Bediüzzaman´dan içtimaî-siyasî ölçü ve stratejiler

Mü’min, sosyal hayattaki işlerini yürütürken, nasıl bir siyasi metod, üslûp takip etmeli; sâir yükümlülüklerine ne kadar vakit ayırmalı?

Müslümanın hayatını imân esasları planlamakta, programlamakta, İslâm şartları, yâni ibâdetler, tanzim etmekte, sâir emir ve nehiyler dengelemekte, İslâmın yüksek ahlâkı ise süslemektedir. Her mü’min, hayatını Kur’ânî rotaya ve Sünnetî pusulaya göre yönlendirir. Hiç şüphesiz ki, ömür, bize bahşedilen en kıymetli, fakat elimizden çok çabuk çıkan hazinemizdir. Peki, o­nu nasıl harcamalıyız? İmtihan yeri olan dünyaya nasıl bakıyor veya nasıl bakmalıyız?

“Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır… Hem madem ne iyilik, ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem ‘Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.’1 Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”2

Bu nefis yorumda yer alan “dünya için âhiret” yerine, “siyaset için Kur’ân” veya “siyaset için âhireti fedâ etmesin” kelimelerini koyabiliriz.

Bediüzzaman, Müslüman ferdin, şahsî, içtimâî ve siyasî hayattakı vazife ve hizmet şemasını “En yakınlarını uyar”3 âyetinden istinbat ile şöyle tanzim eder:
*Her insanın; *kalb, *mide, *beden, *hane, (ev halkı, âile ferdlerine) *mahalle, *şehir, *ülke, *dünya, *insanlık, *zîhayat (canlılar), *ve kâinata kadar birbiri içinde daireler ve her bir dairede, her bir insanın bir çeşit vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat ara sıra vazife bulunabilir.4

Bu, mü’mini kâinat çapında bir varlık durumuna çıkarıyor. Maddenin veya siyasetin dar kalıplarından sıyırıp, bütün varlıklar âlemleriyle irtibatlandırıyor.
Bunu şöyle tasnif edebiliriz: İnsanın etki alanı var, ilgi alanı var. Etki alanı, “kalb, mide, beden ve hâne”, ilgi alanı ise diğer geniş dâirelerdir.
Etki alanı ile ilgi alanını biribirine karıştırmamalı, biri birinin yerine geçirmemeli.5 Bu da, birinci sıraya siyaseti değil; Allah’a karşı kulluk vazifesini, ardından, âile ve peşinden de çevreye karşı mes’uliyetlerı getirmektedir. “Vatan ve memleketi” ilgilendiren siyaset görevi ise son sıralarda ve ara sıradır. Bunun için, “kalb ve mide” dâiresini ifâ ettikten sonra, siyaseti en geri plâna iterek denge korunabilir.

Elbette yönetici ile politikacının veya parti genel başkanı ile sade bir vatandaşın, siyasetle ilgileri aynı derecede değildir: Evet, haricî siyaset memurları ve kurmaylar ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesâili, basit fikirli ve idâre-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla o­nları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmekle dinsizliğe yer hazırlamak tarzında, büyük bir merakla, o­nlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz siyasi meseleleri radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.6

Hiçbir insan, ülkesi ve ülkesinde cereyan eden hâdiselere bîgâne kalamaz. Ancak, her şeyde olduğu gibi, “memleket meselelerinde” de denge ve ölçü önemlidir. Yukarıdaki ölçüleri şöyle açar Bediüzzaman: Evet, herbir adam vatanıyla, milletiyle, hükümetiyle alâkadardır. Fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet ve vatanı ve hükümetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tâbi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan kendini ve evini ve dini görevlerini idâre, ve hâkeza, çok dairelerde hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak o­n, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar alâkaların zararına olarak, o bir tek lüzumsuz ve o­na göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına fedâ etmek dîvanelik değil de nedir?7 “Bu dünya fânidir. En büyük dâvâ, bakî olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa, dâvâyı kaybeder. Hakikî dâvâ budur. Bunun haricindeki dâvâlara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar, selâmet-i kalbini kaybeder”8

Şu halde, dine hizmet, birinci plânda siyasetle olamaz. İslâm tarihi boyunca da olmamış. Hattâ, Hz. Âdem (as) dahil, bütün peygamberler ve o­nların yolundan giden varisleri âlimler; siyaseti hizmetlerine esas yapmamışlar.

