Buz gibi sular ne güzel çağlar

Image
Su, bu! Hayatlar ona muhtaç. Cenâb-ı Hak suları, rahmetiyle inzâl etmiş dünyaya. Kimi deniz, kimi nehir, kimi çay; kimisi de, yükseklerden enginlere dökülürken hâl diliyle söyler “Hay!”.

Su, bu!

Kaynağından ayrılınca kabına sığmaz oluyor. Coşuyor, koşuyor, taşıyor; yatağına sığmıyor. Taşlara çarparak paramparça oluşuna bakmadan. Onun için o durum, hürriyet yelpazesi.

 

Sessiz, sakin akar iken kimse farkında değil. Hareket başlayınca, damlalar çağlayınca, yani şelâleye dönüşünce hemen gözler görüyor, hem gönüller seziyor, süzüyor; beyne kadar sızıyor.

O çırpınış, o çarpılış, o savruluş zerre zerre haz veriyor insana.

Zâten, hayat da bir hareket, bir faaliyet değil mi?

Sular gibi, durgunlaşan insanda duran, durdurulan hareket ıztıraba dönmez mi, heyecanı sönmez mi?

Bediüzzaman: “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider”1 demiyor mu? Yani, durdurulan faaliyet istirahat adında da olsa, işkenceye dönüşür. Çünkü, lâtifeler işlerini paydos etmiş durumda. Bedenle barışık değil. Hayattaki hareket onda yer almayınca, o andaki görüntü, mevte benzer âdeta.

Suyu şelâle yapan, yüksekten dökülüşü. Taşların aşkettiği birkaç sille ne olur? Neticede, kanatlar açılıyor, etrafa saçılıyor gönlünce; mutluluğa uçuyor. Mavinin her tonuyla kucaklaşmış, baksana! Çevresinde yeşil renkten dantela; mest edici manzara!

Kuşların cıvıltısı, suların şırıltısı, bir ilâhî senfoni. Ressamların tahayyülü bunu ihata etmez. Kana kana, doya doya bunu ruhun massetmesi bir mutluluk hâlesi.

Evet…

Yapay bir şelâleden gönle akan duygular…

İster yapay, ister gerçek fark etmez. Gözde gezen enteresan kareler. Kimi büyük, kimi küçük; farkı bu. Asıl madde su olunca, mânâ maksadı bulunca, küçükler, gözlerde büyük olur. Netice:

Fark etmek lâzım, güzel olan şeyleri. Onlarla hemhâl, onlarla yâren, onlara hayran olmak ne güzel. Mahlûkatın, mevcudatın kısacası, zerratın tesbihini fark etmek; hayatını mutluluğa gark etmek, Allah’ın bir ikramı.

Su, bu!

Dağlarda depolanmış billur gibi, buz gibi.

Bedenin hararetine, beşerin tabâbetine en faydalı bir nimet; en şifalı bir ilâç. Risâle-i Nur’da: “Şimdi, bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir”2 deniyor.

Rahman’ın takdiri bu!

Kasd etmiş, halk etmiş; ihsan etmiş Rabbimiz.

Hayatların hepsine “âb-ı hayat” eylemiş.

Şelâle, çağlayarak müsebbihtir Rabbine.

Dilinin döndüğünce…

Dipnotlar:

1- Said Nursî, Lem’alar, 16.

2- Said Nursî, Sözler, 613.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*