Bir aylık misafir…
Bir bakıyorsunuz, aylar devretmiş birer birer ve Ramazan gelivermiş.
Bir bakıyorsunuz, günler geçivermiş Ramazan
gidivermiş. Güvercin gibi sessizce uçuvermiş. Dünyamızın en nazlı,
en nadide çiçeği… Gözbebeğimiz. Hilâlimiz…
Bu Ramazan bir başka…
Sadece bana mı öyle geliyor?
Sanmam…
Hemen hemen her yıl bunu söyler oldum.
Gelmesiyle gitmesi bir oluyor.
Bir aylık misafir…
Bir bakıyorsunuz, aylar devretmiş birer birer ve Ramazan gelivermiş.
Bir bakıyorsunuz, günler geçivermiş Ramazan gidivermiş.
Güvercin gibi sessizce uçuvermiş.
Dünyamızın en nazlı, en nadide çiçeği…
Gözbebeğimiz. Hilâlimiz…
Hâlimizi anlatıyor.
Önce hilâl gibi inceleceksiniz, sonra dolunay gibi kemale ereceksiniz.
Bir yudum suyun kıymetini öğreneceksiniz.
Bir lokma ekmeğin, bir kap yemeğin…
Yemekten geçip gönül sofraları kuracaksınız. Ne verirseniz gönülden vereceksiniz. Önce gönlünüzü sereceksiniz yollara. Dostlarınız gelsinler diye iftarlara sahurlara…
Kendine has bir aydır. Kendine mahsus bir iklimdir Ramazan.
Dünyanın neresinde var böyle muhteşem bir şölen? Kim görmüş, kim duymuş, kim gösterebilir?
Ramazan işte böyledir.
Bir aylık misafirdir.
Kumrular gibi gelir sessizce. Serçeler gibi cıvıl cıvıl neşeler getirir. Sokakları, caddeleri, evleri her yeri kendine benzetir.
Sevinçle dolar gönüller. Hele o iftar saatleri…
Yorgun düşse de bedenler…
Açlıktan kıvransa da mideler…
Susuzluktan yansa da diller…
Bir başkadır Ramazan’da gönüller…
Bismillâh ile uzanır eller.
İlk lokmaya, ilk hurmaya, ilk suya…
“Allâhümme leke sumtü, ve bike âmentü, ve aleyke tevekkeltü, ve alâ rızkıke efdartü. Fağfirlî mâ kaddemtü ve mâ ehhartü.” (Allah’ım; Senin için oruç tuttum, Sana inandım, Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım. Yaptığım ve yapmam muhtemel günahlarımı bağışla. Âmin) diyerek orucunu açar mü’minler. Gözler ışıl ışıldır adeta. Yeni bir hayat başlar. Bedenler dirilir adeta.
Bekleyiş biter, emir gelir “Ye” diye.
Bir dakika öncesine kadar nimetlere el uzatmak yasak iken, şimdi serbesttir.
Bir ay boyunca neler kazandırır, neler katar dünyamıza, saymakla bitiremeyiz. Bu bakımdan şükür ayıdır Ramazan. Bir aylık misafirdir. Misafirimizi güzel ağırlayalım. Bizden memnun dönsün, memnun ayrılsın. Lehimizde şahitlik yapsın. Rabbimize bizden hoşnutluğunu bildirsin ve Rabbimizin rızasını kazanmamıza vesile olsun.
Hasta ya da yaşlı insanlar, yıllarca oruç tutmuş, şimdi tadamayanlar, onlar hepten mahzun. Fidye vererek borçlarını eda etseler de gönülleri mahzun. O kadar sevmişler ki orucu, o kadar benimsemiş ve saymışlar ki, Ramazan-ı Şerifi hayatlarının ayrılmaz bir parçası bilmişler adeta.
Onlardan biri de halacığım. Doksan yaşına yaklaşmış. İlk defa bu sene tutamıyor diye hüzün içinde. Hem sağlığı müsait değil, hem de gözleri görmüyor. Üstelik tek başına. Ama o hâlâ orucunu tutamamanın ıztırabını yaşıyor, her görüşmemizde eski günleri hasretle yâd ediyor. Teselli etmeye çabalıyorum ama nafile…
Ne garip bir dünya… Bir yanda orucunu tutmamak için bahane arayanlar, bir yanda canı pahasına bir yolunu bulsa derhal tutacak olan hem hasta ve ihtiyar, hem de hassas kullar… Allah insana sevdirdi mi bir ibadeti, onu yapmak o kula kolay geliyor. Aç kalmak belki yemek kadar tatlı oluyor. Yetmiş-seksen yıl orucunu hiç bırakmamış insanların bir dönem gelip de oruç tutamamaları onlara zor geliyor. Onca yıl Ramazana hürmet etmiş, orucunu hiç kaçırmamış bu nazik ve hassas ruhlardan başka türlü bir hareket de beklenmezdi zaten.
Saded harici de girse hem halamıza hem de onun gibi nice hassas mü’minlere bir vefa borcu ve bir rahmet duâsı olsun inşallah…
Rabbim zorluk göstermez kuluna,
Bir çıkış yolu gösterir ona…
İçlerindeki ibadet aşkı ve orucu tutma iştiyakı nasıl bir imana ve niyete sahip olduklarını gösteriyor zaten. Rabbim şimdi onlara ayrı bir sayfa açıyor. “İmkânınız varsa eğer fidye verin, tutamadığınız oruçların tutmuş gibi sevabını alın” diye bir kolaylık sunuyor. Onlar da Rabbimizin göstermiş olduğu bu ruhsat ve bu kolaylıktan istifade etmiş oluyorlar böylece.
