48. vefat yıldönümünde Bediüzzaman Said Nursi mesajları ile Köln´de idi

Bediüzzaman Said Nursi vefatının 48. yıldönümünde Almanya-Köln’de düzenlenen “Aile” konulu bir panelle anıldı. Geniş bir izleyici topluluğunun büyük bir ilgi ile izlediği panele Türkiyede’den Yeni Asya Gazetesi imtiyaz sahibi sayın Mehmet Kutlular ve Harran Üniversitesi İlahyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ali Bakkal konuşmacı olarak katıldılar. İslam Konseyi Yüksek Din Şurası sözcüsü sayın Şükrü Bulut ve Tübingen Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Albert Biesinger ise proğramın Almanya’dan katılımcıları idi.

”Biz Bize” musîki topluluğunun Türk sanat ve tasavvuf musîkisinden eserler seslendirdiği ve ikinci bölümünde “Ağlama Yavrucak…” isimli sinevizyon gösterisinin de bulunduğu proğramın açılış konuşmasını sayın Mehmet Kutlular yaptı. Konuşmasının başında hayatı yaşama noktasında Hz. Peygamber’i örnek alan müslümanın bir probleminin ve derdinin olmayacağını vurgulayan Kutlular, dinsiz batı felsefesinden doğan bir hayat biçiminin tüm dünyayı ve Türkiye’yi de etkilediğini belirtti.

Yeni Asya Gazetesi İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular

“Yani, Peygamberimizi öğrenemediğimiz ve O´nu dinlemediğimiz zaman, meydana gelen boşlukları, sözkonusu dinsizlik cereyanlarının ahlâksızlıkları doldurdu ve doldurmaya devam edecektir.” “İnkar-ı uluhiyet” denilen inançsızlık belasının öncelikle semavi dinlerle olan bağı kopardığını ve bunun da ahlak ve ailede tahribata yol açtığına işaret eden Kutlular “Allah´a ve ahirete iman çıkarılınca, zaman içinde burada yetişen inananların dünyasında anarşi oluştu. Yörüngesini kaybetmiş cisim gibi sağa sola çarpıyor. Kalbimde yaratıcıya iman olmayan bu insanlar bütün otoritelere başkaldırıyor, sosyal hudutları çiğniyor ve dolasıyla şahsî hayatını da büyük ölçüde tehlikeye atıyorlar. İmansız bir hayatta, hayat cehenneme dönüşür. Hele hürriyetlerinin sınırını bilmeyen bir gençliğin verdiği sıkıntıyı, nefsanî arzularını tatmin yolunda ailevî sorumluluklarını almış baba ve annesinden doğma çocuklarının perişanlığını, imanın neticesi olan şefkatten ve merhametten mahrum insanlarca itilen kakılan ihtiyarları ve ızdıraplarıyla başbaşa bırakılmış hasta ve musibetzedeleri düşündüğümüzde, bu hayattan lezzet alabilir misiniz?” diye sordu.

Allah’a imanı bilemeyen ve İslamiyet’in pratiğinin güzel neticelerinden habersiz insanlara ayet ve hadislerin hikmetlerini 130 kitaptan oluşan Risale-i Nur’lar la izah etmek gerektiğini söyleyen Kutlular, yanlış bilgi ve ön yargıdan kaynaklanan “Kur-an karşıtlığını gidermede Avrupa Nur Cemaati’nin daha fazla inisiyatif alması gerektiğini ifade ederek avrupadaki nur talebelerini çalışmalarından dolayı tebrik etti.

Sayın Kutlular’ı takiben “İslamda Aile” konulu bir tebliğ sunan Prof. Dr. Ali Bakkal bir uzman olarak “Aile” konusunu etraflıca değerlendirdi ve aileye gerçek değerini bir kurum olarak İslam dininin verdiğini belirtti. Prof. Bakkal’ın tebliginden kısa bir özet:

“İslâm’da aile tamamen dinî bir kurum olmamakla birlikte, bu müesseseye büyük önem verilmiş ve insanların aile kurmaları muhtelif âyet ve hadislerle teşvik edilmiştir. Çünkü âile hem kişinin huzur bulduğu bir yuva, hem de kişiyi çeşitli günahlardan ve kötülüklerden koruyan bir vasıtadır.

Cenâb-ı Allah birçok âyette erkek ve kadını zevc olarak yarattığını açıklamakla evliliğin tabiî ve fıtrî bir durum olduğuna dikkati çekmiş, kendi kendilerini evlendirmeye gücü yetmeyenlerin de evlendirilmesini emretmiştir:

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini kurusunlar…”[1]

İslâm’da evlenmenin genel hükmü sünnettir. Hz. Peygamber evlendiği gibi müslümanların da evlenmelerini teşvik etmiştir:

“Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa benden değildir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.”[2]

İbn Necîh anlatıyor: “Resûlüllah (sav) “Kadını olmayan erkek miskîndir, miskîndir!” buyurdular. Yanındakiler:

“Çokça malı olsa da mı?” dediler.

“Evet çokça malı olsa da!” buyurdular. Sözlerine devamla: “Kocası olmayan kadın da miskînedir, miskînedir!” buyurdular. Yanındakiler:

“Çokça malı olsa da mı?” dediler.

