Şark husûmeti zâil olmalı

Image

Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı.

Alem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz.

 “Bir asıldan tev’em olarak neşet eden eski Roma ve Yunan iki dehâları, su ve yağ gibi mürur-u a’sâr ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdetâ tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz.”

Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?”

Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (asm) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müsbet esaslar vaz’ eder.

“İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü’l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.

“Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlûmların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlûmsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir.

“Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

“Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese ‘Öl,’ diğeri diyecek ‘Diril.’ Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder.

“Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husûmeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.”

Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti.

Dediler: “Evet, ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”

Sünûhat, s. 148

LÜGATÇE:

âkılâne: Akıllıcasına, tutarlı.

cihetü’l-vahdet: Birlik ciheti.

düstur-u teavün: Yardımlaşma düsturu.

hevâ: Nefsin boş arzuları.

hevesat-ı süfliye: Süflî olan aşağı istekler, alçakça arzular.

hissiyat-ı ulviye: Yüce duygular.

husûmet: Düşmanlık.

hüdâ: Doğruluk, hidâyet.

inkişâ’: Mânilerin gidip havanın açılması.

inkişaf: Açılma, ortaya çıkma, görülme.

istihale: Bir halden başka bir hale geçiş, başkalaşım, dönüşüm.

medeniyet-i hazıra: Şimdiki medeniyet.

müsalemet: Umumun salâmeti, insanlığın barışı.

nokta-i istinad: Dayanak noktası.

rabıta-i dinî, vatanî, sınıfî: Din, vatan ve sınıf bağı.

şe’n: Hal, durum, özellik.

tecazüp: Birbirini cezbetme, çekme.

tedâfü: Kendini koruma, müdafaa, savunma.

tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme.

teshil: Kolaylaştırma, kolay hale getirme.

tevazün: Denklik, denk olma.

uhuvvet: Kardeşlik.

unsuriyet: Irkçılık.

vaz’: Koyma, konulma.

zâil olmak: Sona ermek, yok olmak.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*