Mahrum olmaz Allah diyen, o yolda gözyaşı döken…
Şimdi onların bu sâfiyane halleri, belki de nice oruç tutanların sevaplarını bile geride bırakıyordur.
Bu da Rabbimizin onlara özel bir ihsanı. Bilseler de olur, bilmeseler de. Allah biliyor ya, o yeter.
Ey mübarek ay… Bir aylık misafir…
Her yaştan insana hazineler dolusu nimetlerle geliyor. Çocukları ayrı sevindiriyorsun, gençleri ayrı, hastaları, ihtiyarları ayrı. Her yaş gurubuna ayrı nimetler getiriyorsun, sofralar seriyorsun.
Unutamam çocukluğumun oruçlarını. O sanki hiç geçmeyen ve uzadıkça uzayan vakitleri ve sonra minarede beliren hoca efendiyi. Az sonra ezanı okudu okuyacak. Sevinçle bağrışırdık “Top patladı, ezan okunuyor” diye sofradakilere müjdeli haberi biz verirdik. Şimdi hâlâ o sevincin yaşandığı evler var, sofralar var, aileler var. Topyekûn bir İslâm âlemi var. Rabbim sabrımızı arttırsın. Düne kadar bize söz geçiren nefsimiz, şimdi söz dinliyor, oruç tutuyor, Allah için aç kalıyor.
Bir ibadet Allah için oldu mu, o zaman değerli oluyor. Ah işte oruç, ah işte Ramazan… Hep böyle gidecek zannediyoruz, oysa bu işin yarını da var, yaşlılığı da var. Yarınlarda olmamak da var. Rabbim sağlık ve afiyetle yaşarken orucumuzu lekelemeden, midemizle olduğu kadar, dilimizle, gözümüzle, elimizle ve gönlümüzle de tutmayı nasip eylesin inşallah.
Bu uzun yaz günleri çocuklar için çok daha da zor olsa da, onlar da nefs mücadelesine erkenden başlamayı öğreniyorlar. İftardaki neşe onların da yüzlerinden okunuyor. Zorlu bir ibadeti başarmış olmanın sevinci, onlarda da görünüyor. Maharetli anne ve babaların, Asr-ı Saadet’teki bazı sahabelerin yaptıkları gibi çocuklarını oyun ve oyuncaklarla oyalamaları da bana çok akıllıca bir yol olarak görünüyor. Günümüzde bu vasıtalar da çok çeşitli artık. Seç, beğen, al…
Her ibadetin kendine mahsus sevinci ve neşesi var. Orucun da öyle. Bu neşeyi sofra başında ve geceleri eski hatıraları yâd ederek çoğaltmak pek âlâ mümkün. Her gece bir hatıra, ne güzel olur… Bir de kaydedilse bunlar bir deftere, çok daha güzel olacak. Belki o defter bir gün ellerine geçecek, her sayfayı çevirip okudukça hayatlarına hayat katacak. İleriki yıllarda birlikte paylaştığımız bu anılar ve bu sevinçler belki de sağlam bir ailenin ve toplumun da yapısını oluşturacaktır inşallah.
***
Koca Halam diye andığım rahmetli büyük halamdan bir hatıra:
Doksanı aşmış yaşına rağmen orucunu tutmaya çalışıyordu. Vefatından bir önceki yıl Ramazanın başında oğlu “Anne, yaşlandın, hastasın da. Bu sene orucunu tutma istersen. Yerine fidye verelim.” demiş.
“Fidye ne tutuyor?” demiş.
Gün başı 10 liradan hesaplayıp “30 gün için 300 lira.” demiş oğlu da.
Koca halam:
“Uuuh. O çok paraymış, ben tutarım bu orucu, o parayı sen bana ver.” demiş.
Rabbim oruçlarımızı, niyet ve ibadetlerimizi kabul buyursun inşaallah.
Rabbimize sonsuz hamd ile… Resûl-i Ekrem’e (asm), âl ve ashabına sonsuz salât-u selâm ile…
Benzer konuda makaleler:
- Yaz günü Temmuzda, hava niye serin böyle?
- Geçerli oruç özürleri, kaza ve fitre
- Oruç fidyesi üzerine
- Soframız iftar sofrası mı, iftihar sofrası mı?
- Ramazan Kadir’dir
- Ramazan eğlence ayı değildir
- Yarıyı geçtik şükür…
- İman Ahlâkı
- Ramazan beni geçmişe taşır
- Çocuk ve Ramazan orucu
Asıl ismi Hüseyin Adnan Şengörür olan Selim Gündüzalp, 1954 yılında Adapazarı’nda dünyaya geldi. Sırasıyla Adapazarı Kurtuluş İlkokulu’nu, Adapazarı Merkez Ortaokulu’nu ve Adapazarı Lisesi’ni okudu. 1979 yılında, Marmara Üniversitesi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nden mezun oldu. 1968 yılında, ortaokul öğrencisiyken, günlük bir gazetenin tertip ettiği, bir şiir yarışmasıyla yazı hayatına başladı.
EuroNur, Yeni Asya ve Zafer Dergisi ile birlikte pek çok basılı ve internet medya organında yazıları yayınlanan Selim Gündüzalp, pek çok ulusal ve yerel TV ve radyo kanalında programlar yaptı, geniş kitlelere ulaşma imkanı buldu. Yurt içinde ve dışında, sayısız seminer, konferans ve sohbet programları ile okuyucusu ve dinleyicisi ile buluştu.
Hayatı boyunca, yazan, anlatan ve ömrü dava aşkı ile dolu dolu geçen Selim Gündüzalp, 12 Eylül 2017 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi neticesinde 63 yaşında iken aramızdan ayrıldı.
Allah rahmet eylesin…
İlk yorum yapan olun