“Evet, kadının çokça malı olsa da mı?” buyurdular.[3]

Bir kişi evlendiği zaman Hz. Peygamber (sav) ona şöyle dua ederdi: “Allah sana (evliliği) mübarek kılsın, üzerine bereket indirsin, ikinizin arasını hayırda birleştirsin.”[4]

Evlenmek, zevk ve haz için değildir. Evlenmek, âile teşkili, milletin beka ve devamı, ferdin duygu ve düşüncelerinin dağınıklıktan kurtarılması ve cismânî hazların zabt u rabt altına alınması içindir. Fıtratın çok meselelerinde olduğu gibi, zevkler, hazlar bir avans ve imrendirmeden ibarettir.

Harran Üniversitesi İlahyat Fakültesinden Prof. Dr. Ali Bakkal

Hz. Peygamber (sav) gücü yeten gençlere evlenmelerini, gücü yetmeyenlere ise şehvetlerini kırabilmeleri için oruç tutmalarını tavsiye etmiştir: “Ey Gençler Topluluğu! Sizden her kim evlenmek külfetine gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan daha çok meneder, iffeti daha çok muhafaza eder. Nikâh külfetine muktedir olamayan kimse ise oruç tutsun. Çünkü oruç, oruç tutan kişi için şehveti kıran bir şeydir.”[5] “…

“Avrupâî hayat tarzına özenen İslâm ülkelerinde son zamanlarda gençler evlenmek yerine  uzun süre sevgili olarak yaşamayı ve bu tür bir beraberliği âdet haline getirmeye başlamışlardır. Bunlar evlilerde olduğu gibi belli bir saygı görmekte, sevgilileri tanıyanlar onları âdeta âile bağıyla birbirine bağlı kişiler gibi algılamaktadır.

Âile ile âile olmayanı birbirinden ayıran çizgi nikâhtır. Gerek din gerek kanun açısından sevgili birlikteliklerin bir değeri yoktur. Sevgili olmak, sadece iki kişinin cinsi açıdan birbirinden faydalanmasından ibarettir. Âile ise karı kocanın hayatı, maddî ve manevî bütün varlıklarını birlikte paylaştıkları bir müessesedir. Âilede her şey ortaktır. Hatta İslâm inancına göre bu, ebediyete kadar uzanan bir ortaklıktır.

Sermaye ortaklıklarında olduğu gibi insanlar âile ortaklığından da ayrılabilirler.  Bu yol da açık olduktan sonra insanların nikahsız olarak birlikte yaşamalarının bir anlamı yoktur. İnsanlar cinsî beraberliği arzu ettiği andan itibaren bu birlikteliklerini nikâh bağıyla meşrulaştırmalıdırlar.

Eğer evliliklerde her iki taraf birbirinden memnun olmazsa, bu durumda ayrılık hiç zor değildir. Eğer erkek kadından memnun değilse, din kendisine hanımını boşama hakkı tanımıştır. Ancak bunun için bazı maddî fedakârlıklarda bulunması gerekecektir. Eğer kadın kocasından memnun değilse bunun da iki yolu vardır. Ya bu memnuniyetsizliği kocasının haksızlığından kaynaklanır. Bu durumda kadın hakime başvurup ayrılma talebinde bulunabilir. İslâm’a göre mahkeme yoluyla ayrılmalarda karı ve koca eşittir. Erkek hangi sebeplerden eşinden ayrılmak istiyorsa, kadın da aynı sebeplerden dolayı eşinden ayrılmak isteyebilir. Eğer kadın kocasının haksızlığından değil de kendince hoşuna gitmeyen bir sebepten dolayı ayrılmak istiyorsa, o zaman kadın, evlenirken kocasından aldığı mehri geri verir ve kocasından ayrılır. Bu şekilde ayrılmaya İslâm’da muhâlaa denilmektedir. Bu ayrılma Kur’an’da şöyle anlatılır:

“…(Ey Müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.”[6]

Âile kurduktan sonra iki tarafın arzusu veya tek tarafın isteği ile nikâh bağını çözmek mümkün iken hayata sevgili olarak devam etmenin mantıklı bir açıklaması yoktur.

Modern Dünyada Âile

Biz, modern dünya deyince, birinci derecede Amerika ve Avrupa ülkelerini kastediyoruz. Modern dünyada resmî evlilikler düşme eğilimine girdiği gibi, mevcut aileler de boşanmalar yoluyla hızlı bir şekilde çözülmektedirler. Şüphesiz bu durumu, modern hayat tarzının bir neticesi olarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Modern dünyada temel düşünce, “bu yaşantı tarzımızdan taviz vermeyelim, ama evlilikler de devam etsin, âileler çözülmesin” şeklindedir. Esasen bu düşünce, kendi içinde bazı çelişkilileri ihtiva etmektedir. Eğer modern hayat tarzı, âilenin çözülmesi neticesini doğuruyorsa, bu hayat tarzını benimseyerek âileyi devam ettirmek nasıl mümkün olacaktır?

Esasen modern dünyanın önünde iki şeyden birini seçme zorunluluğu vardır: Ya modern hayat tarzı yaşatılmaya devam edilecek, -tabiî ki bunun neticesinde âilesiz bir yaşam tarzına doğru gidilecek-; ya da âileyi korumak için modern hayat tarzında bu yönde bazı değişiklikler yapılacaktır.

Modern hayat tarzının âileyi yavaş yavaş bitirdiği, sosyal bir olgudur. Öncelikle burada yapılması gereken şey, âilenin bitiş sebeplerini araştırmak olmalıdır. Verilecek karar hangi yönde olursa olsun, her iki durumda da bu sebeplerin tespiti bir zorunluluktur. Ortaya çıkacak olan sonuç az veya çok modern hayat tarzımızda bazı değişiklikler yapılmasını gerektirecektir.  Modern dünya ya bu değişiklikleri yapar ve âileleri korur; ya da bu hayat tarzını devam ettirme hususunda kararlı olur, ama âileden büyük ölçüde taviz verir. Bu bir tercih meselesidir.

