Olayın bizim ölçüler dünyamıza daha yakın idraki için, Kur’an’ın ve onun bu asırdaki tefsiri olan Risale-i Nur’un yöntemini örnek alarak, şöyle bir teşbih içinde bu durumu anlamaya çalışabiliriz: Bir baba güzel bir kol saatini geçici olarak çocuğunun koluna takmış olsun ve sonra çocuğun bunu muhafaza edemeyeceğini kendisine izah etsin. Sonra, “sana verdiğim bu saati, senin adına ben takıp, koruyayım. Bu saati bana sat.” desin. Baba-oğul ilişkisinin sıcaklığı içinde bir tür çocuğunu sevindirmek, ona kişilik kazandırmak, ona değer verdiğini hissettirmekten ibaret bir alış-veriş olan bu durumu Kainat Sultanı’nın teklif ettiği ticaretle aynı konumda algılamak gerekecektir. Çocuğun böyle bir alış-veriş talebine karşılık vermemesi, ancak cehaletinin, babasının, kendisinin ve alış-verişin anlamlarını idrak edecek düzeyde olmayışının bir sonucu olabilir. Bu durum, genel insanlık ölçüleri içinde, insanlık vicdanında kabul görmeyecek çirkin bir haldir.
Kendine ait zannettiği benlik ve onunla bağlantılı mal, mülk ve evlatlar Sultan-ı Ezel’in insanlara emanetidir. Daha büyük alemlere namzet kılmak için sahiplik hissi çerçevesinde yaşattığı esma-i İlahiyeye bir zemindir. Bu da imtihanın merkezi noktasını teşkil etmektedir. Ya nefis fir’avunlaşır ve Yaratıcı karşısında ve konumunun farkında olmaksızın diklenerek farazi bir satışı bile kabullenemez, ya da her şey O’ndandır ve O’nundur deyip, O’nun arzusu ve rızası doğrultusunda kullanmayı büyük bir iltifat ve saadet bilip, memnuniyetle sahip olduğunu zannettiği şeyleri asıl sahibine iade eder. En azından, bu doğrultudaki kabulünü kemal-i rıza ile ortaya koyar.
İnsanlık tarihinde bu imtihanın en çetin yaşandığı nokta, -belki zirve noktası- Hz. İbrahim (a.s.) ile Hz. İsmail (a.s.)’in yaşadıkları olmalıdır. Yaratıcı’nın o doğrultuda bir emri ya da arzusu olduğunu anladıktan sonra evladını dahi feda edebilmek ve aynı ruh haliyle en önemli varlığı olan canını ortaya koyabilmek akıl almaz bir kulluk ve insanlık seviyesi olmalıdır. Bu imtihanın zorluğunu ve hakkıyla geçebilmenin önemini, kendimizi bu zatların yerine koyduğumuzda, bir nebzecik idrak edebiliyoruz.
Mekke, Medine, Mina, Arafat gibi beldeler insanlığın bu türden imtihanlara topyekün muhatap olduğu zeminler olmalıdır. İnsanlık tarihinde manevi çekirdeklerin yeşerdiği bir bütün olarak insanlığın Yaratıcı’larına olan kulluk vazifelerinin şekillendirildiği, en zirvede imtihanların yaşandığı yerlerdir. Tüm insanların, özellikle de Müslümanların hayatında çok önemli yeri ve anlamı olan beldelerdir. Hz. Adem’den (a.s.) bu yana yaşanan nübüvvet ve insanlık tarihinin sindiği, buram buram risalet kokan beldelerdir. Kainat Sultanı’nın azamet-i kibriyası ve rububiyet-i mutlakasını en zirvede ve resuller, nebiler vasıtası ile hissettirdiği bu beldelerde gezen ruhlar, ancak “Allahuekber”ler ile teskin olur, kalpler “lebbeyk”ler ile Yaratan’a yönelerek mutmain olur.
