Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki; “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür sada, İslâmın sadası olacaktır” gibi müjdeler, iman ve Kur’ân hakikatlerinin belli coğrafyalarla sınırlı kalmayıp yeryüzünde yayılması, anlaşılması ve bir değerler manzumesi olarak insanlık tarafından benimsenmesi anlamına gelmektedir. Siyaseten bir hakimiyet ve galibiyet yorumu, ulvi hakikatlerin gölgede kalması anlamına gelecektir ki, ne Kur’ân’ın birinci amacı budur ne de Bediüzzaman’ın insanlık ve medeniyet tasavvurunda böyle bir sathilik mevcuttur. Bediüzzaman’ın bu yüzyıla damgasını vuracak tasavvurları hak, hürriyet, adalet, uhuvvet, ahlâk ve faziletle bezenmiş bir Kur’ân medeniyetinin hakimiyetini öngörmektedir. Şöyle ki:
İnsanlık tarihini sosyolojik olarak beş devreye ayıran Bediüzzaman’ın işaret ettiği son devir; hürriyet aşkının bütün güzellikleriyle insanlığı sarmaladığı bir dönemi müjdelemektedir. Bediüzzaman’ın “her şey iptidâilikten mükemmelliğe doğru gider” dediği gibi, ilimde ve teknikte iptidâilikten mükemmelliğe varan insanlık, temel hak ve hürriyetler yolunda da asr-ı saadete doğru ilerlemektedir. İnsanlık; vahşet ve bedeviyetle başlayan ibtidailik, memlukiyet, esirlik ve ecirlik adımlarından sonra malikiyet ve serbestiyet asrına adım atmış, ‘Bediüzzaman yüzyılı’ diyebileceğimiz şekilde aydınlık müjdeler İslâm topraklarında da tahakkuk etmeye başlamıştır. Kur’ân’ın malı olan medeniyet güzellikleri, sarsılmaz hak ve hukuk prensipleri, adalet ve hürriyet hakikatleri ait olduğu topraklara geri dönmektedir. Acele edip kışta gelen Bediüzzaman’ın müjdelediği cennet-asa bahar, bizim bahçemizin kapısını çalmaktadır. Bizim belimizi büken temel hastalıklar bir bir iyileşmekte, istibdad ve tahakkümün hükmü sona ermekte, efsunkar hürriyet bütün güzelliğiyle bizi selâmlamaktadır.
Son birkaç asırdır İslâm toplumları farklı bir yazgının mahkumudur. Son birkaç asırdır; insanca yaşayabilmek, ruhun müştak olduğu hürriyeti elde edebilmek, zulme, baskıya, haksızlığa maruz kalmadan hayatını diğer insanlarla paylaşabilmek, fıtraten arzuladığı inançlarını istediği gibi yerine getirebilmek bu coğrafyaların en önemli mücadele konularını oluşturur. “Beşer esir olmak istemediği gibi ecir olmak da istemez” diyerek insanın hürriyete olan düşkünlüğünü ifade eden Bediüzzaman, “hürriyet insaniyet âlemine galebe çalmaya başlamıştır” diyerek bu günlerin müjdesini vermiştir. Bediüzzaman’ın mücadelesi, bu hakikatin İslâm toplumlarıyla tanışması içindir. Bu bağlamda, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” sözü, şahsî bir hürriyet mücadelesinin izlerinden ziyade, koca bir ümmetin fıtratının özüne işaret etmekte, Kur’ân medeniyetinin temel argümanını dile getirmektedir.
Bundan sonrasını şöyle özetlemek mümkündür: Zaman hükmünü söylemiştir. İslâm alemi kendisini istibdadın, zulümlerin, diktatörlüklerin pençesinden kurtaracaktır. İnsanına daha fazla hürriyet vaadeden, onlara daha fazla yaşama alanı açanlar kendine bu topraklarda yer bulacaktır. Ülkemiz için de aynı kural geçerlidir. Milletin taleplerini okuyabilen, zamana uyum sağlayabilen kabul görecek, hürriyet asrına ayak uydurabilenlerin sözü geçer akçe olacaktır. Bu bağlamda Türkiye’de bundan sonra ne 28 Şubat’lar olacak, ne de Kemalizm gibi miadını doldurmuş ideolojiler hakim kalacaktır. Bediüzzaman yüzyılında Bediüzzaman ne diyorsa o olacaktır.
Benzer konuda makaleler:
- Manevi buhranların çaresi Risale-i Nur’da
- Risale-i Nur Kongresi Saraybosna’da
- Fıtrî şeriat fendir, kelâmî şeriat ise Kur’ân-ı Kerîm’dir
- Hutbe-i Şamiye Yılı
- Medeniyet krizi
- Bediüzzaman’ın adalet anlayışının kaynağı Kur’ân’dır
- İzmir’de Bediüzzaman bayramı
- Bediüzzaman’ın fikirlerine daha çok ihtiyaç var
- Gençler Münâzarât’ı müzakere etti
- Bediüzzaman’ın sosyolojik tesbitleri – 3
İlk yorum yapan olun