Seçim tablosu ve beklentiler…

Seçim tablosunun arka plânında şüphesiz birçok dinamik bulunuyor. Öncelikle bütün siyasî partilerin seçim sonuçlarını doğru okuması ve yorumlaması gerekiyor. Ancak bu seçimde de seçmenin ciddî beklentilerle oy verdiği anlaşılıyor. En başta geleni, halkın demokratikleşmenin esasını teşkil edecek “yeni demokratik sivil anayasa” talebi.

Görünen o ki seçim meydanlarında ve siyasî programlarda “yeni anayasa”nın oldukça kapalı geçiştirilmesine ve iktidarıyla muhalefetiyle doğru dürüst etraflı bir öneri ve öngörü ortaya konulmamasına rağmen, seçmen ciddî bir “yeni anayasa” beklentisi içinde.
Anlaşılan o ki, güçlü bir demokratik irâde ortaya konulmadığı takdirde, tıpkı demokratikleşme ve AB müzâkere sürecinde özgürlükler ve reformların gölgelenmesi gibi, demokratikleşme ve “yeni anayasa”nın da bu tartışmaların gölgesinde kalarak yeniden kamplaşma ve kutuplaşmayla siyasî çatışma aracı haline getirilmesi tehlikesi seziliyor…

“BALKON KONUŞMASI” VAADLERİ

Türkiye’nin önünde âcilen ekonomideki darboğazının aşılması var. Diğer yandan Başbakan, bölgede adâlet, istikrar ve barıştan bahsediyor; fakat Türkiye’nin yanıbaşında hergün onlarca-yüzlerce sivilin katledildiği, binlercesinin sınıra dayanıp iltica Suriye’de olduğu gibi “komşularla sıfır sorun”da birçok problem var. Keza Yunanistan’la “12 mil meselesi” ve Ermenistan’ın “soykırım iddiası” ve akamete uğrayan “protokoller” duruyor.
Başbakan, üçüncü “balkon konuşması”nda, öncekilerde saydığı sorunları ve çözüm vaadlerini tekrarlıyor. Sekiz buçuk yıl ve dört yıl önceki gibi, “yeni anayasa” ve “demokratikleşme” sözü veriyor. “Hukuk dışılık, üstünlerin sultası yine tartışmasız şekilde kaybetmiştir” diyor. Lâkin Türkiye hâlâ darbeleri ve darbecileri hesâba çekmiş değil.
Oysa “gerçek bir demokrasi zaferi” için, siyasetin her türlü vesâyetten kurtulması, antidemokratik sistemin demokratikleşmesi şart. Bunlar olmadan salt “seçim başarısı”nı “demokrasinin zaferi” olarak sunmanın bir anlamı kalmıyor. Zira Türkiye’nin başta darbelerin ve darbecilerin yargılanması olmak üzere, darbelere “gerekçe” gösterilen TSK’ye koruma ve kollama görevini veren “35. madde”nin kaldırılması ve düzeltilmesi, 12 Eylül darbecilerine açılan “soruşturma”nın hayatta kalan iki kişiyle sınırlı tutulmayıp dönemin bütün sorumlularını kapsaması, 28 Şubat postmodern darbesi ile 27 Nisan “e-bildirisi”ni dayatan ve yazanların da sığaya çekilip yargılanması gerekiyor…

SEÇİM SİSTEMİ ÇARPIKLIĞI…

Ayrıca hâlen Türk Ceza Kanununda yer alan düşünce ve ifâde özgürlüğünü cezalandıran yasaların tâdili ile din eğitimi ve öğretimi önündeki engellerin kaldırılması icâb ediyor.
Yine YÖK’ün yapısı, demokratik eğitimde Türkiye’nin başta gelen meselelerinden. En bârizi, darbe dönemlerinden kalma meslekî ve teknik okullardaki “katsayı bariyeri” ve Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarında ve camilerdeki Kur’ân öğrenmede “yaş yasağı” ve yasa dışı başörtüsü yasağı çözümü bekleyen âcil konuların başında bekliyor.
Bunlarla beraber siyaseti altüst eden hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan “yüksek seçim barajı”yla seçmenin tercihini engelleyen siyasî partiler ve seçim yasasının demokratik kriterlere uyumunu esas alan siyasetin demokratikleşmesi, Türkiye’nin âcilen halletmesi gereken problemlerden.
Aslında, “istikrar” uğruna temsilde adâleti feda eden, daha önce iktidar partisine yüzde 35 oyla Meclis’in yüzde 65’ini doldurmasına sebebiyet veren, 2002 seçimlerinde D(Y)P’nin yüzde 9.7 ile oyunun heba edilip 66 milletvekilinin verilmemesine sebebiyet veren “seçim sistemi”, bütün siyasete kaybettiriyor. Bugün sistemden istifade eden, yarın aynı sistemin darbesine mâruz kalıp mağduru oluyor.
3 Kasım 2002’de yüzde 35’le 360, 22 Temmuz 2002’de yüzde 46 ile 341 milletvekili çıkaran AKP’nin 12 Haziran seçimlerinde yüzde 50 oyla ancak 326 oy çıkarması, “seçim sistemi” çarpıklığının son tezâhürü…
Türkiye’nin biran evvel “seçim sistemi” çarpıklığını düzeltmesi gerekiyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*