Fakir ve az gelişmiş ülkelerde ekonomik krizler olduğu zaman, bu durum aynı ölçüde sosyal krize dönüşmez. Ekonomik krizler çoğu kez âileler tarafından göğüslenir. Gelişmiş ülkeler henüz devletlerinin üstesinden gelemeyeceği büyüklükte bir ekonomik krizle karşılaşmamışlardır. Bu ülkelerinde devlet gelirlerinin yüksek oluşu sosyal patlamaların ortaya çıkmasını engellemektedir.

Maalesef Batı her şeyi kanla öğrenmiştir. Avrupa’da her şeyin bedeli çok ağır olmuştur. Avrupa Birliği dahi XX. asırda iki dünya savaşının yapılmasından sonra gerçekleşmiştir. Maalesef Avrupa her şeyi vuruşa vuruşa öğreniyor. II. Dünya savaşından sonra Avrupa problemleri konuşarak çözmeye başladı ve bunun neticesinde bugünkü Avrupa Birliği oluştu. Dileriz Avrupa sosyal krizlerin sübabı olan âilenin önemini konuşarak anlar ve gerekli tedbirleri alır. Henüz Avrupa bu konuyu konuşmaya dahi başlamış değildir. Dünya on yıllık periyotlarla büyük değişiklikler yaşıyor. Bu değişen dünyada hiç kimse şimdiki gücüne dayanıp “bana bir şey olmaz” havasıyla önemli meseleleri umursamazlıktan gelemez. Eğer böyle yapılırsa bunun bedeli çok ağır olur. Artık dünya küreselleşmiştir. Bir yerde meydana gelen olumsuzluk her yeri etkilemektedir. Dolayısıyla kimse önemli problemleri görmezlikten gelemez.

Allah’a inanan toplumların başlarını ellerinin arasına alıp  dinle hayatı nasıl bağdaştıracaklarını iyi düşünmeleri gerekir. Çünkü din hayatın önemli bir esasıdır. Sosyal bir hayat nizam tesis edilirken dini inançları rencide edici bir düzenlemenin getirilmesi tasvip edilemez. Hayatta her türden düşünceye hürriyet tanınmalı ve her türlü dinî inançlara saygı gösterilmelidir. Eğer insanlık kavga etmeden yaşamak istiyorsa başka görüşten olan insanların inanç ve düşüncelerine saygı göstermek ve hoşgörülü olmak mecburiyetindedir.

Geçmişte dini açıdan bazı yanlışlıklar yapılmış olabilir. Ancak yapılan hataları sadece din alanıyla sınırlamak da doğru değildir. Geçmişte her sahada bazı hatalar yapılmıştır. Önemli olan bu hataları görüp benzerî hataları tekrar yapmamaktır.

Akıl ile dinin uzlaştığı bir sosyal düzene şiddetle ihtiyaç vardır. Belki âilenin korunması da böyle sağlanacaktır.

Sonuç:

Âile, insanlar için küçük bir cennettir. İnsanın dünyadaki en yüksek mutluluğu âile bağlarıyla gerçekleşir. Günümüzde âile her gün biraz daha çöküşe doğru gitmektedir. Bu çöküşün durdurulması ve tersine çevrilmesi için gereken araştırmalar yapılmalı ve gerekli tedbirler alınmalıdır. „

Panelin Almanya’dan katılımcısı Prof. Biesinger’in tebliğinin konusu ise  „Ailede Allah’a  İntisap“ idi. Prof. Biesinger’in konuşmasının kısa bir özeti:

Tübingen Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Albert Biesinger

1. Allah ailenin yanında hazır bulunmaktadır – hayatın yaratıcısı ve muhabbetin ezeli kaynağı olarak

İncil’e göre Allah, kâinatın yaratıcısıdır. İnsanın yaratılması kadın ve erkeğin cinsel buluşmasına bağlıdır. Bir çocuğa hayat verildiğinde, Allah’ın halıkiyeti erkek ve kadına temas etmiştir ve ailenin yanında hazır bulunmaktadır. Allah’ın bize cud ile yönelmesi için ayrı bir cehd içine girmemize gerek yok. Her bir doğumda Allah’ın halka muhabbeti yeni bir fasıla olarak devam etmektedir.

Erkek ve kadın arasındaki sevme, yani şehevani cezb, Allah’ın bu çifte bir ücretidir, fakat aynı zamanda Allah’tan kaynaklanan muhabbet duygusunun erkek ve kadının haysiyetini daima muhafazaya beraberce istimale vazifelendirmesidir. Kitab-ı mukaddese göre Allah, insanı kadın ve erkek olarak yaratmıştır. Yani ikisi de suret-i Rahman üzerine yaratılmıştır.

Bu görüşün Nasraniyette kabülü, yüzlerce seneden sonra olmuştur. Dünyanın bazı bölgelerin­de, hatta Almanya’da da, halen bazı Hıristiyanlar İncil’deki erkek ve kadının Rahman suretinde yaratılışını hala kavramamışlardır.

2. Allah’ın ailede hazır bulunmasıyla, gerekli olan sadece bunu anlamak, tanımak ve uygu­lamaktır. Geçen yıllarda binlerce ekser Hıristiyan veliler önünde yaptığım panel ve tartışmalar neticesinde aşağıdaki pratik neticelere varmış bulunuyorum. Bu neticeler aynı zamanda din eğitimi ve bilimin neticeleriyle örtüşmektedir.

