“Sıcağın şiddeti, Cehennemin hararetindendir”

altÜçüncü Suâl: Cehennem nerededir?

Elcevap: “De ki: Ona dair bilgi Allah katındadır.” [Mülk Suresi: 26.] “Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.” [Ayet ve hadisten muktebes (Bakınız: Neml Suresi: 65; Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân: 7.)]

Cehennemin yeri, bazı rivayatla, “tahte’l-arz” denilmiştir. Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi, küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, arzın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz.

Cehennem ikidir; biri suğra, biri kübradır. İleride, suğra kübraya inkılâb edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur.

Cehennem-i Suğra, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i tabakatü’l-arzca malûmdur ki, ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek, merkeze kadar, nısf-ı kutr-u arz altı bin küsur kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harareti câmi’, yani iki yüz defa ateş-i dünyevîden şedid ve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor.

Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kübraya ait çok vezaifi dünyada ve âlem-i berzahta görmüş ve ehâdislerle işaret edilmiştir. Âlem-i ahirette, küre-i arz nasıl ki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker; öyle de, içindeki Cehennem-i Suğrayı dahi Cehennem-i Kübraya, emr-i İlâhî ile teslim eder. Ehl-i İtizalin bazı imamları, “Cehennem sonradan halk edilecektir” demeleri, hâl-i hâzırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasip bir tarzda inkişaf etmediğinden galattır ve gabavettir.

Hem perde-i gayb içindeki âlem-i ahirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin edelim.

“Ve’l-ilmü indallah”, ahiret âlemine ait menziller, bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat bazı rivayatın işârâtıyla, ahiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebettardır. Yazın şiddet-i hararetine “Min feyhı cehennem” [Cehennemin hararetindendir. (Hadis-i Şerif: Keşfü’l-Hafâ, 29; Buharî, 1: 142, 162.)] denilmiştir.

Demek, bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat ism-i Hakîm’in nuruyla bakabiliriz.

Şöyle ki: Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübra, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğrayı güya tevkil ederek bazı vezaifini gördürmüş. Kadîr-i Zülcelâl’in mülkü pek çok geniştir. Hikmet-i İlâhiye nereyi göstermiş ise, Cehennem-i Kübra oraya yerleşir.

Evet, bir Kadîr-i Zülcelâl ve emr-i feyekûn’e malik bir Hakîm-i Zülkemâl, gözümüzün önünde, kemâl-i hikmet ve intizam ile kameri arza bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile arzı güneşe rabtetmiş; ve güneşi, seyyaratıyla beraber, arzın sür’at-i seneviyesine yakın bir sür’atle ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsü’ş-Şümus tarafına bir hareket vermiş; ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nuranî şahitler yapmış, onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zat-ı Zülcelâl’in kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübrayı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip, ahirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş’al etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennetten yıldızlara nur verip, Cehennemden nâr ve hararet göndersin; aynı halde, o Cehennemin bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın.

Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette, o Zat-ı Zülcelâl’in kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, küre-i arzın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde Cehennem-i Kübrayı saklasın.

Elhâsıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır.

Mektubat, Birinci Mektub, s. 20

LÛ­GAT­ÇE:
Cehennem-i Kübra: Büyük Cehennem.
Cehennem-i Suğra: Küçük Cehennem.
medar-ı senevî: Yıllık yörünge.
münteha: Son.
şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*