Buğday Tanesi Kadar Bir Çekirdek ve Koca Çam Ağacı

“Çünkü, nihayetsiz, kuvvetinden fazla yükleri kaldırır ve buğday tanesi kadar bir çekirdeğin koca bir çam ağacı gibi bir yükü omuzuna alması gibi…”

Zerrelerin “Bismillah” demesini ya da öyle diyor olduklarını kabul etmenin temel gerekçesi, kendilerinden beklenen işlerden çok fazlasını yapmaları, hatta sonsuz kudret gerektirecek işler ortaya koymaları şeklinde izah edilmişti. Zerre her şeyin yapılmasında görev alır. Çok küçük zaman dilimlerinde, varlık ve yokluğu adeta üst üste, eşitlenmiş olduğu anlarda, yani sonsuz sayıda levhalarda görev alır. Çok küçük zaman dilimi dediğimiz birimlerle bir saniye bile sonsuza bölünebilir. Çünkü bahsedilen küçüklük ve birimler sıfıra çok yaklaşmakta belki de sıfırlaşmakta. Her şeyin sıfıra bölümünün sonsuz olması herkesin bildiği bir matematik kaidesidir. Sıfır birimlerle yapılan her şey sonsuz kudreti gerekli kılar. Kudret-i Ezeliye`ye nisbeten her şey, her birim sıfırdır.

Zerre ise, zaman ve mekanda sıfıra en yakın olan, katı anlamıyla varlığın adeta silindiği yerdir. Belki de bu yüzden parçaların birleşerek bütünü teşkil ettiği, damlaların göl olduğu, tedrici ve sürekli geçişlerin olduğu makro alemin, gördüğümüz alemin kuralları bu alemde geçerli değildir. Mesela, nötrino ile ilgili Dr. Drasko Jovanoviç’in ilginç değerlendirmeleri arasında, bu partiküllerin yüksüz olmalarının tek enteresan yönleri olmadığı, aynı zamanda kütlesiz, boyutsuz olmalarının çok ilginç olduğu yer almaktadır. Fizikçiler, bu türden partiküllerin hiç bir boyutu olmadığını ifade için, “pointlike” (nokta gibi) terimini kullanılmaktadırlar. Nötrinolar, o kadar kendi özelliklerini geri çekmiş, adeta yokluğa yakın hale gelmişlerdir ki, güneşteki nükleer reaksiyonlar sonucu çok sayıda üretilirler, çok fazla miktarda dünyaya sağnak sağnak gelirler; bitkiler, hayvanlar, insanlar ve bütün dünyanın içinden en ufak bir zarar vermeden ve kendilerini hissettirmeden geçerler. Bu varlık ve yokluk arası hallerindendir ki, sürekli bombardımanlarına maruz kaldığımız nötrinoları bizler hissetmeyiz.

CERN’de genel direktörlük yapmış olan Dr. Rubbia’nın da “Bizler günlük yaşantının çok uzağındaki şeylerle uğraşıyoruz.” şeklinde ifade ettiği gibi, Hilbert Uzayları, Belirsizlik Prensipleri, on bir boyutta uzaylar gibi, konunun uzmanı olan fizikçilerin bile anlamakta, kavramakta zorlandıkları pek çok hal, zerrelerin akıl almaz faaliyetlerinin bir tezahürüdür. Ya da bizim ölçülerimize uygun hale geldikten sonra gözlenmesidir. Bu alemde gerçek, gözlemciyle şekillenmekte, gözlemci ile gözlenenin net ayrımının yapılmadığı bir ortam gündeme gelmektedir. Pek çok farklı evrenin var olduğu ifade edilmektedir. Bu tarz bir yaklaşım ise “şuurluluğu” kainatın merkezi, temel özelliği haline getirmektedir. Bu da modern fiziğin Doğu mistisizmini desteklediğini öne sürenlerin en temel dayanağıdır. Mistisizmden uzak bir teorik fizikçi olmasına rağmen Freman Dyson, bu manzaranın cazibesini şöyle dile getirmektedir: “Aklın ve şuurun özelliklerini anlamadıkça Quantum mekaniğine, derinliğine nüfuz etmeniz mümkün değildir.” Bu yorumun önerdiği önemli bir yaklaşım, İngiliz fizikçi David Bohm`un, bilim adamlarının asırlardır moda halinde yöneldikleri kainatı, ince analiz edilebilir parçalara ayırma arzusunun antidotu olarak ortaya koymasıdır.

“Wholeness and the Implicate Order” (Bütünlük ve İşaretleri Gözlenen Düzen) isimli kitabında: “Eğer, insanlar kainatı bağımsız parçalardan oluşmuş olarak düşünüyorlarsa” diyor, “bu, aklını yürütüp zihnin işleyişini oturtmaya meyilli olduğu zemin olacaktır.” Ancak gözlemci ve gözlenen arasındaki bariyeri kaldırırsa ve her şeyi bütün içinde uyumlu ve harmonik bir şekilde ifade edebilirse—ki, bütünün tamamı bölünmez, parçalanmaz ve sınırsızdır—akıl da aynı yolda hareket edecektir.