Anne baba çocuklar için „yol gösterici melek“ gibidir. Gözlerini açıp gördüklerini yorumlamayı onlardan öğrenirler. Biz insanlar, hayatımızın kökeni, bulunduğumuz an ve hayatımızın geleceği için daima kendimiz yorum bulmak zorundayız. Hayatımızı dine göre yorumlayabiliriz veya yorumlayamaya da biliriz. Hayatımıza İsevi, Müslüman, Yahudi usulü yorum getirebiliriz veya başka bir büyük dinin mensupları olabiliriz.

Anne baba Allah tarafından, çocuklarına Allah’a doğru yol arkadaşlığı yapmakla ve onlara dini gelişme ve kararlarında destekçi olmakla vazifelendirilmişlerdir.

İsevilik nokta-i nazarında bilhassa ayinler ehemmiyetlidir:

Mesela, çocuklara evden dışarıya çıkmadan evvel hayır duası yapmaktır, yemekte onlarla beraber dua etmektir, akşamları günü değerlendirip fikir teatisinde bulunmaktır: Güzel olan ne idi, çirkin olan ne idi – sonra da hepsini Allah’a arz etmektir. Bazı aileler serbestçe dua etmekle beraber, bazısı da her akşam örnek duaları tekrarlarlar.

Kendi Müslüman usüllerinize benzerlikler bulacaksınızdır. Fakat büyük dinlerin asıl ilginç yanı, farklı profil ve ayin ve ailelerde Allah’a intisap hususunda kendi pratiklerini geliştirmiş ve halen de geliştirmekte olmalarıdır.

Eğer şimdi vaktimiz olsaydı, ailelerinizde çocuklarınıza dini terbiye nasıl verdiğinizi, ailelerinizde çocuklarınızla nasıl dua ettiğinizi, hem de ailelerinizde dini terbiye verirken toplumun durumundan dolayı hangi sıkıntılarla karşı karşıya geldiğinizi ve Müslümanlık bakış açısından hangi endişeler taşıdığınızı (veya taşımak zorunda olduğunuzu) sormak isterdim.

3. Ben Roma-Katolik kilisesinde papaz yardımcısı olduğumdan, çocukları vaftiz ediyor ve dini nikâh törenlerini yönetiyorum. Kilisede kadın ve erkeği birebir muhatap alarak soruyorum: ”Her hangi bir baskıya maruz kalmadan bu kişiyi kocan / hanımın olarak kabul ediyor musun? Ona kötü ve iyi günlerde ilelebed muhabbet ve sadakat sözü veriyor musun?“

Nikâhın kıyılması bu hür karara bağlıdır ve ancak gelin ve damat toplanmış cemaat ve iki şahit önünde hürce evet kararı verirse papaz yardımcısı olarak nikâhı kıyabilirim. Nikâhtaki bu hür ”hür“ icma her dini nikâh için önşarttır. Kadının da evleneceği kişi hakkında serbestçe karar verebilmesi, Katolik kilisesinde ancak uzun bir yoldan sonra mümkün olmuştur.

Bundan yüz sene öncesine kadar bazı özellikle kırsal bölgelerde, kızlar hakkında babalar karar verirdi. Damat olarak zengin ve büyük çiftlik sahipleri tercih edilirdi. Gelinin babası da nikâhtan dolayı kendisi için daha zengin olmayı arzu ederdi.

Katolik kilisesi ve Almanya’daki Müslümanların diyaloğu için bu konuda karşılıklı anlatılacak çok şey var. Ve biz Almanya’daki Katoliklere acilen lazım olan: Diyalogda ailelerinizden bahsedin ki Müslüman kadınların ekseriyetle zorla evlendirildiği zannı ortadan kalksın. Ben zaten bunun Almanya’daki Müslüman ailelerde böyle olduğunu tasavvur edemiyorum. İsterdim ki Müslüman bir kadın yazar tarafından bir kitap neşredilsin, kitapta da nikâha giden hür yolunu anlatsın. Bunları söylememdeki maksat peşin hükümleri ortadan kaldırmak ve okullardaki din dersinde Hıristiyan gençlere müspet örnekler sunabilmektir. Eğer böyle bir kitap mevcut ise, lütfen beni haberdar ediniz.

İslam Konseyi Yüksek Din Şurası sözcüsü Şükrü Bulut

4. Almanya’da çocuk veya gençlerini dindar eğitmek isteyen, baştan beri dinler arası anlayışa ve peşin hükümlerin kalkmasını ve karşısındakini hor görmelerin son bulmasına dikkat etmeli.

Hıristiyan çocukların daha kreşte iken Ramazan’ın ne manaya geldiğini, şeker bayramında neyin kutlandığını, Müslümanların nasıl ibadet ettiklerini, camiin ne tür bir görünüşe sahip olduğunu, tabii ki havranın da ne tür görünüşe sahip olduğunu ve Yahudilerin da nasıl ibadet ettiklerini öğrenmeleri önemlidir. Aynen öyle de, Almanya’da sadece geçici olarak değil de hayatı boyunca kalacak Müslümanların çocukları için, Hıristiyanların Küçük ve Büyük Paskalya’da neyi ve nasıl kutladıklarını öğrenmeleri daha da önemlidir.

