Yaz göçleri

Göçebe hayâtı yaşamak güçtür. Ama, kendine mahsûs bir lezzeti olduğu da açıktır. Özellikle, çocukluğundan beri böyle yaşamaya alışmış olan kişiler için terki mümkin olmayan bir alışkanlıktır. Hem de kim bilir, insanların daha yerleşik hayâta başlamalarından önce geçirdikleri, binlerce yıl sürmüş olması muhtemel îtiyadlarından arta kalan bir seciye olarak dem ve damarlarına yerleşmiş hâldir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk, Kureyş kabîlesine verdiği ni’metlerden bir kısmını sayar ve kışın Yemen, yazın da Şam tarafına emniyet içinde seyâhat ederek ticâret yaptıklarını hâtırlatır: “1) Kureyş’e verdiği emniyet ve kolaylıklar için, 2) Onları kış ve yaz seyâhatlerine emniyet ve kolaylık içinde muvaffak ettiği için, 3) Onlar bu Beyt’in Rabbi’ne kulluk etsinler. 4) O Rab ki, kendilerini açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkulardan emîn kılmıştır.” [Kureyş Sûresi]

Bendeniz de çocukluğumun geçtiği ilçede, her yaz bağ evlerine taşınmak ve orada 4-5 ay kalmak sûretiyle edindiğim alışkanlığı, kırk yıla yakın süren iş hayâtı dolayısı ile hep bir hayâl olarak hâfızamda sakladığımdan mıdır, nedir; emeklilikten sonra sâkin bir köyde kirâladığım evde yazları geçirmek şeklinde bu göç işini devâm ettirmekteyim.

İşin bu tarafı iyi olmasına rağmen, kışı geçirdiğimiz yerde toparlanıp evi bir düzen içinde bırakmak; gidilen yerde yeni mevsime hazırlık yapmak filan derken, yazma işini aksatmaktayım. Yaşlılıktan ileri gelen zihin ve beden yorgunluğu, gençler gibi her işi bir arada yapma imkânı da vermeyince, ister-istemez gazete ve bâzı sitelerdeki yazılarımı ihmâl etmeme sebep oldu. Ne ise ki, sonunda bilgisayar başına geçecek kuvvet ve fırsatı bulabildim. Bunun için Cenâb-ı Hakk’a ne kadar şükür etsem azdır.

Geçen zaman zarfında memleket ve dünyâda pek çok hâdise cereyân etti. Maalesef, bunların arasında kötüler, iyilerden daha çoktu. Bendeniz, günlük olayları tahlîl ile görüş beyân eden yazar tâifesinden olmadığımdan, gündemi tâkip edememekten ileri gelen bir kaybım yok. Ancak, dostları ile sohbete alışmış çayhâne müdâvimlerinin hissettikleri cinsten bir eksiklik duymadığımı söylemek kàbil değil… Kimlerin yazılarımla göz temâsında bulunduğunu, kimlerin fikirlerimi paylaştığını, kimlerin hissiyâtımla mütehassis olduğunu bilemem. Ancak, gazetemizi okurken, gözden geçirirken kendim yaşadığım şekilde, diğer yazarlarımızla olan hissiyât alış verişimin, okuyucularım tarafından da yaşandığını farzediyorum. Bu bakımdan, şu satırlar aynı zamanda dostlara bir özür beyânı sayılabilir…

Yeryüzündeki bu geçici konuş-göçüşlerin sonunda bir gün, gerçek vatana doğru son bir göç daha yaşanacaktır. Ancak, bu son göçün zamânı ve başlangıç noktası insanın elinde olmayacaktır. Hiç beklenmedik bir anda, daha yapılacak pek çok iş arkada bırakılarak; ne hesapları tasfiyeye, ne ortalığı düzeltmeye, ne gidilecek mahalli hazırlamaya fırsat kalmadan mecbûrî bir sevkiyât olacaktır. Dostların kimi: “Daha dün görüşmüştük!”, kimi: “Yâ Hû, adam sapasağlamdı!”, kimi de: “Ben zâten seziyordum, durumu iyi görünmüyordu” dese de, sonunda kadere rızâ ile: “İnna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!”dan başka söyleyecek söz bulamayacaklar…

Hayât tarzını Risâle-i Nurların verdiği derslerle tanzîme çalışan insanlar olarak, bizim dünyâya bakışımız başkalarından daha değişiktir. Günlük olaylardan ziyâde, ileriye müteveccih, bilhassa ebedî hayâtı alâkadar eden mevzûlara ehemmiyet vermeye gayret ederiz. Yaşadığımız âna ve güne bakan vazîfelerin hakkıyla yapılması; kendi âlemimizde bize düşenin îfâsı ile netîceyi Hakk Teâlâ’ya bırakmanın İslâmî bir tavır olduğunu bilir, ona göre davranırız. Kendi âlemimizi düzeltip yoluna koymakla, bütün âlemin de ıslâhına vesîle olabileceğimizi düşünürüz. Nefsimizde ve özel hayâtımızda hakka uyamadıktan sonra başkalarına söyleyebileceğimiz bir şey olmadığını biliriz.

Her hâdisede rahmetin izini görmek ve kâinâtta hiçbir şeyin kendi kendine meydana gelmediğini idrâk etmek, insana derin bir iç huzûru ve râhatı sağlar. Tenbellik ve terk sûretinde olmamak şartıyla, usûlüne uygun tevekkülün iktizâsını yerine getiren her mü’min bu huzûru hisseder. Kul kendisine düşeni bütün şartları ile yerine getirdikten sonrasında olacaklardan ne mes’ûldür; ne de böyle bir salâhiyeti vardır. Allâhu Teâlâ’ya hakkıyla kul olanın daha dünyâda iken âhiret saâdetine erişmesine vesîle olan dîn-i İslâm’dan ötürü ne kadar şükretsek azdır!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*