“Ben imanın cereyanındayım”

Bediüzzaman’ın şu cümlelerindeki ruh hâline bir bakın! “Hey, efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok… Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim…”

Ne muhteşem cümleler! Ne hayat dolu bir ruh hali!

‘Bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmek’ cümlesi, fani hayatı bakileştirmek anlamı ihtiva ediyor.

Böyle bir düşünce taşıyan için, dünya hayatının ve dünyalıkların ehemmiyeti ne olacaktır?

İnsan, hangi cereyanın içinde olursa, elbette günlük hayatı ruhunda taşıdığı o düşünceye göre şekillenecektir.

İşte dünyevîleşmek ve uhrevî bir adam olmak denen şey de budur.

İçi dışı dünya olanın, ahiret işleri ve âlemi, dünyasına ne kadar temas edecektir? Böyle bir insan istese de dünya onun ‘tiryakilik’ dolayısıyla yakasını bırakmayacaktır.

Uhrevî bir adam olmak, meşguliyetlerin uhrevîleşmesi ile ve imanın cereyanında olmak ile mümkündür. Bu da ‘an be an’ ne kadar ahirete çalıştığımızla alâkalıdır. Yani bir gün gelecek birden ahiret adamı olacak değiliz, adım adım, nefes nefes uhrevîleşeceğiz ya da dünyevîleşeceğiz.

Şu gelen cümleler dünya ile bağımızı gözden geçiriyor ve neden bir ahiret adamı olmamız gerektiğinin gerekçelerini ortaya koyuyor.

Lütfen beraber okuyalım ve her bir cümlede birazcık durup düşünelim.

“Dünya madem fanidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakim ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem, ‘Allah bir kimseye gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez. (Bakara Sûresi: 286.) sırrınca teklif-i malayutak yoktur. Hem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için ahreti unutmasın, ahretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

“Haşiye: Bu madem’ler içindir ki, şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. ‘Meraka değmiyor’ diyorum ve dünyaya karışmıyorum.” (Mektubat, s. 118.)

Evet, buradaki ‘madem’ler, aksi düşünülemeyecek gerçeklerdir. Yani aklın, kalbin, ilmin kabul ettiği nihaî cümlelerdir.

Bundandır ki insanın bile bile dünyayı ahirete tercih etmesi tam bir mahrumiyet halidir, aldanmışlık halidir, tam bir gaflet halidir. Ne uğrunda neyi kazandık, neyi kaybediyoruz bilmemek hâli, tam bir hesapsızlık hâlidir. Elbette ebedîyi kaybedip, faniyi kazanmak ne garip bir kazanmaktır. Aslında bu kazanmak mıdır? Bu tam bir iflâs hâlidir. Ve böyle bir insan da hakikî müflis’tir.

Böyle bir kayıp halinden Allah iman edenleri muhafaza eylesin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*