Ortadoğu Büyük Bir Alt Üst Oluş Yaşıyor, Tarih Yazıyor

Mavi Marmara Gemisi’ne İsrail’in saldırması sonrası çıkan tartışmalar acaba yeni mi? Yoksa bölgede gerçekleşen güç yarışının ve çatışmasının net bir şekilde su yüzüne çıkması mı? Aslında Amerika, İsrail, Türkiye ekseninde gibi görünen gerilim bölge üzerinde gerçekleşen planlar üzerindeki zıtlaşmanın ürünü mü? İran ve AB bölgeye gemi göndermeyi planlayarak derin stratejiye dahil olmak mı istiyorlar?

Bütün bu soruların cevaplarının alt yapısını oluşturan konuları İstanbul Üniversitesi Uluslar Arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Erhan Keleş’le konuştuk. Keleş, bölgede büyük bir alt üst oluş dönemi yaşandığını söylerken, bölgede tarihin yeniden yazıldığını söylüyor…

İsrail uluslar arası bir yaptırıma maruz bırakılabilir mi? Türkiye bunu sağlayabilir mi?

Uluslar arası hukukta otomatik uygulamalar yoktur. Uluslar arası toplumun oluşturduğu bazı müeyyideler vardır. Bu müeyyide ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin alacağı kararla ortaya çıkabilir. Konseyin daimi üyesi olan ve veto hakkı bulunan ABD’nin İsrail’i koşulsuz olarak desteklemesi uluslar arası düzeyde yaptırımı imkânsız kılıyor. ABD’nin İsrail’e yönelik iradesi değişmediği sürece bu çok zor!

Amerika’nın İsrail’e yönelik şartsız desteğinin arkasında ne var?

İsrail bölgedeki halihazırda bulunan düzenin-dengenin kilit taşı. Başta Amerika olmak üzere emperyal devletler tarafından İsrail’le Arap ülkeleri arasında bir denge kurulmuş durumda. İran ve bazı devletler dışında Amerika’ya yakın olan bu yönetimler antidemokratik bir anlayışa sahip. Demokratikleşememenin gerekçesi olarak da İsrail’le savaşı bahane ediyorlar. Eğer Amerika İsrail’e desteğini çekerse bu düzenin bozulacağını düşünüyor.

Yani İsrail antidemokratik Arap yönetimlerinin bahanesi haline dönüşerek aslında Amerikan hegemonyasının devamını sağlıyorlar.

Dengeler değişirse en azından bölge ülkelerinin Amerikan çizgisinden daha bağımsız bir politika izlemeleri riski olduğunu kesin. Bu ‘puzzle’ın bir parçası. Öbür yandan Amerika’da çok güçlü bir Yahudi lobisi var. Bu lobi hükümetin İsrail’e yönelik baskı yapmasını engelliyor. Ancak bu sonsuza kadar devam edemez. Örneğin New York Times baş yazarı Thomas Friedman Türkiye’nin batıyla doğu arasında denge olmaktan çıkmak üzere olduğunu, Obama’nın Erdoğan’ı Camp David’e dâvet edip bir hafta sonu toplantısı yapmasını istedi.

Yani Amerika’nın Türkiye’yi kaybetmemesi gerektiğini mi söylüyor?

Evet, evet onu söylüyor. Biliyorsunuz ABD savunma bakanı Gates de AB’nin Türkiye’yi yeterince kabul etmediği için doğuya açılma ihtiyacı hissettiğinden bahsetmişti. Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra bölgede bir boşluk oluştu. Bu boşluğu yedi senedir Amerika doldurmaya çalışıyor ancak başarılı olamadı. Bu boşluğu İran ve Türkiye gibi bölge güçleri doldurmaya çalışıyor. Türkiye’nin bu insiyatifi AKP karar vericileri dışında gerçekleşen bir süreç sonucunda ortaya çıktı. Biliyorsunuz 1 Mart Tezkeresi’ni geçirmeye çalışan bir hükümetten, bugünkü pozisyona gelen bir yönetimden bahsediyoruz. Bunun yanında Türkiye, Kürt sorunu gibi iç meseleleri dolayısıyla bölgedeki sorunlara müdahil olma ihtiyacı da hissetti. Aynı zamanda Türkiye’nin bölgede ticarî ilişkilerinin artması yumuşak güç olmasını beraberinde getirdi.

Yani Türkiye’nin dış politikadaki değişimi bir çaba değil, tabiî bir gelişmenin sonucu. Davutoğlu ekolü diye bir kavram var dış politikada?

