Çare Bediüzzaman´da

Risâle-i Nur Enstitüsü tarafından organize edilen III. Ulusal Risâle-i Nur Kongresi, önceki gün Lütfü Kırdar Kongre Sarayı’nda gerçekleştirilen bir panelle neticelendi. “Ahlâk” üst başlığı altında gerçekleştirilen kongrede altmış aydın bir buçuk gün boyunca ahlâkı çeşitli alt başlıklar halinde tartışırken Yazar Ali Bulaç, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Yüksek Fizik Mühendisi Taşkın Tuna da ahlâkın önemini çeşitli açılardan ele aldı ve Bediüzzaman’ın ahlâka bakışını aktardı.

Kongrenin kapanış programı olan panel öncesinde konuşan Yeni Asya Gazetesi İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular, Birinci Meclis döneminde dine sahip çıkılması uyarısında bulunan Said Nursî’nin ikinci hükümette de Avrupalılaşmayı esas alan bir zihniyetin hakim olduğunu ve mukaddes değerlerin tahribine gidildiğini görerek İslâmın ihyası için altı bin sayfalık külliyatı ortaya koyduğunu anlattı. “Bediüzzaman, ‘Dinî meseleleri tahrip edip, dinsizlik tohumlarını ekerseniz, yarın anarşi meyvesini verecektir’ diye ikazda bulunmuştur. Biz bugün bunu yaşıyoruz” diyen Kutlular, bizim ahlâkımızın dinden kaynaklandığını, ahlâkın bozulması ile de metanet ve sadakatın kaybolduğunu belirtti.

“Bediüzzaman bugünü gördüğü için bütün mesaisini imanın tamirine yönlendirmiştir” diyen Kutlular, Risâle-i Nur Kongresinde bu yıl ahlâk konusunu seçmelerinin sebebinin de günümüzdeki ahlâkî yozlaşma ve yaşanan kötülükler olduğunu vurguladı. Kutlular, “Jandarmayla, polisle bu kötülüğü önleyemezsiniz. İçine Allah korkusunu, ahiret inancını yerleştirip, aynı zamanda o insanî ilkeler hatırlatılırsa o insan kendini toparlayacak ve mükemmel toplumun bir ferdi olacaktır. Dünyaya hükmeden Asr-ı Saadet de insanlığa ahlâk ve fazileti göstermiştir. Üstad da, ‘Biz ahlâk-ı İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri cemaatlarla İslâmiyete dahil olacaklardır’ diyor. İnşallah o günleri göreceğiz” sözleriyle konuşmasını sürdürürken Risâle-i Nur okuyanlara düşen vazifenin, Risâle-i Nurları her yönüyle ele almak ve tüm dünyaya ulaştırmak olduğunun altını çizdi.

“BEDİÜZZAMAN YÜRÜYEN KUR’ÂN’DIR”

Protokol dâvetlilerinden Sabri Okur da Mısır’da katıldığı bir açılış programı ve bir panelde Bediüzzaman hakkında dile getirilenleri aktardı. “Arap âleminde Risâle-i Nur’un nasıl hüsn-ü kabul gördüğüne bir derece şahit olduk. Prof. Abdülmelik Halidi, ‘Bediüzzaman benim bir eserim olsun diye meydana çıkmamış. Belki Bediüzzaman sadece kendini Kur’ân’a vermiş. Sadece aklı ve kalbiyle değil, bütün lâtifeleriyle Kur’ân’a müteveccih olmuş, sonra Cenâb-ı Hak Bediüzzaman’a bu eserleri ihsan etmiş. Ve Bediüzzaman Kur’ân’ın her bir âyetinde değil sadece, her bir kelimesinde, her bir harfinde hatta noktalarında dahi çok mânâlar görmüş ve göstermiş’ diye güzel bir konuşma yaptı” diyen Okur, El-Ezher Üniversitesi mezunu Endonezyalı bir gencin de zihnindeki sorulara ancak Risâle-i Nurlarda cevap bulduğunu anlattı.

