Abdullah ibn Amr ibn As (615-684/5)

Risâle-i Nur’da kendisinden “Tercümanü’l-Kur’ân” olarak söz edilmektedir. Babasından evvel Müslüman olmuştur. Çok fazla hadis bilmesine rağmen buna paralel rivayette bulunmamıştır. İbadete aşırı düşkünlüğünden ve buna çok zaman ayırıp ailesini ihmal ettiğinden dolayı Peygamber Efendimize (asm) şikayet edilmiştir. Sıffin Savaşı’nda Muaviye tarafında bulunmasına rağmen Hazreti Ali’nin (ra) taraftarlarıyla savaşmamıştır.

Tevrat’ı inceleyip Peygamber Efendimiz hakkında işaretlerin mevcudiyetini ortaya koyan alimlerdendir. Meşhur Abdullahlardan birisidir (abadile). Künyesi Ebu Muhammed Abdullah ibn Amr ibn As el-Kureyşî şeklindedir.

Abdullah’ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Hicretten yedi yıl kadar önce 615 yılında Mekke’de doğduğu tahmin edilmektedir. Çocukluğundan itibaren iyi eğitim görmüştür. Güzel bir yazı hattına sahip olup, Süryanice’yi bilmesi ve özellikle Tevrat’ı okuyarak dini kaynaklardaki bilgilere hakim olmasıyla tanınmıştır. Babasından evvel Müslüman olmuş ve Hicretin yedinci senesinde Medine’ye göç etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân-ı Kerimden evvel gönderilen kutsal kitapları ve bu kutsal kitapları inceleyip ahirzaman Peygamberi hakkında bilgi sahibi olan alimleri sıralarken Abdullah’ın da ismini zikretmektedir. İlme merakı ve dil bilmesinden dolayı, eski kitapları inceleyen Abdullah ve diğer büyük alimler söz konusu eserlerde Peygamber Efendimiz ile ilgili çok sayıda nakillerle karşılaştılar. Henüz tamamen değişikliğe uğramayan söz konusu kitapların incelenmesi bir çok alimin önemli bilgi sahibi olmasını sağladı. Aralarında Abdullah ibn Amr İbnü’l-As’ın bulunduğu alimler Tevrat’ı inceledikten sonra; “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Mekke’de doğacaktır. Teybe’ye (Medine) hicret edecektir. Hükümranlığı Şam’a ulaşacaktır. Ümmeti ise çok çok hamd eden kimselerdir”, “Sen Benim kulum ve Resulümsün. Sana ‘Mütevekkil’ adını verdim” (Mektubat, s. 167) gibi ayetleri müşahede ettiler. Dolayısıyla, söz konusu haberler Peygamber Efendimizin (asm) nübüvvetine çok büyük deliller teşkil ederken, çok sayıda insanın Müslüman olmasına da zemin hazırladı.

Abdullah, Peygamber Efendimize (asm) çok yakın olması hasebiyle çok sayıda hadis öğrendi. Resulullah’tan duyduğu hadisleri ezberlemesine rağmen, sonradan da unutmamak için bunları yazarak kaydetti. Bin civarında hadis rivayet etti. Çok sayıda hadis bilmesine rağmen bu oranda nakilde bulunmamasının, aksine daha az rivayette bulunmasının muhtelif sebeplerinin olduğu kaydedilmektedir. Bunlardan bir tanesi, son zamanlarını Medine’nin dışında Mısır gibi çok uzak bir beldede yaşamış olması gösterilmektedir. Diğer taraftan ibadete düşkün olması, hadis nakletmekten çok ibadetle meşgul olması, az nakilde bulunmasının sebepleri arasında sayılmaktadır.

Abdullah’ın, her duyduğunu yazması ve kayda geçirmesi eleştiri konusu olunca Peygamber Efendimize (asm) müracaat etti. Peygamber Efendimiz de ona, kendisinden duyduğu her sözü ve davranışı kayda geçirebileceğini bildirdi. Daha öncesinden, hadisle ayetlerin karışması ihtimali ve bu konudaki hassasiyetten dolayı hadis kaydına izin verilmemekteydi. Dolayısıyla ilk defa ona, hadisleri kayda geçirme izni verilmiş oldu. Tuttuğu kayıtları korumada çok titiz davrandı. Kendisine yöneltilen soruların cevabını vermeden önce, gerekli gördüğü zamanlarda notlarına bakarak cevaplar verdi. Bu özelliklerinden dolayıdır ki, en çok hadis rivayet edenlerin başında gelen Ebu Hureyre şu ifadelere yer vermektedir:

“Hadis-i Şerifleri benden daha çok ezberleyen ve rivayet eden olmamıştır. Fakat, Abdullah bin Amr bin As bundan müstesnadır. O, benden daha çok ezberlemiştir. Çünkü, o hadisleri yazıyordu, ben ise yazmadım.” (Sahabiler Ansiklopedisi, Yeni Asya Gazetesi Neşriyatı, 1. C., s. 161.) Rivayet ettiği hadislerden birinde Peygamber Efendimizin; “Büyük günahlardan bir tanesi de bir kimsenin anne ve babasına lanet etmesi, sövmesidir” şeklinde buyurduğunu nakleder. Sahabelerin, bir insanın anne-babasına nasıl sövebileceğini sormaları üzerine de; “Bir kimse başka birisinin babasına söver, o da ona karşılık verirse, kendi anne ve babasına sövmüş olur” şeklinde açıklamada bulunur.

