GENÇ HUKUKÇULAR: Bediüzzaman’a kulak verilmeli

Meclis Anayasa Komisyonunda, İİKV Genç Hukukçular Topluluğu adına Risale-i Nur eksenli bir sunum yapan Said Mürsel Çeşitcioğlu, yeni ve sivil bir anayasa hazırlanırken Bediüzzaman gibi bir mütefekkire kulak verilmesinin doğru olacağını söyledi.

Çeşitcioğlu, “Biz bir taslak ortaya koymadık, bir rapor ortaya koyduk. Bediüzzaman’ı diğer çağdaşı ve daha sonraki din âlimlerinden farklı kılan, demokrasi, anayasal düzen, parlamenter sistem gibi kavramlara çok ciddî atıflar yapmış olması. Dinin siyasete alet edilmesine de karşı bir insan” diye konuştu.

Anayasa hazırlanırken Bediüzzaman’a kulak verilmeli

Türkiye’nin gündemi oldukça yoğun… Halletmesi gereken önemli meseleleri var. Öte yandan Türkiye her geçen gün daha demokratik olma yolunda ilerliyor. Bir taraftan en önemli meselelerden biri olan Kürt meselesinin çözümü noktasında adımlar atılırken, diğer taraftan PKK’nın bitirilmesi için stratejiler aranıyor. Bütün bunlar olurken, darbelerle yüzleşmeye başlayan Türkiye’nin toplumsal ve siyasî sorunlarının kaynağının büyük kısmını ise mevcut darbe anayasası teşkil ediyor. Yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması ise demokratik ve çoğulcu bir ortama bağlı… Bu anlamda anayasa arayışları sürerken siyasî partiler, STK’lar anayasa tekliflerini sunmaya devam ediyor. Kendilerine Genç Hukukçular adını veren bir topluluk da hazırladıkları sivil anayasa teklif paketini geçen günlerde Uzlaşma Komisyonu’na sundular. Türkiye’nin sayılı hukuk fakültelerinin en başarılı öğrencilerinin oluşturduğu bu topluluğun sunduğu anayasal talepler raporunun şimdiye kadar sunulanlardan önemli bir farkı var. O da anayasa metninin, Bediüzzaman’ın devlet, cumhuriyet, demokrasi, hürriyet ve içtimaî hayat üzerindeki çarpıcı tesbitlerinden yola çıkılarak hazırlanmış olması. Çarpıcı ifadelerle hazırlanan anayasa raporu Meclis komisyonunda büyük bir beğeni ve ilgi ile karşılandı. Ancak bazı medya organları her zamanki gibi ısrarla konuyu ana bağlamından saptırmaya çalıştı. Bu önemli işi gerçekleştiren hukukçu gençleri bu anlamda mağdur etti ve bazı çevrelerden haksız ve sert eleştiriler, hatta linç girişimine varacak tepkiler gelmesine yol açtı.  İşte bu meseleyi birinci muhatabından Genç Hukukçular topluluğunun sözcüsü Said Mürsel Çeşitcioğlu’ndan öğrenmek ve Meclise sunulan taslağın detaylarını ve Risâle-i Nur’un konuyla ilgili yol göstericiliğini görüştük.

Genç hukukçular kimdir, nasıl bir oluşumdur?

Biz esasında Risâle-i Nur’lardan bir şekilde haberdar olmuş, Bediüzzaman’ın fikirlerini ülkenin geleceği için önemseyen, ülkenin geleceğine ışık tutabileceğini düşünen, hukuk fakültesi öğrencilerinden müteşekkil bir gruptuk. Ve bu grup zaten uzun bir süredir de çalışmalar yapıyordu. Yeni anayasa süreciyle birlikte, Bediüzzaman’ın görüşleri çerçevesinde, anayasal talep ve beklentilerin kaleme alındığı bir rapor hazırladık. Bu rapora farklı üniversitelerden isimler katkı sağladı.

Anayasa taslağını nasıl hazırladınız, nasıl bir çalışma süreci var işin içinde?

