Üzeyr Aleyhisselâm

Musa Aleyhisselâm İsrail oğullarına gönderilmiş ve kendisine Tevrat indirilmişti. Peygamberlik vazifesini tamamladıktan sonra vefat etti. Vefatından sonra İsrail oğulları bozulup yetmiş bir fırkaya bölündüler.

Daha sonra kendilerine Davud Aleyhisselâm gönderildi ve başlarına hükümdar oldu. Mescidi Aksa’nın temelini atarken oğlu Süleyman Aleyhisselâm mabedi tamamladı. İçinde Tevrat ve diğer kutsal emanetlerin bulunduğu Mukaddes sandığı mabedin bir odasına koydurdu. Bunların içinde on emrin yazılı olduğu levhalar da bulunmaktaydı.

 

Süleyman Aleyhisselâm’ın vefatından sonra Yahudiler iki devlet halinde bölündüler. Bu bölünme sonrasında İsrail ve Yahuda devletleri kuruldu. Ancak, azgınlaşıp hak yoldan ayrıldıkları için Allah’ın gazabına uğradılar. Bir süre sonra her iki devletleri de yıkıldı. İsrail devleti Asurlular tarafından yıkılırken Kudüs’ü de yakıp yıktılar. Yahudilerin çoğu öldürülürken, kalanlar da Babil ülkesine sürüldüler. İşte bu sürgünler arasında bir genç, yani Üzeyr Aleyhisselâm da vardı.

Üzeyr Aleyhisselâm, Hz. Harun’un (ra) neslinden gelmişti. İşgal, yakıp yıkma hengâmında, o zamana kadar bozulmadan muhafaza edilen Tevrat da yakılıp yok edilmişti. Bu gerçek Tevrat çok büyük olup hiç kimse ezberleyememişti. Ancak, Hz. Üzeyr ezberlemişti. Zaten kavminin içinde bilgin bir kimse olarak bilinmekteydi. O sürgün ve yıkım esnasında bile, insanlara moral vermeye çalışarak, içinde bulundukları sıkıntıların bir gün sona ereceğini söyledi ve dertlerine derman olmaya, teselli vermeye çalıştı.

Üzeyr Aleyhisselâm dışında Tevrat’ı bilen kimse yoktu. Yahudilere yeniden okutup öğretti. Ancak, zamanla bu kutsal kitap unutulduğu gibi, birçok yeri de değiştirildi. Muhtelif kişiler eliyle yazılmış ve Tevrat ismi verilmiş değişik nüshalar ortaya çıkmaya başladı. Azra ismini taşıyan bir kimse tarafından toplatılan nüshalardan şimdi mevcut bulunan ve Ahdı Atîk denilen Tevrat yazıldı.

Esaret hayatının üzerinden uzun bir zaman geçmişti. Üzeyr Aleyhisselâm esirlik hayatından kurtulduktan sonra Kudüs’e gitmişti. Hâlâ şehir harap halde bulunmaktaydı. Şehrin durumuna çok üzülmüştü. Şehir adeta, bir daha kurulayacak şekilde yakılıp yıkılmıştı. Yemeğini yedikten sonra, bulunduğu yerde dalgın ve düşünceli bir vaziyette uykuya dalmıştı. Cenâb-ı Hakkın hikmetiyle bu uyuma hali yüz yıl kadar sürdü. Uyandığında bambaşka bir ortamla karşılaştı. Bu hadise Kur’ânı Kerim’de şöyle izah edilmektedir:

“O kimseyi görmedin mi ki, yıkılıp harabe haline gelmiş bir beldeye uğramıştı. O zat, ‘Acaba Allah bu beldeyi ölümünden sonra nasıl diriltecek?’ dedi. Allah da onu öldürüverdi ve yüz sene öylece bıraktı. Sonra tekrar diriltip ‘bu halde ne kadar kaldın?’ diye sordu. O da ‘Bir gün veya bir günden daha az’ cevabını verdi. Allah ise, ‘Yüz sene ölü kaldın’ buyurdu. ‘İşte, yiyecek ve içeceğine bak ki, hiçbiri bozulmamış. Bir de merkebine bak, kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış, senin yüz sene ölü kaldığını gösterir. Seni ise, insanlara bir delil olsun diye öldürüp dirilttik. Şimdi de kemiklere bak, onu nasıl yerli yerine koyup üzerine et giydiriyoruz.’ O da, bu delilleri böylece ap açık görünce ‘Allah’ın her şeye kadir olduğunu bildim’ dedi.” (Bakara 2/259).

