Aile yapısındaki çözülme

Son yıllarda aileye dönük araştırmaların ve politikaların artan sebepleri arasında; aile yapısındaki değişiklikler, evlilik oranındaki düşüşler, boşanmaların artışı, ailede rollerin farklılaşması, evlilik dışı nikâhsız beraberlikler, şiddet, taciz gibi bir dizi sebep saymak mümkündür.

Bütün bu sebepler neticesinde kadın, çocuk, aile ve ahlâkî dejenerasyon konularının tekrar ele alınması ve problemlerin çözümüne dönük koruyucu tedbirleri önceleyen politikalar üretilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.

Bugün, bu durum demokratik ülkelerde bile hükümetlerin sessiz kalamayacağı bir meseledir. Evet, hükümetler sosyal güvenceleri arttırmak üzere kanunlar çıkarmaktadır. Bu kanunlarla aile fertlerinin özellikle de kadınların ve çocukların tehlikeden uzak olması ve geleceğinden emin olması adına tehlike gelmeden önce veya geldikten sonra bir güvencenin varlığına dair bir tatmin duygusu oluşturulmaktadır.

Aslında evlilik dışı ilişkinin ve boşanmaların önüne geçemeyen toplum bunu telâfi etmek için devletin güvencesine sığınmakta, kadınlar, sosyal güvenlik sigortası kapsamında devletten yardım almakta, bunun sağladığı sahte güvenlik hissi bazen ailenin daha fazla çözülmesine zemin hazırlamaktadır.

Tabiî ki bu sonuca durduk yere gelinmemiştir. Zira modernliğin bedelini en çok aile ödemiştir. Çünkü modern birey, aileyi sınırsız özgürlüğün önünde bir engel olarak görmüş, kuşaklar arası çatışmayı körükleyen kapitalist ekonomik sistem gençleri aile ortamlarından koparmakla kalmayıp onları aile karşıtı bir konuma itmiştir.

Her geçen gün çocuklar belki aileleriyle aynı evin içinde, fakat başka dünyalarda yaşamaya başladı. Bu da aile fertleri arasındaki uçurumu iyice derinleştirdi. Neticede aynı evi paylaşan bireyler birbirine yabancılaştı. İşte bu yabancılaşmanın bedeli çok büyük oldu. Aile içi şiddet ve istismar vak’aları bunlardan akla gelen ilk örneklerdir. Meselâ kadının evde dövülmesi zannedildiğinin tersine üçüncü dünya ülkeleriyle sınırlı bir mesele olmayıp, Avrupa ve Amerika’da dahi boşanmaların ana sebebini oluşturmaktadır. Yine aile içi şiddet sadece bununla da kalmayıp çocuklara da yansımıştır. Kendi ailesi tarafından dövülen, tacize uğrayan ve öldürülen çocukların sayısını kimse bilememektedir.

Ailedeki istismarların ve problemlerin artmasının bir sebebi, aile içindeki fertlerin birbirine yabancılaşmasından başka, bir diğer sebep de aile kurumunun topluma yabancılaşmasıdır.

Peki bu sonuca nasıl gelindi?

Modern dünya ciddî anlamda algılarla oynamıştır. Bugün artık silâhlarla savaşlar yapılmıyor. Artık algılarda tahribat ve oynamalarla milletler bir bir önce manevî olarak tahrip ediliyor. O milleti ayakta tutan dinamiklere savaş açılıyor. İşte bugün bu savaşta en ağır yenilgi ve tahribatı, değerlerin öğretildiği aile kurumu almış bulunmaktadır.

Bu noktadan bakıldığında problemlerin başladığı nokta bireyin kendisini ve aile ilişkilerini algılayış biçimiyle alâkalıdır. Çünkü modern birey anlayışında her şeyin merkezine kendini koyan bir dünya görüşü bireyleri, çıkarcı, menfaatperest ve haz peşinde koşan bir yapıya büründürmüştür.

Bireyler kendi çıkarlarını, ailenin ve toplumun üstünde görmek üzere yetiştirilmektedir. Bu ise ‘Güçlüysen haklı olabilir ve hayatta kalabilirsin’ felsefesinden kaynaklanıyor. Bu anlayışın neticesi olarak da, içtimaî hayat kanunlarının ve değerler sisteminin, bireyler üzerinde kontrolü zayıflamış ve böyle bir toplumun bireyleri de gitgide yalnızlaşmış ve birbirlerine güvenemez olmuştur.

Devletin tasarrufundaki güvenlik sistemleri ise insanlara sahip çıkmaktan ziyade onları yardıma bağımlı hale getirmiştir. Böyle ortamlarda yetişen çocuklar da her türlü su-i istimale maruz kalmaktadır.

Hâsılı, toplumsal bir fayda getirmesi beklenen sosyal güvenlikler bir kısır döngüye dönüşmekte ve ailenin çözülmesine isteyerek ya da istemeyerek katkıda bulunmuş olmaktadır. Ayrıca kapitalizmin sağladığı ekonomik özgürlükler ve imkânlar da ailedeki çözülmeyi arttırmaktadır.

Gelinen noktada aile manzaralarına bakıldığında Müslüman ailede ve hayatın daha basit ve sade yaşandığı aile yapılarında aile yapısının gücünü ve geçerliliğini hâlâ muhafaza ettiğine şahit olmaktayız. Zira Müslüman ailede, aile, toplum tarafından kurulur ve desteklenip korunur. Sosyal yapının bir parçası olan aile, çok yönlü ilişkiler ağı ile korunmakta ve modernizmin dayattığı bireycilik ve bencillik hastalığına yakalanmadan aile üyeleri ve gençler yetişmektedir.

Bu durumda belki de devlete düşen geleneksel aile yapısını korumaya dönük tedbirler alması ve sosyal güvenliklerden faydalanacak kişilerin durumlarını iyice inceleyerek su-i istimallere meydan vermemesi ve öncelikli hedefin aileyi korumaya ve güçlendirmeye dönük olması şarttır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*