Risale-i Nurlarla seven, düşmanlık edemez

Bir Nur Talebesi kendisini beğenmez. Kendisini seven Nur Talebesi olamaz. Risale-i Nurları okuyan ve seven Nur Talebesi olur. Nur Talebesi olan işini, mesleğini sever. Muhabbet beslediği ve sevdiği iş ise; Kur’ân’ın mu’cizeli bir tefsiri olan Risale-i Nurlarla iman hizmetinde bulunmaktır. İman, Kur’ân hizmeti ise işlerin, meşguliyetlerin şahı ve padişahıdır.

Sevdiği ve severek yaptığı işlerde muvaffak olan, başarılı olan her insan gibi, Nur Risalelerini severek, isteyerek okuyan ve okumasını iman kurtarma işine, dâvâsına dönüştürebilen mü’minler, Nur Talebeleri de muvaffak, muzaffer ve başarılı olurlar.

Demek ki başkalarının işlerine, mesleklerine, uğraşmalarına bakmak, bu konuda zaman harcamak, kafa yormak kâr-ı akıl değildir. Kendisine Nur Risaleleriyle iman hizmetini düstur edinen kişinin; gözü ve aklı, tavrı ve hali başka hizmet alanlarında, meslek ve meşreplerde olmamalıdır. Böyle bir seçimin ve tavrın en selâmetli ve başkalarına zarar vermeyecek tarzı ve şekli ise kendi işini, mesleğini ve meşrebini kendisinin sevmesi, muhabbet etmesi ve sahip çıkmasıdır.

İnsanın fıtrî, yaratılıştan bir halidir ki sevgi dairesinin dışındakilere düşmanlık etmek, hased etmek, kıskanmak ve hor bakarak onları küçük düşürmek… Bu hal ise mü’minin, Müslümanın sıfatları, halleri ve yaptığı işleri olamaz ve olmamalıdır. Şeytanın ve nefsin kabarttığı, havalandırıp ortaya çıkardığı bu kötü hali iman kuvvetiyle mü’min muhakkak bastırabilmeli, susturabilmeli ve bertaraf edebilmelidir. Mü’mine, Müslümana yakışan da ancak bu iyi ve güzel hal olmalıdır. Çünkü başkalarına düşmanlık ve onların bizce kötü halleriyle uğraşmak, bu konuda zaman harcamak mü’minlerin zararınadır. Zaten Müslümanların hasbelkader sahip oldukları kötü ve eksik veya bize göre değişik halleriyle uğraşmak ve bu konularda vakit harcamak külliyen bizim zararımızadır. Bizler için en kıymetli ve en çok harcanacak vakit, muhabbet, sevgi, sevmek ve sevdirmek konularında olmalıdır. Kaldıki insan hayatında ve ömründe ancak, sevmeye, muhabbet etmeye ve sevdirmeye yetecek kadar bir zaman vardır. Husûmete, düşmanlığa, çekememezliğe, kin ve nefrete ayrılacak, sarf edebilecek; mü’minin dünyasında, fikrinde, aklında, kalbinde ve ruhunda olabilir vakit, zaman ve hal bulunmamaktadır, bulunmamalıdır, bulunamaz da…

Ehl-i dünya nasılki kendisine bir düstur, bir prensip ve bir kural koymuş; kişi ancak sevdiği işi yapar ve sevdiği işinde de severek çalıştığı için muvaffak olur, başarılı olur.

O zaman mü’minin dünyasını, kalbini, aklını, ruhunu, hayalini ve rüyasını sevmek, muhabbet etmek ve sevgi kaplamalıdır. Sevgisi o kadar çok ve büyük olmalıdır ki; kin, nefret ve düşmanlık yok bulup bu dünyaya, mü’minin sevgi halleriyle büyütüp, yürüttüğü dünyasına girememeli, müdahale edememelidir.

İslâmiyetin kâinatı kaplayan sevgi örgüsünde; imanın kalpleri süsleyen muhabbet hallerinde; Kur’ân’ın ruhları besleyen âyetlerinde düşmanlık olamaz ve buna yer yoktur.

Mü’mine ve özellikle de nurlarla hizmet, iman hizmeti dâvâ eden Müslümanlara yakışan sevmektir. Kendi yaptığı, muvaffak olabildiği iman hizmetini sevmektir.
Elhasıl kendi meslek ve meşrebini seven bu haliyle hizmet eden, edebilen; başkalarının meslek ve meşreblerine düşmanlık etmek gibi bir küçüklüğe, zelilliğe düşmemeli ve tenezzül etmemelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*