Davutoğlu ekolü doğal bir ihtiyaca binaen politikalarını hayata geçirme imkânı buldu, çünkü demin söylediğimiz gibi bir güç boşluğu oluştu. Irak Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye ihtiyaç ortaya çıktı. AB ile müzakereler başladı. Türkiye kendini Avrupa karşısında, Avrupa’nın Orta Doğu’ya ve Orta Asya’ya açılan kapısı ve enerji koridorunun bekçisi olarak güçlendirmeye çalıştı. Bunun yanında kangren olmaya yüz tutmuş Kürt sorununu bölgeye yönelik bir açılımla daha kabul edilebilir bir çatışma düzeyine indirgeyebilirim diye düşündü.

İç kamu oyu açısından mı?

Kürt meselesi artık PKK meselesi olmaktan çıkarak bölgesel bir sorun haline geldi. Sorunun bölgeselleşmesi karşısında hükümet karşı ataklar geliştirerek Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısı düzenledi, bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. Enerji yollarına hakimiyet yolunda adımlar attı. Tüm bunlar Türkiye’nin bölgesel ağırlığının artması noktasında çok boyutlu bir plandı.

Amerika’nın İsrail’in arkasında durduğu tesbitinizden yola çıkarak “1 Mart Tezkeresi’ne bu kadar destek veren bir hükümet nasıl olur da Filistin Meselesi’nde bu kadar karşı çıkışlar yapar” diyen yorumcular oldu. Başbakan “Amerika’nın Irak’ta ne işi var” diye bile sordu. Sizin görüşünüz nedir?

Aynı hükümet aynı başbakan soruyor bu soruları… 2002’de İsrail Arafat’ı karargâhında hapsettiğinde Ecevit İsrail’i soykırım yapmakla suçlamıştı. Esasında Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerileceği o zamandan belliydi.

Yani İsrail-Türkiye ilişkilerindeki kırılmanın AKP değil Ecevit hükümeti döneminde başladığını mı düşünüyorsunuz?

İsrail’le ilişkilerin gerilmesini Ecevit hükümetinden bu yana gözlemleyebilirsiniz. Aynı zamanda o dönemde Türkiye’nin bölgeye açılmaya çalıştığını da gözlemleyebilirsiniz.

Dışişlerinde bölgeye açılma politikasının İsmail Cem döneminde başladığını söyleyenler de var?

Hiç kuşkusuz İsmail Cem’in çabaları var. Zaten bölge ülkeleriyle ilişki kurmak istiyorsanız İsrail’le ilişkileri belli bir düzeye indirmeniz gerekir. Türkiye’nin stratejik düzeye varan ilişkilerinden Arap hükümetleri ve kamuoyu son derece rahatsızlardı. Filistin sorununda barışçıl çözümlerin rafa kaldırılmasıyla -2000’lerde ikinci intifadanın başlaması, Camp David görüşmelerinin sonuçsuz kalması, İsrail’in Filistin bölgelerini işgal etmeye başlaması- Türkiye İsrail’le olan ilişkilerini yeniden gözden geçirme gereksinimi duydu. Çünkü Filistin sorunu anahtar bir sorun…

Artık Türkiye’nin Ortadoğu politikası hükümetlerin inisiyatif dışında bir devlet politikası diyebilir miyiz?

Karar alma sürecine ilişkin sorduğunuz bu soru çok zor bir soru. Ancak karar alma sürecine yönelik ciddî değişimler dönüşümler yaşanıyor. Ergenekon süreci, askerin rolünün azalması, bunlar karar alma sürecini etkileyen faktörler. Ancak Türkiye’nin Orta Doğuya açılması bir gereklilik. Kürt sorunun demin söylediğimiz gibi bölgesel bir sorun haline gelmesiyle Türkiye bölgedeki etkisini arttırma çabası içine girdi. 1998’de savaşın eşine gelinen Suriye ile ortak bakanlar toplantısı yapar duruma geldik. Artık Suriye, Lübnan, Ürdün’le vize yok. Artık serbest ticaret bölgesinden bahsediliyor. Bunları göz önüne alırsanız Filistin aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel güç olma ihtirasıyla da alakalı… Türkiye bu soruna dahil oldukça yumuşak güç olma durumunu arttırıyor, Türkiye’nin Arap sokaklarında etkisi artıyor. Kültürel olarak çekim merkezi haline dönüşüyor.

Bölgenin İslâmî hassasiyetleri dolayısıyla seküler bir Türkiye’nin çekim merkezi olması imkânsız gibi” yorumlar da var?