CERN fizikçisi John Bell, bu durumu farklı bir şekilde ortaya koymaktadır: “Bilinen en temel gerçek şuurluluktur. ‘Düşünüyorum, öyleyse varım.’ Bazı yönlerden bilimin kuralları da bu gerçekle iş birliği içinde olmalıdır.”

Zerrenin, bütün içindeki bu konumu, bulunduğu halin gereğini yerine getirmek için bütüne hakim olmayı gerekli kılmaktadır. Bediüzzaman’ın Sözler isimli eserinin Lemaat kısmında dediği gibi; “Kainatı elinde tutamayan, zerreyi halk edemez. / Tesbih gibi nazm eyleyip kaldıracak arzımızı, şümüsu, nücumu, hasra gelmez.. / Şu fezanın başına, hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse malik olmaz.. / Dünyada hiç bir şeyde dava-yı halk, iddia-yı icad edemez.”

Yani, hesapsız, sonsuz yıldızlar, gezegenler sistemini ve dünyamızı tespih taneleri gibi yan yana dizebilecek, uzay boşluğunun içinde istediği gibi yerleştirebilecek kudrette bir ele sahip olmayan kimse, hiçbir şeyde yaratma dava edemez ve icad ettiğini iddia edemez. Bu, maddenin en küçük hali olarak kabul edilen zerre için de ve en önemsiz gördüğümüz fiiller içinde geçerlidir.

Hal böyle iken Big Bang {Büyük Patlama) adı verilen ve kainatın başlangıçta nasıl oluştuğunu izaha yönelik teoride, çoğunlukla kabul edilen bir “ilk atom”un ve diğerlerinin durumunu tekrar gözden geçirme, yeniden anlama ihtiyacı doğmaktadır. Bu atomun içinde var olan büyük enerjinin, patlama ile açığa çıkması sonucu, 15 milyar yıldır genişleyen varlık alemini netice verdiği düşünülmektedir. Oysa, kainatta hesapsız varlık çeşidi bazen genişleyip bazen küçülmekte, çekme-itme, büzülme-genişleme, uzama-kısalma gibi çok farklı işleyişler cereyan etmektedir. İşleyiş bir patlamanın neticesi ile ortaya çıkabilecek kadar basit ve tek yönlü değildir. Sayısı belirsiz işleyişler, milyarlarca tür her an zuhura gelen farklı fiiller bir patlamanın ardından oluşan çok büyük bir enerji ve bunun yol açtığı genişlemeyle nasıl izah edilebilir! Kaldı ki, o ilk atomun, o derece büyük miktarda enerjiyi içine sıkıştırılmış vaziyette nasıl var olduğu da cevap verilmemiş ayrı bir sorudur.

Geçmiş ve hali hazırdaki tüm fiillerde, her türlü işleyişte sonsuz bir ilim, nihayetsiz bir kudret, hesaba gelmez bir servet ve akıl almaz incelikte bir vukufiyet lazımdır. Bütün bunlar bir zerrede olamayacağına göre Allah namına, O`nun izni ve kudreti ile hareket etmeyen bir zerrenin bildiğimiz şekli ile zerre olabilmesi, kendisi ile bağlantılı halleri netice verebilmesi mümkün değildir. Bu da, herkesin bildiği ve anlamakta güçlük çekmeyeceği makro bir örnekle anlatılır. Makro alemde, buğday tanesi kadar bir çekirdeğin koca çam ağacını omzunda taşıyor olduğu izlenimini uyandıran bir hal gözlenmektedir. Oysa bir çekirdek büyüklüğünün ağacı taşıyacak güçte olabilmesi, makro alemin kuralları ile hiç uyuşmamaktadır. Şu durumda “ilk atom” denen zerrenin kainat gibi bir ağacı netice verebilmesi hiç mümkün değildir. Üstelik her anda her bir zerre, bütün zerrelerin yerine geçebilecek potansiyeli göstermektedir. Kudret kaleminin ucu yaklaşımı ile baktığımızda bir zerre bütün kainatı ifade edebilmekteydi. Belki de ifade ediyor. Big Bang`ı belki yaşamadık, yaşamamızda çok mümkün gözükmüyor. Ancak her bir zerrede Big Bang potansiyeli gözleniyor. Bütün kainatı netice verecek şevk, ızdırar ve istidat onda var gibi bir hal sergiliyor. Bu istidadı zerreye vermek varlık meyvelerini ondan bilmek ne mümkün! Her bir zerrede ve “ilk atom”daki bu iştiyak, “Büyük Patlama” diye ifade edilen şevk, On Birinci Söz’de ifade edilen “Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrı”ndan kaynaklanıyor olmalıdır. Bu yönüyle “ilk atom”, her bir zerre ve bütün mahlukat aynı potansiyele sahiptir ve aynı noktada tevhit olurlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*