Dine hizmet; imân, Kur’ân, ilim, fikir, ahlâk, eğitim, terbiye ile olur. Bunun da yolu, “dine imale etmek (meylettirmek) ve iltizama (taraftar olup yapışmaya) teşvik etmek ve dini vazifelerini hatırlatmaktan”9 geçer. Bu yolda da yegâne kuvvet, silâh, İslâmın kesin aklî, mantıkî ve ilmî delilleridir.10 Yoksa “siyasetin çirkef malzemeleri” değildir. Eğer, hakkı müdafaa için, kuvvet kullanılırsa zulme sebebiyet verilir.11 Yani hak, hukuk, din; haksızlık, zulüm ve zorbalıkla anlatılamaz, müdafaa edilemez.
Şeriatın yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispeti de siyasete bakar; o­nu da ulü’l-emirler, yani idârecilikle ilgilenenler düşünmeli.12 Tıpkı, fırıncı, marangoz, doktor ve mühendislerin işlerini herkesin düşünmemesi gibi; siyâsi meseleleri de herkesin her an düşünmesi, takip etmesi, konuşması gerekmez.
Kur’ân ve hadîsçe haber verilen ve bütün peygamberlerin ve asırların Allah’a sığındığı Âhirzaman’ın dehşetli hâdiseleri içindeyiz. Şeytan’dan Allah’a sığındığımız gibi, siyasetten de sığınmalıyız. Çünkü, Deccalizm, her tarafı kasıp kavuruyor. o­nun siyasetin malzemeleriyle değil, ancak imân ve Kur’ân nurlarıyla mukabele edilebilir. Zîrâ, felsefenin tahribatçı fikirlerini siyasetin günlük, değişken, hissî doneleri çürütemez, durduramaz; imân ve İslâm esaslarını izâh edip ortaya koyamaz.

*Günümüz siyasetinin deccalizmin etkisinde; fevkalade girift ve dışa bağımlı olduğunu bilerek hareket etmek gerekir: Biz müteharrik-i bizzat değil, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim (uyutma) ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammane (sağırcasına) tahribimizde telkinlerini icra ederiz. Yâni, teknoloji, teknik, kitle iletişim vasıtaları, eğitilmiş eleman, para, güç ecnebilerin elindedir.
Dolayısıyla, istedikleri gibi siyasî hareketler teşkil etmeleri, yönlendirmeleri tabiî ve hattâ kaçınılmazdır. Siyasetle hareket eden, o­nların minderinde, o­nların sahasında güreşiyor demektir. Bu da otomatikman kaybetmek demektir.

19 ve 20. asırda, idârî mekanizmalar dahil, eğitim sistemi ve kitle iletişim vasıtaları; hâkim felsefik akım, cereyan ve ideolojiler elindedir. Kamuoyu ve siyasetin vanasının da başında olduklarından istedikleri gibi kanalize etmektedirler. Dolayısıyla, bu cepheden netice almak fevkalâde zor, nerede ise imkânsızdır. Sebebi açık: Bir sefer şartlar eşit, silâhlar mukabil değil! Elbette bir akıllı bir stratejist, zayıf olduğu noktalardan ileri atılmamalı.

DİPNOTLAR:

1- Bakara, 286,
2- Şuâlar, s. 406,
3- Şuârâ Sûresi, 214,
4- Asây-ı Mûsâ, s. 20,
5- Yeni Asya, 12 Ocak 2001,
6- Kastamonu Lâhikası, s. 35.
7- Age, s. 35
8- Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, s. 15
9- Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, s. 67
10- Hutbe-i Şâmiye, s. 99
11- Lem’âlar, s. 165-166
12- Divân-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Neşriyat, s. 28.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*