Anayasa taslağı değil aslında, kamuoyunda karıştırılan böyle bir şey var, biz bir taslak ortaya koymadık, biz bir rapor ortaya koyduk. Bu rapor şu: Anayasa toplumsal bir sözleşme olduğu için, toplumdaki her kesim, sokaktaki vatandaşı, işçisi, köylüsü, herkesin bir şeyler söylemesi icap eder. Dolayısıyla bu süreçte de, Türkiye’de ve dünyada okuyucuları 10 milyonlara ulaşmış bir müellifin görüşlerini paylaşmak, en tabiî bir haktır. Biz burada kendi kişisel görüşlerimizi yansıtmadık. Tamamıyla Bediüzzaman’ın görüşlerini ortaya koyma gayreti içerisinde olduk. Belki bu topluluğumuz içerisinde raporda belli noktalarda farklı düşünen arkadaşlar oldu. Fakat neticede bir konsensüs sağlandı ve Bediüzzaman’ın görüşleri yansıtıldı. Rapor olmasını özellikle vurgulamak istiyorum, çünkü, taslak deyince anayasa böyle olmalıdır, şeklinde bir devlet düzeni öngörüyorsunuz ve biz Said Nursî’nin devlet modeli öngördüğünü düşünmüyoruz. Nasıl olması gerektiğine dair tavsiyeleri var, 1909’da bunu ifade etmiş, Hutbe-i Şamiye’nin Zeylinin Zeyli’nde. Bu raporda,  Hutbe-i Şamiye’nin Zeylinin Zeyli’ndeki 33 maddelik Bediüzzaman Said Nursî’nin anayasal düzenine ilişkin, talep ve beklentileri esas alındı. Üzerine de Risâlelerin farklı yerlerinden 11 tane anayasal talep ve beklenti niteliğinde madde konuldu. Dört aylık bir çalışma. Türkiye’nin temel meseleleri de belirlendi bu 11 ekstra madde için. Bu çalışma da yöntem olarak şu şekilde oldu. Risâle-i Nur’dan referans metni koyduk. Buradan çıkardığımız genel ilkeyi ifade ettik. Bu metinden çıkan genel ilke hukukî anlamda budur, izah ve gerekçe konuldu. Dünya anayasalarından ona paralel maddeler konuldu. Bunu şunun için söyledik, bakın, Bediüzzaman’ın 100 yıl önce söylediği şeyler, bugün dünya anayasalarında birer madde olarak mevcut ve biz hâlâ bunun gerisindeyiz. 100 yıldır aynı konuları tartışıyoruz. Bunu da göstermek için… Ve insanlar isme ve şekle çok takıldığından, dünyadan örnekler olduğunu da gösterdik. Örnek vermek gerekirse, Bediüzzaman “Kamu görevlileri millete amir değil, milletin hizmetçisidirler,” diyerek bir hadisi izah ediyor. Güney Kore anayasasında aynen şu ifade var: Tüm kamu görevlileri, tüm milletin hizmetçisidirler ve bütün milletin önünde sorumludurlar. Şimdi aynı bu ifade çok paralel… Bu şekilde maddeler koyduk. Bediüzzaman’ın görüşlerine sadık kalmaya çalıştık raporu hazırlarken… Dünya anayasalarında bulunan bu maddeler çoğu 1909’dan daha sonra yapılmış anayasaların maddeleri, bu da gösterir ki bu maddeler geçmişte kalmış, kullanılabilirliğini yitirmiş maddeler değil. Aslında modern dünyada daha fazla üstüne düşülen, konulmaya çalışılan maddelerdir. Meselâ dünyanın en katılımcı anayasalarından bir tanesi Güney Afrika anayasasıdır. Güney Afrika anayasası daha 90’lı yıllarda yapıldı ve biz pek çok defa Güney Afrika anayasasına atıf yaptık. Bir de şu önemi var, Bediüzzaman’ın diğer çağdaşı ve daha sonraki din âlimlerinden farklı kılan demokrasi, anayasal düzen, parlamenter sistem, bunlara çok ciddî atıflar yapmış olması. Dolayısıyla dinin siyasete alet edilmesine de karşı bir insan.