Hac ve Kurban gibi ibadetler bir yönüyle insanlık tarihini yeniden yaşanmak, topyekün insanlık olarak ve Şecere-i Muhammediye (a.s.m.) ruhu ile Halık-ı Kerim’e muhatap olmaktır. Adeta Hz. Adem’den (a.s.) bu yana insanlık tarihi, önemli yönleri ile tekrar ve bütün inananlar tarafından ve insanlığın kolektif şuuru içinde yaşanır. Hepimizin ruhunda Hz. Adem (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmail (a.s.) ve Hz. Muhammed’den (a.s.m.) izler var olmalıdır. Kesilen kurbanlar, yapılan sayler ve tavaflar, tekbirler ve tahmidler bu izlerin tekrar belirginleştirilmesi, bütün bu mukaddes şahsiyetlerle irtibatımızın yenilenmesi ve günlük yaşantının ruhumuzda oluşturduğu toz ve kirlerin temizlenmesidir. Bir anlamda asla dönüştür. Mülkün katılığından ve kesrette boğulmaktan kurtulup, misal, gayb ve uhrevi alemler gibi farklı alemlerle irtibatımızın tekrar farkına varmaktır. Kurban olmak, sevdiklerini O’nun yolunda gözden çıkarmak, O’nun için mal, mülk ve evlattan geçebilmek aslında O’na yaklaşmak Rahman-ı Rahim’e yakınlaşmaktır. Hiçlikte sonsuzluğu idrak etmek, benliği ve tabiatın yok edilmesi ile O’nu zirvede hissetmektir. O’nun malını O’na iade etmekle, O’nun bize müşteri olmasının verdiği sonsuz şeref ve muhteşem iltifatın hazzını yaşamaktır.
Bu anlamda insan ile kainat arasında da bir bütünlük yaşanır. Çünkü kainat bütün zerreleri ile aynı hakikati yaşamakta, sanki aynı iltifata mazhariyet için çok küçük zaman dilimlerinde, zamanın varlık ve yokluğunun üst üste bineceği küçüklüklerinde her an fenaya ve zevale maruz kalmaktadır. Sanki Yaratıcı’yı tahdis, tahmid ve tekbir için her an bütün alem yok olmakta, bir anlamda kurban olmaktadır. Bu zerreler adince kurban oluşun karşılığı, anında yaratılan yeni bir alem ve nihayetinde ebedi bir alemdir. Milyarlarca yıldır kurban olan zerrelerin asıl hayata mazhariyeti yaşayacakları Kur’an’ın bir müjdesidir.
Kurban Bayramı bir yönüyle insanlığın birliği, bir yönüyle de bütün alemin zerrelerinden gezegenlerine ve galaksilerine kadar tevhid halidir. Ortak sıfatımız olan “mahluk” oluşu, bir bütün olarak hissetmek ve Sultan-ı Kainat karşısında hiçliğimizi, yokluğumuzu birlikte idrak etmektir. O’nun azamet ve kibriyası karşısında yok olmak, “hiç” olmak ve kurban olmaklığımızı topyekün yaşamaktır. Rububiyet-i mutlakı alemle birlikte hissettiğimiz, her şeyin O’nun için, O’nun yolunda, O’nun isteği ile var ya da yok olması gerektiğini, bu yoklukla gerçek varlığı bulacağını hissettiğimiz haldir.
Rabb-i Rahim bu bayramda kainatla ve zerrelerle, bütün insanlıkla ve nübüvvet yolunun parlak yıldızlarıyla birlik şuurunu hissetmeyi, topyekün Yaratan’a kurban olmakla yakınlaşmayı hepimize nasip etsin. Ancak “Allahuekber!”ler ile teskin olabilecek bir vecd halini alemin zembereği Kabe’de manevi hasat mevsimi hacda yaşayanlarla ortak bir ruh ile ve bütün kainatla birlikte hissetmeyi her birimize nasip etsin. Amin!
Benzer konuda makaleler:
- Temel Hedef “Bir´´leştirmek
- İnce ince mânâlar ve yaşamak…
- Bütün, Örneklerde Özetlenmiştir
- Ramazan
- Kurban olsun
- Hawking’in çözemediği sır: Kadın
- Şems-i Ezeli ve Renkler
- Tebessüm
- Kitab-ı Kainat
- Kurban bir imtihandır
İlk yorum yapan olun