Risâle-i Nur’da, başta Abadile-i Seb’a (yedi Abdullah) olmak üzere, sahabelerin kayıt işi konusundaki titizliklerine ve hemen her şeyi kayda geçirmeye itina gösterdiklerine işaret edilmektedir. Hem Peygamber Efendimizin (asm) her söylediği kaydedilerek, hadislerin sonradan gelecek nesillere aktarılması sağlandı, hem de Yüce Peygamberin her hal ve hareketi titizlikle izlenerek Sünnet-i Seniyenin yaşatılmasına büyük katkı sağlandı. Bu alanda büyük hizmeti geçenlerden bir tanesi de Abdullah bin Amr olup, yine Risâle-i Nur’da kendisi ve Abdullah ibni Abbas (ra) için “Tercümanü’l-Kur’ân” tabiri kullanılmaktadır (Mektubat, s. 113).

Abdullah’ın en önemli özelliklerinden bir tanesi ibadete olan aşırı düşkünlüğüdür. Devamlı oruç tutması, Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemiş olması hasebiyle her gün hatim indirmesi, ailesine gereken zamanı ayıramadan onları ihmal etmesi, kendisinin babası tarafından Peygamber Efendimize şikayet edilmesiyle neticelendi. O, gençliğini ibadetle değerlendirmek istiyordu. Ancak, ailesini de ihmal etmemesi gerekiyordu. Peygamber Efendimiz (asm), her gün oruç tutma yerine birer gün arayla tutmasını, her gün hatim indirme yerine yedi günde bir hatim indirmesini tavsiye etti. (M. Yaşar Kandemir; “Abdullah b. Amr b. As”, TDVİA,. 1. C., s. 85.)

Abdullah, daha öncesinden Şam’ın fethi ve Yermük Savaşı’nda babası ile birlikte bulundu. Babasının sancaktarlığını yaptı. Ancak, Sıffin Savaşı’na katılma taraftarı değildi. Babasının ısrarı üzerine bu savaşa katıldıysa da kılıç çekmedi ve çatışmalara katılmadı. Muaviye’nin yanında yer almakla birlikte doğru bildiğini söylemekten çekinmedi. Ammar bin Yasir’i öldürmekle övünen ve her biri kendisinin bu şahsı öldürdüklerini iddia edenlerin yüzüne karşı, Muaviye’nin huzurunda onları asi olmakla suçlamaktan çekinmedi. Çünkü, Ammar’ın asi bir topluluk tarafından öldürüleceğini bizzat Peygamber Efendimizden duymuştu ve onlara da söyledi. Oysaki, söz konusu kişiler yaptıklarıyla övünüp adeta Muaviye’den taltif bekliyorlardı. Abdullah’ın sözlerinden hoşlanmayan Muaviye’nin, “Öyleyse sen aramızda ne arıyorsun?” şeklinde soru yönelttiği nakledilmektedir. Abdullah da yanlarında bulunmasının sebebinin kendi arzusuyla değil, babasına itaatten kaynaklandığını söyleyerek, bu sebepten ötürü yanlarında bulunduğunu ancak, savaşa katılmadığını sözlerine eklemiştir. Peygamber Efendimiz (asm), daha öncesinden kendisine yapılan bir şikayet sonrasında Abdullah’a; hayatta bulunduğu sürece babasına itaat etmesini ve ona karşı gelmemesini tembihlemişti. O da, bir daha babasına karşı itaatsizlikte bulunmamıştı.

Mesaisinin büyük bir kısmını ilim öğrenme ve öğretmeye vakfetti. Özellikle hadis öğrenmek maksadıyla çok sayıda talebe tarafından ziyaret edildi. Çok uzak yerlerden gelen ve ilim öğrenmek isteyen talebeleri kendisinden çok istifade ettiler. Derslerinden aldıkları zevkten ötürü, hocalarının huzurunda bulundukları esnada rahatsız edilmekten hoşlanmazlardı.

Abdullah, kısa süreli de olsa bazı idari görevlerde bulundu. Muaviye zamanında Küfe ve babasının vefatından sonra da Mısır valiliğine tayin edildi, ancak bu iki görevi de kısa sürdü. Yetmiş yaşlarında ve Mısır’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Naaşı, babası tarafından Fustat’ta yaptırılmış bulunan Amr ibnü’l-As Camiinin yakınındaki evine defnedildi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*