Peki neden referansınız Bediüzzaman oldu?

Bu ülkedeki en önemli iki problem, ırkçılık ile din ve vicdan özgürlüğüdür. Kapatılan partilere baktığımız zaman bunu çok açık ve net görebiliriz. Bediüzzaman, köken itibariyle Doğudan gelmiş ve dindar bir isim. Netice itibariyle bütün bu problemlere çözüm önerisi sunmuş bir ismi referans almamız gerekirdi. Ve şu da var, yurtdışında, Bediüzzaman’la ilgili hiç beklemediğiniz tepkiler alabiliyorsunuz. Almanya’da havalimanındaydım, Alman vatandaşı biriyle tanıştık, adımın Said olduğunu öğrenince, Said Nursî’yi tanıyıp tanımadığımı sordu ve müsbet hareketten bahsetti. Bir gün Belçika’dan Fransa’ya gidiyordum, yolculuk sırasında Faslı bir mühendisle konuştuk sohbet ettik, yine ismimden dolayı bana “Orada bir âlim var, hapishanede yazdığı küçük küçük kâğıtlar kitap olmuş, İmam Nursî” ifadesini kullandı. Türkiye’de Bediüzzaman’a karşı yapay bir önyargı var. Yani reel değil. Ama dünyada öyle değil. Meselâ Oxford Üniversitesi Yayınları’ndan Said Nursî’yi anlatan bir kitap vardır. Bugün İngiltere, ABD’de akademik çalışmalara konu olmaktadır ve dünyada 50 küsûr dile çevrilmiş bu eserler. Güney Asya’da üniversitelerde ders olarak okutuluyor. Bu sene hakkında iki tane film çekilmiş, izleyici sayısı toplam üç buçuk milyon civarında. Şimdi böylesi geniş bir kesimin, anayasal talep ve düşüncelerini ifade etme hakkı yok mu? Demokrasi ve özgürlüğe ilişkin talepte bulunamaz mı yani? Kaldı ki Türkiye’nin en önemli iki problemine ciddî manada ışık tutan görüşler de sunmuş. Bir de Türkiye’de bir kesim entelektüelliği kendi tekelinde zannediyor. Dolayısıyla başkalarının cahil, yobaz v.s. olduğunu, kendisinin aydın olduğunu zanneden insanlar fikrî bir gelişim gösteremiyor, yerinde saymaya başlıyor.

Peki Risâle-i Nur’daki temel prensipler anayasa hazırlığında nasıl bir rol oynayabilir?

Biz, burada Risâle-i Nurdaki temel prensipler arasından şunu söyleyebiliriz; Bediüzzaman’ı farklı kılan, İslâmiyet ve demokrasinin birbiriyle çelişmeyeceğini göstermiş olması. Demokrasiyi, hak ve özgürlükleri savunurken, anayasal düzeni savunuyor, bunu Saltanat, Meşrûtiyet, Cumhuriyet devrinde de savunuyor. Bunun yanında da hukukî anlamda ortaya koyduğu şeyler var, meselâ, Doğu’da Kürt aşiretleri Meşrûtiyete karşı çıktığı zaman, meselâ şöyle söylüyorlar, diyorlar ki, “Biz Ermenilerle nasıl eşit olabiliriz?” O da diyor ki, “Eşitlik, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve geda birdir.” Yine, bu milletin mutluluğu için Ermenilere barış elini uzatmaktan bahsediyor. Bunun yanında meselâ Ermenilerle ilgili soruda, Ermeniler vali ve kaymakam oluyor, nasıl olur dediklerinde, Meşrûtiyet millete hizmettir. Vali ve kaymakamsa amir değil, ücretli hizmetkârdırlar. Yani klâsik bir bakış açısı sunmuyor. Dolayısıyla Bediüzzaman’ı entelektüel olarak farklı kılan pek çok nokta var. Meselâ efkâr-ı amme didebandır, gözcüdür, diyor. Kamuoyunu çok önemsiyor, millî iradenin altını çiziyor.