5. Çocuklar okula gidip gelirken dahi dini akideleri tartışıyorlar. Meselâ, Mustafa okuldan eve dönerken sınıf arkadaşına diyor ki: ”Allah’ın oğlu olamaz ki. Beytüllahim falan hepsi yalan.“ Miriam da evde öğle yemeğinin başındayken annesine herşeyden önce anlattığı bu oluyor. O akşam dini mükellefiyet merasimi hazırlıkları için mahalle kilisesinde bir araya geliyoruz ve annesi en başta bu olayı bana naklediyor ve soruyor: ”Kızıma ne diyeceğim şimdi?“

Elbette Allah’ın oğlu olamaz. Allah cinsi münasebetle bir çocuk sahibi olamaz. Hıristiyanlık baştan beri, beşeri kadınlarla cinsi münasebet yoluyla çocuk doğurmuş Yunan tanrılarından yüz çevirmiştir. İsevilik nokta-i nazarında, Allah’ın oğlu olduğu telaffuz edilemez. Ancak, Allah kendisi oğuldur, üç şahısta bir Allah denilebilir.

Bir kaç ay evvel şahsen tanık olduğum bu müşahhas örneği bilerek bir saik olarak kabul ediyorum. Ailelerde dahi kendi inancımızı çocuklarımızla takdirkârane, hassas ve özellikle meseleye vakıf bir şekilde anlamak, fakat aynı zamanda başkasının dinini de köhne klişere göre değerlendirmek yerine, başkasının dinini de onların kaynaklarından ve onların anladık­ları gibi anlamaya ve saygılı yaklaşmaya gayret göstermek için bir saik.

Bu benim için teolog olduğumdan da önemlidir. Hayli zaman önce üniversite öğrencileriyle Tübingen’de bir lisede din dersi için bir proje işlemiştik: ”Hıristyanlık ve İslam’ın birbiri ile münasebeti“ Saatlerce Kur’an’dan okuduk ve Kur’an’ın yaratılışı nasıl anlattığını ve Hıristiyanlıkta yaratılışın nasıl anlaşıldığını, ortaklıklar ve farklılıklar nerde olduğunu, Müslümanların Allah’a, Hıristiyanların da İsa’ya nasıl dua ettiklerini ortaya koymaya çalıştık.

Sömestrenin sonunda hepimiz için bilgi ve anlama hususunda bariz bir ilerleme olmuştu. Bilâhare bütün öğrencilerle birlikte Reutlingen’de bir camiye davetliydik. İmam da sorularımızı meseleye gayet vakıf olarak cevaplandırmıştı. Bizim de derslerimize sürekli katılan bir Müslüman öğrenci de, öğrencilerimiz ve bende de bulunan bazı peşin hükümleri ortadan kaldırabildi.

Bu tarzda adım adım ilerliyoruz. Hıristiyan-Müslüman diyaloğunda benim için önemli bir öğrenme prensibi şudur: Ortaklıkları kuvvetlendirmek – farklılıkların hakkını vermek.

Bu öğrenme prensibini, Protestan meslektaşım Friedrich Schweitzer ile ortaklaşa geliştirdik. Bunun sadece Protestan-Katolik diyaloğunda değil, Hıristiyan-Müslüman diyaloğunda da geçerli olacağı kanaatindeyiz.

Eğer toplumumuzda dini çatışmaların çıkmasını istemiyorsak, yeni yetişen nesillere çok ilgi, sevgi, hassasiyet göstererek ve özellikle kendimiz iyi örnekler teşkil ederek, Allah’ın yaratıklarının – hangi dinden olursa olsun – birbiriyle savaşmalarının ilahi nizama bütün bütün zıt olduğunu telkin etmemiz lazım.

Her kim Allah’a kâinatın yaratıcısı olarak kabul ediyorsa, her insanda Allah’tan bir şeyin mevcut olduğunu, Allah’ın her insanı içine bir lem’a koyduğunu, yoksa varlığımızın mümkün olmadığını esas alabilir.

Bu inanç, konuşmamı noktalayacağım aşağıdaki örnekte de kendini göstermektedir: Her sene iki farklı Katolik kreşte Noel proğramı düzenlerim. Devletin değil de, çocuklarını bilerek bu kreşlere gönderen Müslüman veliler de var. Diyorlar ki: ”Sizde çocuklarımıza her hâl-u kârda dinî bir terbiye verilmektedir. Bizim istediğimiz de zaten budur.“

Panelde Prof. Biesinger’in ardından konuşan sayın Şükrü Bulut’un tebliğinin içeriği oldukça genişti. Sayın Bulut konuşmasında ailenin kurumunun hakim cereyanlar karşısındaki durumunu işledi. Bediüzzaman’ı anma panelindeki Sayın Bulut’un yapmış olduğu konuşma:

“Vefatının 48. Sene-i devriyesini idrak ettiğimiz Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hz.lerini anma toplantısının üst başlığının “AİLEYE” ayrılmış olması, kanaatimizce gurbette tarihî bir olaydır. Çeyrek asırdan bu yana izleyebildiğim kadarıyla Avrupa Türkiye´sinde bu yaramız şu boyutlarıyla konuşulmadı.

www.SaidNursi.de

Benden önce tebliğlerini sunan kıymetli ilim adamlarımız, Prof. Albert Biesinger hristiyan dininde, Prof. Dr. Ali Bakkal ise İslamiyette “AİLEYİ” doyurucu çerçevelerle ortaya koydular. Tekrara düşmemek ve ilim adamlarımızın da sahasına tecavüz etmemek için mecburen bir üçüncü yolu taakib edeceğim. Avrupa ile Asya´yı, doğu ile batıyı ve dolayısıyla hristiyanlık ile Müslümanlığı iç – içe birbirine karışmış görürseniz ifadelerimde, kusura bakmayınız. Şimdiden ifade edeyim ki, hoşumuza gidecek güzel bir şey duyduğumda istifadeye çalıştığım Risale-i Nur´a, müşevveş, karışık ve doğru olmayanlar ise yalnızca nefsime aittirler.