Kudüs’ü görmeye gelen Üzeyr Aleyhisselâm, şehrin durumuna çok üzülmüş, “Acaba bu viran olmuş ölü belde bir daha canlılık kazanıp hareketli bir şehir olur mu? diye düşünmüştü.” (Ömer Faruk Tunalı, Peygamberler Tarihi, İstanbul, 1985, s. 6?). âyeti Kerimede bu düşüncesine cevap verilmiş, bizzat kendisi ölüp uykusunda yüz sene tutulduktan sonra diriltilmişti. Uykusundan uyanan Hz. Üzeyr’in binek hayvanının öldüğünü ve kemiklerinin çürüdüğünü gördü. Buna karşılık, meyveler mucize olarak taze tutulmuştu. Bu hadise Cenâb-ı Hakkın iradesiyle insanlardan saklı tutulmuştu.

Hz. Üzeyr’in başından bu hadise geçmişken, bölge istilâdan kurtulmuş ve istilâcı kral da ölmüştü. Esaret altında yaşayan insanlar yeniden Kudüs’e dönmeye başlamış ve şehir yeniden imar edilmişti. Böylece eski canlılığına yeniden kavuşmuştu. Bu arada, Hz. Üzeyr Cenâb-ı Hakkın ihsanına mazhar oldu. Bineğinin çürümüş kemikleri bir araya gelerek yeniden dirildi. Merkebine binen Hz. Üzeyr Kudüs’e gitti. Ancak, her şey ve insanlar değiştiği için kimseyi tanımadı. Yaşadığını tahmin ettiği mahalleye gitti. Orada çok yaşlı bir kadın bulunmaktaydı. Kadına, Üzeyr’in evini sordu. Kadın evi gösterdiği gibi, Üzeyr’in hizmetçisi olduğunu da söyledi ve çoktan kayıp olduğunu bildirdi. Üzeyr’in kendisi olduğunu söyledi, mucize isteyince de Cenâb-ı Hakkın izniyle kadının gözlerini iyileştirdi.

Hz. Üzeyr’in mucizesiyle iyileşen kadın, gidip yakınlarına haber verdi. Bu arada, Hz. Üzeyr’in oğulları ve akrabaları çevresine toplandı. Hz. Üzeyr oğluna göre çok daha genç görünmekteydi. Oğlu ve akrabalarına kendisini tanıttı. İnsanları hidâyete dâvet etmek için, sadece kendisinin ezbere bildiği ve yıllar öncesinden yok edilmiş bulunan Tevrat’tan âyetler okumaya başladı. Yazmayı bilenler okunanları kayda geçirdiler. Bu arada, çok yaşlı birisi yanlarına yaklaşıp dedeleri tarafından Tevrat’ın kendi üzüm bağlarının bulunduğu yerde toprağa gömüldüğünü, ancak, tarlalarının neresi olduğunu bilmediğini, tarlanın yerini bilen varsa söylemelerini istedi. Bunun üzerine, topluluğun içinden yeri bilenler ayrılarak söz konusu yere gittiler. Kazı sonucu yaşlı adamın dediği gibi, Tevrat’ı buldular. Bulunan Tevrat’ın âyetleri ile Hz. Üzeyr tarafından okunan ve yazılmış bulunan âyetlerin aynı olduğu müşahede edildi.

Bir kısım insanlar, Hz. Üzeyr’e inanırken, bazıları ise bunu bir insanın yapamayacağına hükmettiler. Uzeyr’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia etmeye başladılar. Kur’ânı Kerim’de; “Yahudiler ‘Üzeyr Allah’ın oğludur’ dediler; Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların uydurdukları sözleridir; kendilerinden önceki kafirlerin sözlerine benzetirler. Allah onları kahretsin, yüzleri nasıl da haktan çevriliyor!” (Tevbe 9/30), ifadeleriyle, söz konusu sapkınlığa işaret edilmiştir. Risâle-i Nur’da, İhlas Suresi’nin tefsiri yapılırken, âyette geçen, “lemyelid” yani, “(Allah) doğurmamıştır” ifadesinin söz konusu tevellüd fikri küfrisini reddettiği ve kesip attığı ifade edilmiş ve bu vesile ile Hz. Üzeyr’in ismi zikredilmiştir (Sözler, 1993, s. 638).

Hz. Üzeyr, sabırla insanları hidâyete dâvet etti. Ancak, kavmi kendisine çok sıkıntı çıkarıp iki yüzlülük gösterdi. Elli sene kadar imana dâvet ettikten sonra Kudüs’te vefat etti. Hz. Ebu Hureyre’den nakille Peygamber Efendimizin (asm); “…Üzeyr peygamber midir onu da bilemiyorum.” buyurduğu nakledilmiştir (Ebu Davud, Sünnet 14, 4674).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*