Bediüzzaman, cumhuriyete, anayasal düzene ve demokrasiye nasıl bakıyor?

Esasında şöyle söyleyebiliriz, biz burada Bediüzzaman’ın kişisel reklâmını yapacak bir çalışma yapmadık. Biz dedik ki, Türkiye’nin en önemli temel sorunları nedir? Bediüzzaman bu temelde neler söylemiş? Aldık, hukukî bir zeminde rapor hazırladık. Bu da işte Hutbe-i Şamiye’nin Zeylinin Zeyli paralelinde oldu. Bediüzzaman’ın nasıl baktığına gelince, şimdi bir kere Bediüzzaman’daki en önemli özellik şu; siyasal İslâm’a karşı olduğunu görüyoruz, bu çok önemli bir hadise. Diyor ki, “din kutsal bir değer, siyaset üstü bir değer.” Dolayısıyla dinin siyasete alet edilmesine karşı… Fakat laikliğin, militan bir laiklik anlamında uygulanması, dinin siyasete alet edilmesine de sebep oluyor. Bediüzzaman’ın din ve vicdan özgürlüğü bağlamında algıladığı laiklik nötr laiklik ya da pasif laiklik dediğimiz, bugün Amerika’daki din özgürlüğü temelindeki laiklik. Meselâ bu bağlamda Türkiye’de ufuk açıcı bir nokta var. Yine Bediüzzaman’ın müsbet hareket dediği bir yöntemi var. Yani asayişe ilişmeme, kanunlar içerisinde, reaksiyoner değil, aksiyoner olma, düşmanlık etmeme, kendi dâvâsını anlatma gibi yönleri var. Onun dışında meselâ çoğunlukçu bir demokrasiyle alâkalı, şunu söylüyor, “Muhalif hareketler adaletin bir gereğidir ve meşrûdur. Her hükümette muhalif hareketler bulunur.” Şimdi, biz bugün bile çoğunlukçu demokrasi mi, çoğulcu demokrasi mi, bunu tartışıyoruz. Yine meselâ cumhuriyetin isim ve resimden ibaret olmamasını istiyor. Yani gerçek mânâda bir cumhuriyet… Bediüzzaman’da şunu görüyoruz, cumhuriyet derken demokratik bir cumhuriyeti savunuyor. Ve bunu savunurken de, ilkesel bir şekilde savunuyor. Yani farklı devirde, farklı savunmuyor. Bunu Osmanlı’da da savunuyor. En basit bir örnek, henüz II. Meşrûtiyet ilân edilmediği bir dönemde karıncalara yaklaşımı. “Bu karınca taifesi cumhuriyetçi oldukları için ben bunları ödüllendiriyorum” diyor. Meşrûtiyetin rafa kaldırıldığı bir dönemde söylüyor ve meselâ cumhuriyet 1923 yılında kuruldu. Bediüzzaman bunu bundan on yıllar önce söylüyor. Yine, anayasal düzenin adalet, meşveret ve hukukun üstünlüğü üzerine kurulması gerektiğini söylüyor. Bunu tâ 1909’da söylüyor.

Üstad’ın devlet ve hukuk anlayışını özetler misiniz?

En azından bizim gördüğümüz kadarıyla, önerdiği bir devlet modeli yok. Fakat bir felsefesi var, devlet felsefesi var. Bedüzzaman, Türkiye’yi önemsiyor. Türkiye’nin dünyaya rol model olabileceğini söylüyor. İnsanlığa karşı sorumlu bir anayasa olmasını istiyor. Yani, bitkilerin ve hayvanların dahi korunacağı bir anayasa istiyor. Meselâ ‘hukukullah’ ifadesini kullanmış. Yani, kamu hukukunun korunması, çevrenin bitkinin, yer altı, yer üstü kaynaklarının korunmasından söz ediyor. Yine bunun gibi pek çok nokta var. Hukuk nizamı açısından da meselâ şu ifadeyi veriyor, “Adliye, kim gelirse gelsin önüne, bilâtefrik bağımsız ve tarafsızdır.” Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını savunuyor, çok enteresan. Çünkü bir İslâm âliminin bunu savunmuş olması, bugün hem Türkiye’ye, hem dünya Müslümanlarına örnek bir tavırdır. Biz sadece bunu gösterdik.

