dahi feda edilmez. Toplumun selâmeti için -kendi rızası olmaksızın- ferdin hayatı veya hakkı feda edilemez. Hem, bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Adalet adalettir; adaletin uygulanması ‘duruma göre’ değişemez. Hz. Ali (ra) ile muarızları arasındaki sorun buradan doğmuştur. Mutlak adalet ilkesini kemale ermiş insan korur.

Buna karşı geliştirilen ‘adalet-i izâfiye’ yaklaşımına göre ise, değişen şartlarda adalet farkı şekillerde uygulanabilir. Meselâ, daha büyük bir zararı engellemek için daha küçük bir zarara razı olunabilir. Toplumun selâmeti söz konusuysa, ferdin hakkı feda edilebilir.

Üstad gerçek anlamı ile “adalet”in izafi olamayacağı kanaati ile bu kavram için “adalet-i mahza” terimini kullanmaktadır. “Adalet-i izafiye”den kastettiği, adaletin izafi olabileceği görüşünü savunanların yanlış görüşü olup, bu yanlış görüşü adlandırabilmek için adalet-i izafiye terimini kullanmıştır. Kendisinin tercihi, “adalet-i mahza” yönündedir. Risale-i Nur bu bağı Hz. Ali ve dönemine bağlar. İslâm toplumlarının dinle bağını doğru ve aslına uygun bir şekilde bağlaması Risale-i Nur’un bu noktasına gitmemizi sağlıyor. Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi Hz. Hasan’ın altı aylık hilâfetinin tamamlayıcısı ve devamıdır.

Bediüzzaman, Mektubat’ta Emevîler bahsi için, “siyaset” ve “saltanat” beraber zikreder. “Tam muvaffakiyet-i siyasiye ve tamam saltanat,” “zahirî ve siyasî hilâfet,” “saltanatın bir kısım kanunları ve siyasetin merhametsizce mukteziyatı” ile devam eder. Ardından, “saltanat siyaseti” tabiri gelir.1 sonra “Hükûmetin ve asayişin devamı için eşhas fedâ edilir” anlayışı, “merhametsiz siyasetin bir düsturu” olarak nazara verilir.” 2 İslâmla siyasetin mesafesi açılıyor. En sonunda Şûrâya dayalı olan yöntem gidiyor, onun yerine istibdata dayalı bir anlayış hakim olmaya başlıyor.

Son yüzyılda İslâm ülkelerinde maddeyi ve maddî çıkarları öne çıkaran pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi ideolojilere paralel olarak şimdiki yönetimleri çıkardı. Manevî değerleri önemsemeyen, anlayışta olanların büyük bir kısmının devletin üst kademelerinde görevli olmaları ve aydınların çoğunun da onlarla aynı görüşte olmaları, toplumun manevî değerler sahasında bir boşluk meydana getirdi. Bu tavır, dini değil, siyaseti ve devleti ele geçirmeyi esas aldı; devlet ele geçirilince mesele âdeta hallolmuştur. Oysa Kur’ân, meseleyi öncelikle bir iç değişim meselesi olarak takdim buyurur. “Bir millet kendi içini değiştirmedikçe Allah da durumlarını değiştirmez.” Hadis-i Şerif de açıktır: “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” Mesele siyaset temelinde ele alınınca elbette din siyasete alet ve bir muhalefet ideolojisi haline getirilmiş olur. Tarih boyunca bu şekilde süregelmiştir. Gerçek fethin toprakları değil, kalplerin fethi olduğu unutuldu. Adaleti mahza rafa kaldırıldı. İslâm toplumu bu durumlara geldi. Fabrika ayarlarına dönmeden İslâm, virüslerden kurtulamaz.

M.Yusuf Akbaş

Dipnotlar:
1 -Mektubat, s. 51. 2- a.g.e., s. 52.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*