Bölge ülkeler açısından 90’ların sonunda Siyasal İslâmın çıkmaza girmesiyle başka çıkış yolları aranmaya başlandı. Türkiye’nin bölgenin en demokratik ülkesi olması, insanların inançlarını garantiye almaya çalışması, hukuk devleti olma yolunda katettiği mesafe, AB ile olan yakın ilişkisi Türkiye’yi çekim merkezi haline getirdi. Buna bir de bölgedeki ihracatın etkisini de eklemek gerekir. Çünkü bölgedeki en kaliteli mallar Türk mallarıdır. Öbür taraftan “medeniyetler çatışması”ndan kurtulmak isteyen batı da Türkiye’yi örnek ülke olarak öne çıkardı. Eskiden Türkler Arap televizyonlarında emperyalist bir tipoloji olarak sunulurken bu gün Türkiye dizileri bölgede izlenmektedir. Her iki kesim, birbirini tanıdıkça önyargılar ortadan kalkmaya başlamıştır.

Sizce etkin bir politika izleyecek kadar ortadoğuyu tanıyor muyuz?

Ortadoğuyu çok iyi tanımıyoruz, ancak gittikçe daha iyi tanıdığımızı söyleyebiliriz. 2000’li yılların başından itibaren bölgeye gidip gelen insanların özellikle akademisyenlerin sayısı arttı. Bölge dillerini öğrenmeye yönelik bir çaba var. Fakat Türkiye kendi iç sorunlarını çözmeden bölgenin girift ve rekabetçi meselelerine girerse ciddî sorunlarla karşılaşabilir.

Türkiye içe kapanır dışındaki bölgesel sorunlarla ilgilenmezse Kürt meselesi gibi iç sorunlarını da çözemez anlamında açıklamalarınız oldu…

Bu iki politika dengeli bir şekilde yürütülmeli. Siz uluslar arası alanda proaktif politika izleyeceğim derken içerdeki sorunları ötelerseniz, uzun zamana yaymaya çalışırsanız yanılırsınız. Türkiye’nin iç sorunlarının köklü ve acil tedbirlere ihtiyacı var.

Sizce İsrail K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasına nasıl bakar?

İsrail, Arap denizinin ortasında olan bir ülke olarak Arap olmayan devletlere her zaman ilgi göstermiştir. Kürtler, Farslar, Türkler bölgede Arap olmayan unsurlardır. İran’da devrim olana kadar İsrail’le İran ilişkileri iyiydi. Türkiye de, Filistin meselesindeki dalgalanmalara bağlı olarak İsrail’le ilişkilerini her zaman sürdürmüştür. Bu açıdan bakıldığında İsrail’in kurulabilecek bir Kürt devletine olumsuz bakmayacağı aşikâr; çünkü İsrail Arap çemberini kırmak için müttefik arıyor.

İsrail yetkilileri de İran’da devrim olana kadar ilişkilerimiz iyiydi açıklamaları yaparak Türkiye’nin İranlaştığını ima ettiler. Siz bu iddiaya katılır mısınız?

Hiç katılmıyorum. Türkiye ile İran’ın siyasal ve toplumsal arka planları çok farklı. Bu elma ile armudun karşılaştırılması gibidir. Türkiye’nin daha muhafazakâr bir toplum haline geldiği yorumlarına katılabilirim, ancak “din devleti” olma yolunda gittiğinden kimse söz edemez.

Davutoğlu’nun başşehri Kudüs olan Filistin devletinden bahsetmesini dini bir siyaset olarak algılayanlar oldu…

Türkiye’nin iki devletli bir çözüme yakın durmasını Obama’nın iki devletli çözüm modeline yönelik açıklamasının bir tezahürü olarak düşünüyorum. Arap Liginin aldığı kararlar İsrail’in BM sınırlarına dönmesi haline ve Doğu Kudüs’ün başkent olduğu bir Filistin devleti kurulması halinde İsrail’in kendileri tarafından tanınacağı ve barış anlaşması imzalanacağı yönündedir. Davutoğlu’nun açıklaması kurulacak bu yeni devlette Müslümanların Mescid-i Aksa’da namaz kılmasına ilişkin bir temennidir.

Davutoğlu “Stratejik Derinlik” kitabında Kudüs anlaşılmadan bölgedeki sorunun çözülemeyeceğini iddia ediyor…

Doğru… Gerçekten de Filistin ve bölge halkları açısından Kudüs’ün çok önemli ve sembolik anlamı vardır. Yahudiler açısından da dinlerinin doğduğu yer…

Peki Filistin sorunu nasıl çözülebilir?

İsrail çözüme yanaşmazsa çözülemez. İsrail’in de adım atması için ABD’nin İsrail’e karşı koşulsuz şartsız sağladığı desteğini çekmesi gerekiyor.

Mavi Marmara saldırısından sonra Obama bölgedeki statükonun süremeyeceğini söyleyerek sizce İsrail’e mesaj mı gönderdi?