Ailenin tarihçesini, çekirdek yapısını, sosyal hayattaki durum ve tesirlerini biraz önce duydunuz. İsterseniz uzun bir girizgâha girmeden; çatışmaya maruz kalmış günümüz ailesine musallat cereyanlarla söze başlayalım. Hepimiz biliyoruz ki, arkamızda bıraktığımız Yüzyıl ve içinde yaşadığımız asır, önceki zamanlarla mukayase edilmeyecek derecede farklıdırlar. Dinsizliğin ve dinsizlikten kuvvet alan sefahatin bu denli oraganize olduğunu, bir köye dönüşen dünyamızın dört bir yanını sardığını insalık ilk defa görmüş oluyor. Bediüzzaman´ın tabiriyle eskiden Allah´ı inkâr fikri cehalletten geliyordu. Bahsettiğimiz zamanlarda ise fen ve felsefeden geliyor. Eski zamanlarda bir memlekette mutlak bir kâfir bulunurken, günümüzde bazen bir kasabada yüz tane bulunabiliniyor. Ayrıca yine Üstadın tabiriyle “… bu fırtınalı zamanın, hissi iptal eden ve beşerin nazarını afaka dağıtan ve boğan cereyanlar iptal-i his nevinden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalalet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor.  Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakiki lezzetini takdir edemiyor.” Bu önemli hususlardan dikkate almadan aileyi hedef alan tehlikeleri seçemeyiz.

Bilhassa dinsizlik… Sigmund Freud ve yoldaşlarının semavî dinlerle mücadele esası üzerine oturttukları fikirlerinde aile de edilir. Bilhassa onun talebelerine göre “aile” sakıncalıdır. Zira faşizm birinci yuvasıdır. Allah´ı inkâr edenler, elbetteki Allah´ın kâinata koyduğu düzeni de inkâr edecekler. Onların ruhlarını kuşatan küfri isyan, tüm nizamları, kaidleri, ahlakî düsturları ve sosyal sınır ve düzenleri de hedef alacaktır. Sosyal hayatımızın en ehemmiyetli ve kaybolduğunda toplumun tamamen çözüldüğü bu çekirdeğe, mütecaviz dinsizlerin itiraz ve hücumu gayet normaldi.

Dinsizliğin ve sefahetin globalleştiği ve hatta küresel sektörlere dönüştüğü bir zamanda aileyi konuşuyoruz. Küfür ve ahlaksızlığın dünya çapında cemaatleşerek insanî değerlere, semavî dinlerin getirdiği inançlara savaş açtığı bir dünyada “AİLEYİ” müdafa etmek o kadar zor ki…  Fakat şu geçmiş yüz senelik mücadele tercübesinde Kur´ân´ın dinsizik ve ahlaksızlığı nasıl püskürttüğünü az–çok gördük. Kur´ân´ın elmas sütunları, semavî kalaları ve ilahî prensipleri karşısında, bilhassa Anadolu´da dinsiz felsefe büyük mağlubiyetler aldığından, günümüzün tüm menfiliklerine rağmen ümid içinde aileyi konuşacağız ve bu vesile ile ergeç aile düzenindeki güzelliğin topluma yansıyacağını haber vermek isitiyoruz.

Aileye karşı harekette dinsizlik ile sefahetin; TV ekranlarını, yazılı basını, sinema, reklam ve internetteki ittifakları karşısında devletlerin dahi duramadıklarını görüyoruz. Buna karşı ancak Müslümanlar, hristiyanlar ve insanî değerleri korumak isteyenler global ittifaklarda bulunarak, birbirlerine yardımcı olarak, aileyi bu dehşetli beladan kurtarabilirler. Fıtratı ve fıtratı seslendiren semavî kitapların prensiplerini esas aldığımız zaman ancak insanlığı bu dehşetli felaketten haberdar edebiliriz. Dünya kamuoyunu; mütecaviz dinsizliğe, çevre felaketlerine, ahlâksızlığa ve insan neslinin yok olmasına tehlikelerine karşı harekete geçirmeden dünya barışına ve ne de çevreye faydalı olamayız.

Avrupa´da  dinsiz felsefeden doğan medeniyetin kapıldığı dehşetli akıntıyı zamanla farkedebiliyoruz. Yenilik, modernite ve cağdaşlık sloganlarıyla yola çıkan, nefislerin populizmini esas kabul ederek insan neslini yoketmeğe çalışan bu hareketin mahiyetinin icraat ve hedeflerinin insaniyetperverlerce dikkatli bir şekilde taakibi gerekiyor.

