Zalime dalkavukluk, mazluma tahakküm

‘Eğer tiranın da sadece iki eli varsa; hepimizi birden nasıl dövebiliyor’ diye sorar La Boétie bundan tam beş asır önce. Her insan eşit ve hür doğduğu halde, neden birileri tahakküm ediyor, diğerleri neden güce boyun eğiyor?
Allah’ın herkese doğuştan verdiği hakları; birileri ne hakla ve nasıl diğerlerinin elinden alıyor ve diğerleri neden bu haklarından vazgeçiyor?

Halbuki imanlı ve faziletli bir insan kimseye tahakküm etmediği gibi, kimsenin de kendisine tahakküm etmesine izin vermez. Din ve şeriat; insanın insana kulluğunu ortadan kaldırmak, istibdadı yok etmek için taraf-ı İlâhiden vazedildiği halde; bir süre sonra asıl mecrasından saptırılarak, ‘tahakküm ve istibdadı tahkim aracı’ olarak kullanılmaya başlanmış. Kilise ile Kral önceleri güç için mücadele etmiş, fakat sonra kendi aralarında anlaşmıştır.

Montaigne’in de en yakın dostu olarak bilinen Étienne de La Boétie (1530–1563), modern siyaset biliminin temellerini atan Fransız yazar, düşünür, hâkim ve siyasetçidir. 1550’lerde Etienne de, bir kölelik ilişkisi olarak ‘Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’ adlı eserinde, tiranın gücünün sadece halkın kendi hürriyetinden vazgeçen gönüllüğünden kaynaklandığını savunur ve sorar: İnsanlar neden boyun eğmeyi ve isteyerek kulluk etmeyi seçer, neden bir halk bir tirana boyun eğmekten de öte, kendi köleliğini gönüllü olarak ister?

La Boétie, gönüllü kulluğun üç temel sebep üzerine gerçekleştiğini söyler; alışkanlıklar ya da gelenekler, manipülasyon, çıkar sağlamak ya da kâr etmek için kabullenmek. La Boétie’ye göre, hür ve eşit doğan insan, güç karşısında boyun eğmektedir, ama bu boyun eğme durumunu; itaatkâr alışkanlıkların içselleştirilmesi, aptallaştırıcı bir eğitim ve tiranın manipülasyonu sonucunda unutmaktadır.

Çünkü güç, insana boyun eğdirse de, yine de tek başına, bir insanın bir hükümdara gönüllü olarak kulluk yapmasını sağlayamaz. Hamasî nutukları, kutsal sembollerin gösterişli kullanımları, dinleri, batıl inançları ve hurafeleri kullanması; insanlar üzerinde bir tür tapınmaya yol açar ve düşünme kapasitesi uyuşturulan, akıl tutulması yaşayan halkın duygu seli içinde hükümdara gönüllü kulluk etme geleneğini sürdürmesini sağlar. Tiran, hâkimiyetinin devamını sağlamak için, her türlü yola başvurur.

La Boétie, tiranın iktidarını koruması için etrafında kendisi gibi sistemden yararlanan bir grup insana ihtiyacı duyduğunu söyler. Kendisine suç çetesi oluşturmak durumundadır egemen. Herkes kısmî veya dolaylı bir şekilde bu refahtan faydalanır. Tiran, etrafını saran bu koruyucu grubun belli çıkarlar ve mevkiler elde etmesini sağlayarak kendine bağlar. Ayrılması veya desteğini çekmesi durumunda halk gibi perişan olacağını ima eder. Böylece Bediüzzaman’ın tabiriyle ‘küçük küçük Nemrutçuklar, Firavuncuklar’ ortaya çıkar.

Burada yine insanın iman ve faziletle, hak ve hukukuna sahip çıkma şuuruna ihtiyaç vardır. Kur’ân insanları ‘Allah’ı bırakıp da bazılarımız, bazılarımızı Tanrı tanımayalım’ demeye çağırır. (Âl-i İmrân – 64) Bedüzzaman’a göre “îmanlı fazîlet, medâr-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tegallüb etmek fazîletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevâzu ile hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. (Tarihçe-i Hayat, s. 165)

Çare “(…) Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlûmları da zelil etmemek. Yani, hürriyet-i şer’iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 40)

Çünkü iman ne kadar kuvvetlenirse hürriyet o kadar parlar. O hürriyet ile insan haddini bilerek saygıyla, ama özgüvenle İbrahim (as) gibi Rabbine sorar ‘Rabbim sen ölüleri nasıl diriltirsin?’ Yine Sahabe Hazretleri gibi sorar ‘Ya Resulullah, bu vahiy mi, yoksa sizin şahsî reyiniz mi? Sizin şahsî reyiniz ise, bu konuda bizim de bir reyimiz var!’ Bu imanlı fazilet ve cesaretle Hz. Ömer (ra) gibi celâlli bir halifeden hesap sorar: ‘Ya Ömer, önce üzerindeki elbisenin hesabını ver, sonra konuş!’

Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez.

Yazıyı Étienne de La Boétie’nin sorularıyla bitirelim:

“Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar fazla gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Şehirlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse, bunları nereden almıştır? Sizinle anlaşmadıysa, sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir?”

M. Said.ZEKİ

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*