Bir asır önce kullanılan inisiyatif

Evet, vakıa şu ki, “Tarih tekerrür ediyor.” Olup bitenlerden gerekli olan ders-i ibret alınmadığı için, hadiselerin tekerrür etmesi kaçınılmaz oluyor.

Tabiî, hadiseler aynen-tıpatıp tekerrür etmiyor. Tekrarlar, benzerlikler noktasında yaşanıyor. Ki, biz de burada gelişmelere aynen o benzerlikler itibariyle bakmak arzusundayız.

Bakalım, geçen asrın başlarında günümüz hadiselerine benzer neler olmuş, neler yaşanmış ve bilhassa zihinleri meşgul eden suâllere ne tür cevaplar verilmiş, daha da önemlisi korkulara karşı nasıl bir duruş sergilenmiş…

Aşağıda açıkça görülecektir ki, zihinlerdeki suallere verilen cevaplar ve özellikle devrin korkularına karşı sergilenen duruş tarzına bugün de şiddetli ihtiyaç var. Buyrun, hayalen bir asır öncesine gidip seyirci-dinleyici locasında oturalım ve yaşananları ciddiyetle temaşa etmeye çalışalım.

Hürriyete oldum olası “âşık”, Meşrûtiyet’in en tesirli müdafiî, istibdadın ise en şiddetli muhalifi olan Bediüzzaman Hazretleri, Bitlis’ten İstanbul’a 1907 yılı sonlarında vasıl oldu.

İstanbul’a gelmesiyle birlikte, Dersaadet’in (Başkent’in) âfâkında âdeta bir güneş gibi doğdu. Kimi yerde bir şimşek gibi çaktı; kimi yerde ise, adeta gök gürlemesi gibi ses–sadâ ile etrafa ismi ile birlikte fikrini duyurmuş oldu.

Meselâ, İstanbul’a gelir gelmez, yerleştiği Fatih’teki Şekerci Handa bulunan çalışma ofisinin serlevhâsına şu çarpıcı ibâreyi yazdırdı: “Burada her müşkil halledilir, her suâle cevap verilir; fakat suâl sorulmaz.”

Son derece iddialı bir çıkış, asil bir duruş ve kendine olan güvenin şâhikasında bir vaziyet alıştır bu.

Tarihte ikinci bir misâline henüz rastlanılmayan böylesine harikulâde bir duruş ve ortalığı birden elektriklendiren böylesine cesurâne bir çıkış, esasında pek yakında başlayacak olan yeni ve bambaşka bir dönemin habercisi mahiyetinde bir “işaret fişeği” idi.

Evet, “Burada her müşkül halledilir…” diye başlayan ifade ve ibarenin tahtında yatan mânâ ve mahiyet, şüphesiz ki sanılan veya tahmin edilenden çok daha büyük ve çok ileri derecede boyutlar taşıyor. Nasıl mı? Meselâ şöyle:

1. Bu, bütün ilim ve fikir dünyasına karşı gayet açık ve tam cesurane bir “meydan okuma” halidir.

2. Bu, aynı zamanda “Bakın, bundan böyle yaşanacak her hadisede, her türlü gelişme karşısında, artık ben de söz ve inisiyatif sahibiyim; bunu herkes duysun, bilsin” demektir.

3. Bu izzetli duruş, aynı zamanda hürriyete, fikrî serbestiyete olan düşkünlüğün bir ifadesidir. Dahası, bu “Ben hiçbir baskıyı kabul etmem; istibdadın eseri olan kayıtların, tahakkümlerin altına girmem” demektir.

4. “Kim ne isterse sorsun” şeklindeki tavır ve duruş ise, aynı zamanda şu demektir: “Ey mağrur entelektüel! Bilin ki, her şey İstanbul’dan ibaret değildir. Şark’taki medrese ehlini unutmayın, onları sakın ha küçük görmeye çalışmayın.”

Genç Said’in, bütün mektep ve medrese ehlinin dikkatini çeken, hatta onların çoğunu ürkütüp gözlerini korkutan bu efsânevî çıkışın “hikmet ciheti”yle istikbâle yönelik bir mesajı da (yine Üstad’ın ifadesiyle) şudur: “Cenâb–ı Hakk’a yüz bin şükür olsun. Yetmiş–seksen senelik hayatımın sonlarında onun hikmetini ihsan–ı İlâhiye ile bir derece bildik ki: … Risâle–i Nur en ziyade ulemânın damarlarına dokundurduğu halde, hocaların Nurlara karşı tenkitkârâne eser yazamadıklarının sebebi, o zamanda Said’in ulemânın suallerine karşı doğru cevap vermesi, ulemanın cesaretini kırmış ki, hiçbir yerde kıskanç hocalardan, hem meşrepçe Said’e çok muhalif oldukları halde Nur Risâlelerine karşı mukabil çıkmamaları, bu halin bir hikmeti olduğuna kanaatim gelmiş. (Emirdağ Lâhikası: 312)

Evet, gerek o zamanlar, gerekse daha sonraları ve hatta şimdilerde Üstad Bediüzzaman’a muhalif olan, hatta şiddetli düşmanlık edenler hep olagelmiştir. Ancak, bunların hiçbiri meydana çıkıp da ilmî cihette muaraza, yahut ilmî bir eserle mukabele etme cesaretini gösterememiştir.

Bugün medrese ehlinden ziyade, Diyanet ve İlahiyat kökenli bazı hoca müsveddelerinin itirazları, hatta saldırıları vakidir. Ancak, onların bütün itirazlarına karşı Hz. Bediüzzaman gereken cevabı vermiş, izahları yapmış; velhâsıl, temsil ettiği davanın sağlamasını yapmış öyle gitmiştir. Gerisi, tamamen siyasî, kasdî ve hasmâne mukabeleden ibarettir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*