Semavî dinleri inkâr ederken nikâh müessesesinin kalkması için sefahet, açıklık – saçıklık ve fuhuş kapılarını sonuna kadar açan bu cereyanlar, nikâhsız beraberliklere milyonlarca çocuğun doğumuna sebep oldular. Hâmisiz, anne – babadan mahrum ve ilgiye fevkalade muhtaç on milyonlarca çocukla toplumun nasıl bir kaosa sürüklendiğini azıcık dikkat ederseniz, görürsünüz. Saldırgan, hukuk ve adaleti dışlayan, hürmet ve merhametsiz, ahlâkî kural ve sınırları zorlayan, tembel, sefih ve bir çoğu anarşist olan bu gayr-ı meşru çocukların doğumuna, populizm hastalığına tutulan siyasetçiler de arka çıkınca, aile Avrupa´da iyice çatırdamaya başladı. Bu tereddînin nerede duracağını idareciler ve sosyal bilimciler de kestiremiyorlar.

www.SaidNursi.de

Medyanın terbiyesinde yetişen gençlerin bilhassa inanmayanların bencil, tembel, merhametsiz ve her türlü külfetten kaçtıklarını biliyorsunuz. Evliliğin sorumluluğundan ve çocuk yetiştirmenin zahmetinden kaçan bu gençlerin gaye edindikleri “haz”ın, Aileye giden yolu da kapadığını belirtmek gerekiyor. Burada, dinî çerçeveyi kabullenmeyen insanların hayvanlardan aşağıya yuvarlandıklarını söyleyebiliriz, zira hayvan aldığı hazın bedelini ödüyor ve ailesine sahip çıkıyor. Burada çok önemli bir hususa değinmek istiyorum. Halkın maddî – manevî sağlığını ve neslin devamını sağlamakla da vazifeli seçilmiş siyasetçilerin, organize olmuş mütecaviz dinsizlik ve sefahete boyun eğmeleri, ailenin tamamen yok olmasına sebep olacak bir kapı açıyor. Günümüz hükümetinin aileden ve çalışmadan sorumlu bakanlarının son icraatları bu hususa güzel örnekler teşkil ediyor. Devlet, artık aileyi kurum olarak muhatab almıyor. Fert olarak aile bireylerini esas alıyor. Çocuk yapan kadının, rahat çalışmak ve gezebilmek için yavrusunu sekizinci aydan sonra “devlet kapısına” bırakabileceğini söylüyor ve güya bunun hazırlıklarını yapıyor. Sebep olarak iki şeyi gösteriyorlar:

1. Kadının ekonomiye aktif katılımını sağlayıp üretimi arttımak, onu çalışmadan ve kariyerden koparmamak.

2. Sefahet, tembellik veya uyuşturucudan dolayı çocuklarına bakamayan annelerin elinden onları kurtarmak.

Dikkat ederseniz, çocuklar Troçki ve Lenin Rusya´sında olduğu gibi bakım ve eğitimleri devlete kalacak. Maddî üretim kaygısıyla kadının anneliği, kadınlık özellikleri ve onun ruh yapısı hiç nazara alınmıyor, burada. Bu yönüyle bu uygulamayı bolşevizme benzeten düşünür, din adamı ve politikacılara katılmamak mümkün değil. İnsana ve dolayısıyla kadına yardımcı olup, çocukların sağlıklı ortamlarda doğması yerine, “hayvanî hürriyeti” savunuyorum diyerek, ülkelerini sefih ve sefillerin kol gezdiği coğrafyalara çeviren idareciler utansın.

Küçücük bir mukayese olsun diye, Avrupalı müslüman aileyi ve dolayısıyla kadını da nazara vermek istiyorum. Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Afrika´dan kıtaya işci olarak gelenlerin “aile birleşimlerini” tamamlamaları 1990ların başlarına kadar devam eder. Gayet zor şartlarda, yeterince ilgilenilmeyen bu aile tüm menfiliklere rağmen, Avrupa´da örnek ailedir. Sebebi ise, İslâmiyetin koyduğu kurallar, dinden gelen gelenekler ve bu dînî prensipler ve geleneklerle büyüyen çocuklardır. Müslüman aileyi ve kadını şiddetle tenkit eden sefih ve dinsiz organizasyonların Medya´da çıkan haber ve yorumların arka plânını okursanız; Kur´ân´ın ve sünnetin dinsizlik ve sefahete vurduğu darbelerin seslerini işiteceksiniz. Dinsiz modernitenin Kur´ân ve Peygambere hücûmlarının başında, müslümanların bu kıtada başta hristiyanlar olmak üzere tüm insanlığa verdiği destek sebep gösterilebilinir. Ursula Von Layen´in , Almanya ailesini rehabilite noktasından gelen tekliflere verdiği cevap manidârdır: Annelerin veya ailelerin çocuklarına daha iyi bakabilmeleri yönünden yapılacak iyileştirmeler, Müslüman aileleri burada kuvvetli hale getirecektir. Ayrıca son zamanlarda yıkılmaya yüz tutan “sosyal devlet”in, kadına çocuklarını evde bıraktırarak işe zorlaması da çok manidâr bir husus olsa gerek. Yanlış anlaşılmasın İslâmiyet kadına çalışma yasağı getirmiyor. Onu ailesinden ve çocuklarından kopracak zorlamaları reddediyor. Çalışma mecburiyetini kaldırıyor. Anne, eş, evlâd, teyze ve hala olan kadını hem ruhen ve hem de fizikî olarak korumaya alıyor. O´na en büyük eğitimci vezifesini yükleyerek, medeniyetleri kuracak insanların eğitimini başlatıyor. Hakikî medeniyetin öngördüğü barışçı, paylaşımcı, çevreye duyarlı, hukuka saygılı, çalışkan ve faziletli nesilleri yetiştiren ilk eğitim kurumu ailedir.