Ancak İsrail hükümeti iki devletli çözümden yana olduğu konusunda bir açıklamada bulunmadı. Tam tersini büyük İsrail’den yana tutumlarını koruyorlar. Burada iki devletli çözümden bahsederken “yaşayabilir Filistin” vurgusunu yapmakta yarar var; İsrail yerleşimlerinin Filistin topraklarını bölmediği, sınırlarını kontrol edebilen, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin…

Sizce BM’nin İsrail’i 1967 sınırına çekmesi yaşayabilir bir Filistin devletini sağlıyor mu?

Sağlayabilir, ancak İsrail buna yanaşmıyor ve yerleşimlerinin sökülmesinden yana değil.

Avrupa’nın Mavi Marmara saldırısından sonra geliştirdiği bazı stratejiler İsrail üzerinde baskı oluşturabilir mi?

İsrail dış ilişkilerde bir tek ülkeye bakar, o da ABD’dir. Yurt dışı uçuşlarının istikametine baktığınızda rota Amerika’dır.

Türkiye’nin son gelişmeler sonucunda doğuya kaydığını söyleniyor.

Türkiye’nin doğuya kaydığını düşünmüyorum. Türkiye’nin bölgedeki etkisi arttıkça batıdan bakan biri doğuya kaydığını düşünebilir, ancak bu doğru değil.

Türkiye’nin bölgede söz sahibi olması, etkisini arttırması bazı toplum kesimleri açısından neden rahatsızlık veriyor?

Bu Türkiye’deki kimlik tartışmalarıyla ilgili bir konu. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geleneksel bir bakış açısıyla bölge “geriliğin sembolü” oldu. Türkiye yüzünü hep Batıya döndü. Uygarlığı, ileri toplumu!” orda gördü. Bölgeyle kurulacak yakın ilişkinin toplumdaki derin fay hatlarını harekete geçireceği düşünülüp kaygı duyuluyor. Tartışma buradan yürüyor. Aynı zamanda bölgeyle kurulacak yakın ilişkinin bazılarının lehine kendilerinin aleyhine olacağını düşünenler de var.

Burada “Yeni Osmanlı” tartışmaları devreye giriyor galiba. Türkiye’nin bölgede güçlü olması için illa Yeni Osmanlı ismini mi alması gerekiyor?

Hiç katılmıyorum ve bu tartışmaları abes buluyorum. Günümüze geçmişin gözlükleriyle bakmak bizi bir yere götürmez. Türkiye’nin bölgede öne çıkmasının nedeni Osmanlılık değil Osmanlı sonrası var ettiği yapıdır. Bunlarda eksiklik olsa da demokrasinin, hukuk devletinin olması, ekonomik gücünün iyi olması Türkiye’yi bölgede öne çıkarmıştır. Ayrıca Arap ülkelerinin resmî söylemlerine baktığınızda sömürgeci Osmanlı’ya karşı verilmiş olan mücadeleden bahseder. İnsanlar bu söylemlerle ve eğitimle büyüdüler.

Ayrıca Türkiye’nin bölgede çatışıyor gibi görünse de Amerikan politikalarına ön açıcı olduğu yolunda spekülasyonlar da dolaştı. Görüşünüz nedir?

Bugünden yanıtlanması çok zor bir soru. Bu bir süreç. Ancak Türkiye şu an uluslar arası alanda gücünün sınırlarını zorluyor. Türkiye iyiye yönelik bir dönüşüm geçiriyor, fakat dışarıda alınan risk iç meseleler konusunda alınmıyor. Eğer Türkiye iç sorunlarını çözerse daha fazla hareket alanı bulacak, güçlü bir ülke olacaktır.

Türkiye’nin İran’a yönelik ambargo oylamasında “Hayır” oyu kullanmasını bir felâket olarak analiz edenler oldu. Amerika’nın Irak’tan geri çekilmek istediğini düşünürsek Türkiye’yi gözden çıkarması mümkün mü?

Amerika Türkiye’yi karşısına almak istemiyor. İsrail, Ortadoğu dengelerini çıkmaza sokmuş durumda. Bunun için Amerika da sıkışmış durumda. Filistin sorununda barış ertelendikçe Arap yönetimleri de büyük bir baskı altına giriyor. El-Kaide gibi örgütlerin çoğalması mümkündür. Eğer Arap hükümetlerine aşağıdan baskılar artarsa bu Amerikan nüfuzunun azalmasını beraberinde getirir. Bölgeyle ilgili bugünden yarına bir şey söylemek çok zor. Bölge büyük bir alt üst oluş dönemi yaşarken bir taraftan da tarih yazılıyor. Süreç nasıl işleyecek bakacağız…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*