Sizin sunduğunuz görüşler dikkate alınarak hazırlanacak bir anayasanın toplumda kabul görmesi nasıl olur? Şimdiye kadar gelen tepkiler nasıldı?

Bu taslak, TBMM’de milletvekillerinin çok ciddî takdiriyle karşılaştı. CHP milletvekili Atilla Kart “hukuk tekniği açısından mükemmel bir rapor” ifadesini kullandı. Yine komisyon üyeleri, komisyonda olmayan farklı üyeler bunu deklare ettiler. Bunun yanı sıra, twitterda TT oldu, çok konuşuldu. Her ne kadar medya çarpıtsa da yorumlara baktığımızda genel anlamda bir sahiplenme, beğenme, takdir edilme görüyoruz. Bunun yanında çok olumlu görüşler de aldık. Açık söylemek gerekirse dindar insanlardan değil, liberal insanlardan aldık. Türkiye’deki Hıristiyanlardan da olumlu dönüşler var. Ve çok enteresan bazı sosyal demokrat milletvekilleri, “Biz Bediüzzaman’ın böyle düşünceleri olduğunu bilmiyorduk” dediler. Dolayısıyla önyargıların kırılması bağlamında da etkili olmuştur diye düşünüyorum. Bu taslakta eğer Said Nursî’nin ismi geçmeseydi veya fotoğrafı olmasaydı bu ülkede herkes hiç düşünmeden bu raporun altına imzasını atardı. Kaldı ki şöyle bir durum da var, biz geçen Pazartesi ve bu Pazartesi bulunduk Mecliste. Geçen hafta Pazartesi gittiğimiz zaman herkes takdir etti. Bu hafta gittiğimizde sunum ekranında Bediüzzaman’ın resmi vardı ve tepkiler değişti. Bu tarz siyaset, çok ucuz bir yöntem. Bu da bence Türkiye’deki medyanın kalitesini gösteriyor. Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde çok çarpıtıldı olay. Bir kere basın mensubu yoktu sunumda. Bir sürü yalan içerikli haberler var, onlara karşı da yasal haklarımızı kullanacağız. Çarpıtmalar aslında şundan da kaynaklanıyor olabilir. Biz raporun gerekçe ve izah kısmını gerek zaman açısından, gerek görüşleri sınırlandırmamak adına sunmadık. Netice itibariyle bu anayasal taleplerin somutlaştırılması istendi. Bize bunu biraz açın, ne demek istiyorsunuz dendiği zaman bazı izah edici mahiyette ifadeler kullandık. Meselâ ne dedik; devletin içki üretmek gibi bir görevi olmak zorunda değil. Özel teşebbüslere bırakabilir. Veya piyangoyu özel teşebbüslere bırakabilir, dedik. Ama bu medyada millî içki olmasın, millî kumar olmasın, toptan hepsi yasaklansın diye yansıtıldı. Meselâ en önemli nokta zina ile ilgili eleştirilere değinmek istiyorum. Bir kere, bizim zina diye bir başlığımız yer almıyor. Zina kanunla düzenlenebilecek bir meseledir. Yakın zamana kadar zaten zina suçtu. Eğer bu böyleyse, o halde Türkiye’de yakın tarihe kadarki bütün idareci ve hukukçular yobazdır. Ve bugün ceza hukukçusu diyebileceğimiz çok da popüler isimlerden zinanın hâlâ suç olması gerektiğini savunan insanlar var. Biz şunu söyledik; zinaya hiçbir yaptırımın olmaması dinî dinamikleri kuvvetli bir toplumda aile yapısına zarar verir, dedik. Kaldı ki zina medenî hukukumuzda boşanma sebebidir, kötü bir şey değilse neden boşanma sebebi? İnternet yasaklansın diye haber yapıyorlar, internet neden yasaklansın biz dünya anayasalarının örneklerini zaten internetle bulduk. Dolayısıyla burada sanal bir önyargı var, harbi bir tavır yok.