Avrupalı dinsizlerin günümüz teknolojisini de kullanarak “aile kurma ortamlarını” bombaladığını da bu arada hatırlatmış olalım. TV, İnternet, Sinema ve diğer medya usnurlarının proğramlarına baktığınızda, bu iddiamızda ne kadar haklı olduğumuzu göreceksiniz. Bilhassa TV proğramlarının kadınlar ve çocuklar nezdinde oynadığı menfî rol ortada iken; aile düşmanlarının dünya genelindeki Medya´yı ele geçirme ve yer yer tebelleşme faaliyetlerine karşı çıkamayan idarecilere yazıklar olsun…

Devletin parasıyla – güya – aile ve kadına yardımcı olmak isteyen kurumların yeniden gözden geçirilmesinde fayda vardır, kanaatindeyiz. Çocuklarını terketmiş, başı alkol veya uyuşturucu ile dertte olan onbinlerce sosyal pedagog veya psikolog ile bu problemler elbette ki cözülmez. Dinsiz batı felsefesinin bu psikolog ve pedagogların eline tutuşturduğu reçetenin yanlışlığını, neticelerini inceleyenler görebilirler. Müslümanlara ve müslüman aileye ön yargılı takınan tavrın uygunsuzluğu da işi iyice çıkmaza sokuyor.

İslâmiyeti insanlığın entegresine engel görenlerin iddialarını bilimsel olarak isbatlamaları gerekmez mi? Kanaatimizce, yanlış yere ve neticesi yok denecek kadar az aile ile ilgili projelere büyük paralar harcayan yetkililer, müslümanlarla da konuşmalıdırlar. Kur´ân´ı ve Peygamberi dışlayacak yaklaşım ve çalışmaların Avrupa´ya yalnızca zarar veridiğini geçen zamanlar gösteriyor. Allah´a ve ahirete Kur´ân vasıtasıyla inanan hakikî bir insanın; aileye, barışa ve hakikî medeniyete ne denli faydalı olduğu da örnekleriyle ortada iken, menfaatleri için küresel dinsizlik ve sefahet mücadelesi başlatanların tuzaklarına düşmek, bilhassa Almanya siyasetçi ve politikacılarına yakışmıyor. Aile, kadın ve gençliğin meseleleri için, yetkililerin cemilerle bilimsel ortak çalışmaları Almanya´ya büyük faydalar sağlayacağını umuyoruz. Kur´ân´ı araştırmadan ve Hz. Muhammed (s.a.v.) i tanımadan Almanya müslüman ailesine yardım etmek çok zordur.

Image

İslâmiyeti bilemeyen bazı araştırmacı ve yetkililer, aradaki kural ve prensipleri “hürriyetsizlik” olarak anlıyorlar. Bilhassa haramlar meselesini anlayamadıkları gibi, farzlardaki mecburiyeti de kavrayamıyorlar. Bu kavrayış zaafının arkasında yine Allah´ı hakikî olarak tanımamaklık eksikliği yatıyor. Ferdin her hareketini müsbet veya menfî olarak katagorize eden; güzele teşvik kötüden uzaklaştıran Kur´ân´ın ve O´nun pratiğini altmış üç senelik hayatıyla ortaya koyan Hz. Muhammed (s.a.v.)´i bilmeden islâmî hayat da anlaşılmaz. Hürriyet adına yüzlerce şeye köle olmuş, irade ve insiyatifini sefahette kaybetmiş, ölüm ve hastalıklar karşısında tir tir titreyen insana “hür” denilir mi? Günahlara mağlup olmuş. Ruhunu dinlendirecek bir köşe bulamamış ve gençliğini yaşama safsatasıyla berduşâne yaşayan bir kadından anne olamayacağı gibi erkekten de baba olmaz. İnsanî değerleri tanıyamayan gençlerin yuva kurmaları, aile oluşturmaları elbette ki mümkün değildir. Halbuki Kur´ân ise, en küçük detayına kadar “yuva kurmanın” ön hazılıklarına gençleri hazırladığı gibi, bu yuvadaki sıkıntıların nasıl giderileceğini ve bu yuvada koşuşturacak çocukların nasıl yetiştirileceğini de teferruatıyla ders veriyor. Kuzunun hürriyeti uğruna çobanından kaçarak ormana dalması ve çocuğun ise annenin elinden kurtularak caddeye koşması şayet hürriyet ise, feministlerin hürriyetinden bahsetmek mümkün olabilir. Aksi takdirde, birilerinin, esareti hürriyet diyerek pazarladıklarını söylemek, elbetteki mübalağa olmamalıdır.”

Yapılan konuşmaların ardından “Biz Bize” topluluğunun icra ettiği musıki ve “Ağlama Yavrucak…” isimli sinevizyon gösterisi ile devam eden panel, sahnede birlikte söylenen ve seyircilere oldukça duygulu anlar yaşatan “Barla” isimli ilahi ile sona erdi. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin vefatının 48. yıldönümünde düzenlenen “AİLE” konulu panelin video kaydını ve fotoğraflarını www.SaidNursi.de sitemizden izleyebilirsiniz.


[1] Nûr, 24/32-33.

[2] İbn Mâce, Nikâh, 1.

[3] İbrahim Canan,  Hadis Ansiklopedisi, XV, 394.

[4] Ebû Dâvûd, Nikâh 37; Tirmizî, Nikâh 7.

[5] Müslim, Nikâh 1.

[6] Bakara, 27/229.

 

Haber: Ahmet Danışmaz / Fotoğraflar: Abdullah Efe

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Merhaba,
    Degerli webmaster, programin videolari sitenizde mevcut degil. Oysaki link vermissiniz. Bekliyoruz.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*