“Bediüzzaman şimdi olsaydı”

Zaman zaman “Bediüzzaman şimdi olsaydı, şunu şöyle yapar, böyle yapmazdı… Sizin gibi hareket etmez, bizim gibi hareket ederdi… O zaman öyle demişti, şimdi hayatta olsaydı böyle derdi…” gibi Bediüzzaman’ı kendi adlarına konuşturan dostlarımıza, bazı gerçekleri hatırlatmak istiyoruz:

Bir kere, “Bediüzzaman olsaydı şöyle yapardı, böyle yapardı; bizim gibi düşünür, sizin gibi düşünmezdi” gibi faraziyeler üzerinden tahminlerde bulunmayı gereksiz görüyor ve itibar etmiyoruz. Öncelikle Bediüzzaman gibi bir dâhiyi, bir mürşidi kendi hesabımıza konuşturmanın yanlış ve yakışıksız olduğunu düşünüyoruz.

Bediüzzaman öncelikle talebelerine, sonra bütün ehl-i dine, sonra da bütün insanlara gerekli olan her şeyi söyledi ve dar-ı bekaya irtihal etti. Söylenmesi elzem olan her şeyi, daha hayatta iken söyledi, kayıt altına alarak altı bin sayfayı tutan Nur Külliyatında bir araya getirdi.

Dolayısıyla şimdi cismen Bediüzzaman aramızda yoksa da, bir yönü ile mânen ve ruhen aramızda bulunuyor. Nitekim nasıl ki “Her kitap bir Said’dir”, “Benimle görüşmek isteyen, hangi kitabı açsa benimle görüşebilir” dediği gibi… Görülüyor ki, Nur Külliyatı önümüzde durduğu müddetçe, Bediüzzaman dar-ı bekada olsa da, o bir yönü ile aramızdadır. O halde “Bediüzzaman olsaydı…” gibi sözleri gündeme getirmek yersizdir.

Her şeye rağmen “Bediüzzaman şimdi cismen de aramızda olsaydı, bize neleri söylerdi, ne gibi ihtar ve ikazlarda bulunurdu?” sualine bir cevap vermek gerekirse, Risale-i Nur eserlerindeki hakikatları aynen hatırlamak yerinde olacaktır.

Meselâ, başta en az on beş günde bir defa okumamızı istediği “İhlâs Risalesini” tekrar hatırlatır, oradaki dört düsturu yaşantımıza geçirmemizi ve “ihlâsı kıracak esbaptan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz” ikazını tekrarlardı diye düşünebiliriz.

Yine mesleğimizin esası olan uhuvveti, kardeşliği pekiştirerek muhafaza etmemizi, uhuvveti rencide edecek söz, hal ve hareketlerden kaçınmamızı tekraren isterdi.

Ayrıca sağlığında söylediği gibi, dar dairede büyük vazifelerimizin bulunduğunu; geniş dairelerde ara sıra bazı küçük sorumluluklarımızın bulunduğunu anlatan “Meyve’nin Dördüncü Meselesini” tekraren çokça okumamızı söylerdi.

Yine Bediüzzaman aramızda iken ısrarla söylediği gibi, hadimlerin gemide yolcu değil, hizmetçi, hademe, dümenci neferi olduklarını; gemide yolcu olan ümmet-i Muhammed’i (asm) sahil-i selâmete çıkarmakla vazifeli olduklarını, zaman zaman bu sorumluluklarını ihmal eden, unutan hadimlere özellikle hatırlamada bulunurdu.

Yine Bediüzzaman aramızda olsaydı, sağlığında dediği gibi; “İhtilâfa düşmeyin, sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” (Enfal Sûresi: 46) âyetindeki ikaz-ı İlâhîyi hatırlatır ve “Hayat, vahdet ve ittihatın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihat gittiği vakit, manevi hayat da gider… Tesanüt bozulsa cemaatin tadı kaçar.” (Barla Lâhikası, s. 209) hakikatine dikkatimizi çekerdi her halde.

Evet Bediüzzaman söyleneceklerin hepsini aramızda iken söyledi ve dar-ı bekaya gitti, ama çağlara hitap eden Nur Külliyatı önümüzde duruyor. O şimdi aramızda olsaydı her halde yine aynı şeyleri söylerdi.

Nitekim o şöyle demişti:

“Neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla dâvet olunsam, neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim; olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.

“Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukala mahkemeşinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakîkatleri tevessü’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakîkat tahavvül etmez; hakîkat haktır.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*