“Dinin yaşanmadığı bir evde büyüdüm. Ebeveynim san’at, tiyatro ve müzikle ilgileniyordu. Bana dinin saçmalık olduğunu öğretmediler; ama önemli olduğunu da söylemediler. Üniversiteyi bitirdiğimde agnostik hâline geldim; sonunda da ateiste dönüştüm. Bana göre; önemli olan tek şey; kâinatın nasıl çalıştığını anlamaya yönelik bir bilimsel yaklaşımdı. Onun dışındaki her şey hurafe idi. Sonra Tıp eğitimi aldım. Hayat ve ölüme ilişkin hipotetik sorular çok fazla hipotetik görünmüyordu artık. Ölümü bekleyen hastaların yatak uçlarında imanlarının onları böylesine bir fırtına içinde nasıl kaya gibi sağlam tuttuğunu gördüm. Hastalardan birisi bana ‘Sen neye inanıyorsun doktor?’ diye sordu. İşte o zaman dini araştırmaya karar verdim.”
Collins birden ömrünü içinde geçirdiği bilimin bir çok yönden Allah’ın varlığına işaret ettiğini fark etti.
“Big Bang! Kâinatın hiçlikten başladığı gerçeği. Bu inanılmaz tekillikten, kâinat varolmuştu ve o zamandan bu yana da genişliyordu. Bunun bir açıklaması olmalıydı. Tabiatın kendisini yaratmadığını gözlemlediğimize göre, nereden gelmişti tabiat? Eğer Yaratıcının tabiatın parçası olmadığı sonucuna varmazsanız, problemi çözemezsiniz. Eğer yaratıcının zamanın dışında olduğunu anlamazsınız, problemi çözemezsiniz.”
Bu araştırmalar onu hem mükemmel bir matematikçi, hem mükemmel bir fizikçi olması gereken bir Yaratıcıya götürdü. Artık gördüğü her şey nefes kesici geliyordu. Sonra İnsan Genomu Projesinin yöneticisi oldu. 3,1 milyon insan genomu harfini okuyan bilim adamları heyetini yönetti. Artık “tüm canlıların bilgi molekülü” olan DNA’nın “Allah’ın dili” olduğunu, bedenlerimiz ve taibatın geri kalan kısmının mükemmelliği ve karmaşıklığının “Allah’ın planının bir yansıması olduğunu” görebiliyordu.
“Ancak akıl tek başına Allah’ın varlığını kanıtlayamaz. İman, muhakeme etmek artı vahiydir. Ve vahiy kısmı yalnızca akıl ile değil, aynı zamanda gönülle düşünmeyi gerektirir.”
Bilim ve imanın birbirini tamamlayan hakikatleri arasındaki muhteşem uyumu o zaman fark etti. Meselâ insanoğlunun kâinata biraz erken gelse yerçekiminin fazlalığı yüzünden bir milyar parçaya bölüneceğini gördü. Bir çok unsurun aynı anda ve belli şekilde harekete geçmesiyle bu mükemmel denge kurulabilirdi. Bütün bunları keşfetmeye başladığında 27 yaşındaydı. Şimdi 59 yaşında. Artık bilimin cevap veremediği soruların cevabının dinde olduğunu biliyor: Öldükten sonra ne olacak? Niye buradayız? Artık bilim ile imanın ‘bilme’nin iki ayrı yüzü olduğunu biliyor. Bilim “nasıl” sorularına cevap verirken, din “neden” sorularına cevap veriyordu. “Eğer hem bilimi hem de dini kullanırsanız, Allah’ın bize verdiği her iki kitabı da—hem Allah’ın kelâmını içeren kitapları, hem de fiillerini içeren kitabı, yani tabiatı—okursunuz.”
Bu sözler size ne kadar tanıdık geliyor değil mi? O, kâinat kitabını okuyarak Allah’ı ve yaratılış sırlarını keşfedebilen, iman nurunu bulabilen bir talihli kul. Hakiki İsevîlerden. Peki bizler onun yıllar sonra gelebildiği noktayı, hazır bulmuş olmanın kıymetini biliyor muyuz? Rabbimiz böyle kalp gözü kapanmamış bilim adamlarının sayısını arttırsın.
Benzer konuda makaleler:
- Bir bilim adamı tipolojisi olarak Hawking ve zavallı inancı
- Kâinatı ayakta tutan sır
- Bir Sevgili geldi…
- Peygamber öğretilerinin muhteşem meyveleri
- Felsefeci ve Şems
- Ne büyük bir şeref senin (ASM) ümmetin olabilmek!
- Sözlerimiz ve sorumluluğumuz
- Zikir ve Fikir Kitabı
- Kur’ân kâinatı okuyor
- Sanattaki güzellik ve mükemmellik
İlk yorum yapan olun