Anayasanın şahıs referanslı da olmaması gerektiği de söylendi. Buna ne dersiniz?

Biz burada Bediüzzaman’ı referans alan bir anayasa raporu hazırlamadık. Bediüzzaman, bu ülkenin bir değeriyse—ki önemli bir değeridir—, onun öğretisine sahip çıkan insanların anayasal talep ve beklentilerini iletmesi de son derece demokratik ve rasyoneldir.
İşte çarpıtılan rapordan bazı başlıklar:

* Anayasa dünyadaki birçok anayasada olduğu gibi, Yaratıcıya atıfla başlamalıdır.

* Eğitimde fırsat eşitliği evrensel bir haktır. Eğitim kurumlarında anadil öğrenimine imkân tanınmalıdır.

* Anayasa adalet, demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerine bina edilmelidir.

* Anayasa temel hak ve özgürlükleri evrensel ilkelere dayalı olarak garanti altına almalıdır.

* Toplumun yönetime aktif katılımının sağlanması gerekir ve toplumun sahiplenebileceği bir anayasa hazırlanmalıdır.

* Ferdin hakları devlet menfaatine ve kamu yararına, o bireyin rızası alınmadıkça feda edilemez.

* Laiklik devlet eliyle, herhangi bir inanca sahip olmayan bir bireye müdahale edilmemesi gibi dindar bir bireye de müdahale edilmemesini barındırır.

* Adalet sistemi siyasal cereyanların üzerinde, bağımsız ve tarafsız olarak işlemelidir.

* Aile kurulması, korunması ve anneliğin teşvik edilmesi zarurîdir.

* Siyasî özerklik ayrışma ve çatışmayı netice verir, siyasal değil idarî özerklik var olmalıdır ve güçlendirilmelidir.

* Devletin aktif bir şekilde cehalet, fakirlik ve ayrımcılığa karşı mücadele etmesinin;anayasanın teminatında olması gerekir.

* Askerî vesayete son verilmeli, demokratik anayasal düzeni ortadan kaldıran darbe teşebbüslerine engel olunmalıdır.
y İdarenin eylem ve işlemleri kamuoyu denetimine açık olmalı, şeffaf bir sistem ve vatandaşın bilgi edinme hakkı var olmalıdır.

* İnsanlığa karşı sorumlu, dünya Müslümanlarının olumlu etkileneceği ve Türkiye’yi model alabileceği bir anayasa hazırlanmalıdır.

* Yeni anayasa toplumun çalışmayı bırakıp lüzumsuz zevk ve eğlencelere müptelâ olmasına, bireysel ve kamusal olarak israfa ve lüzumsuz harcamalara sebep olmamalıdır.

* Azınlıkların haklarını garanti altına alan bir anayasal düzen. Meselâ,Türkiye’deki bir Ermeni de vali veya kaymakam olabilmeli.

* Yöneticilerin kamu menfaatlerini izinsiz ve haksız olarak kullanmasını engelleyen; çevrenin, hayvan ve bitkilerin, yer altı kaynaklarının v.s. korunmasını sağlayan bir anayasa yapılmalıdır.

* Siyasal iktidar muhalefeti susturamamalı, zira siyasal hayatta muhalif hareketler gerçek bir adalet dengesinin gereğidir ve meşrûdur.

* Milletvekillerinin yemin metninin bağlayıcılığı olmalıdır. Yemin metninin muhtevası anayasanın ruhunu barındırmalı, ülkenin birlik ve beraberliğine katkı sağlamalıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*