RİSÂLE-İ NURLAR ÜNİVERSİTELERDE OKUTULMALI

Bediüzzaman Said Nursî’ye hizmet etme bahtiyarlığına erişmiş talebelerinden Mustafa Sungur da III. Ulusal Risâle-i Nur Kongresi’nin o­nur konuklarındandı. “Üstadımızı böyle muhteşem bir cemaatte yad etmenin büyük hazzı içindeyim” diyen Sungur, “Bu yirmibirinci asırda ortaokullarda, liselerde, üniversitelerde dünya fenleri okutuluyor. Üstad Risâle-i Nuru yazarken esma-i hüsnanın ayineleri bakımından bu fenleri de içine alan bir üslûpla iman hakikatlerini ders veriyor. Kâinattaki mevcudat ile öyle bir surette Cenâb-ı Hakkı bildiriyor ki sanki Kur’ân-ı Hakim’in delilleri, esasları Risâleler olarak beyan ediliyor. Öyleyse Risâle-i Nur ortaokullarda, liselerde, üniversitelerde okutulmak lâzımdır. Elhamdülillah sizler gibi daha birçok gençler, imanlı gençler Risâle-i Nuru okuyup inşallah gelecek nesillere güzel bir şekilde aktaracaklardır” şeklinde konuştu.

ORTAK GÖRÜŞ: ÇARE BEDİÜZZAMAN’DA

Masa çalışmalarının sonuç bildirgelerinin özet sunumu ve bir sinevizyon gösterisinin ardından gerçekleştirilen panelin ilk konuşmacısı Ali Bulaç ise, günümüzdeki ahlâkî çözülmeyi gazete kupürlerinden yaptığı alıntılarla gözler önüne serdi. “2005 yılında sekiz trilyonluk ilâç vurgunu yapıldı”, “İslâm Ekonomisti Dr. Ömer Şakra, Müslüman ülkelerin en çok yolsuzluk yapılan ülkeler kategorisine dikkat çekiyor”, “Türkiye’nin dörtte biri kaçak elektrik kullanıyor” gibi haber özetlerini aktararak konuşmasına başlayan Ali Bulaç, “En başta Türkiye olmak üzere, rüşvet, yolsuzluklar, kayıtdışı ekonomi, kanuna karşı hile, iltimas, toplumsal ahlâkımızın bir parçası haline gelmiş” dedi. Çürümüş ve iki yüzlü bir toplumda yaşadığımızı söyleyen Bulaç, “Kamusal alana, yani vitrine çıktığımız zaman hepimiz dinden, imandan, ahlâktan bahsediyoruz. Güzellikten, dürüstlükten bahsediyoruz, fakat herkes kendi ölçeğinde emperyalist, herkes kendi ölçeğinde sömürücü, kendi ölçeğinde ahlâksızlık yapıyor. Benim kanaatime göre burada son derece ciddî bir durum var. Artık bu toplum SOS veriyor” şeklinde konuştu.

AHLÂKî KEMALİN YÖNELİMİ ALLAH’A DÖNÜŞTÜR

Ahlâkî çürümenin dünya genelinde görüldüğünü belirten Bulaç, bu ahlâkî çürümeye, ahlâkî yozlaşmaya yol açan en önemli sebeplerden bir tanesinin aydınlanma ile birlikte, ahlâkın dinden ayrılması olduğunu vurguladı. Aydınlanma sonrasında bilim, siyasete ve ekonominin bağımsızlıklarını ilân ederek dinden uzaklaştığını ve bu üç alanı istikamete yöneltecek bir üst kriterin kabul edilmediğini söyleyen Bulaç, “Yeni bir tefekkür perspektifine ihtiyacımız var. Kastettiğim keşf-i kadimdir. Yani insanın ilahi özüne dönüştür. Enfüsî hakikatini keşfetmesidir. İnsan kendini yeniden idrak etmek zorundadır. Yeni bir ben bilincine sahip olmak zorundadır. Bu marifetünnefstir. Yeni bir varlık tasarrufuna sahip olmamız gerekir. Yani yaratılışın hikmet ve amacını yeniden öğrenmemiz ve bilmemiz gerekir ki bu da âlemin alametleri üzerinde ilim sahibi olmaktır ki bu da marifetülhalktır” dedi. Bulaç, ahlak, halk, huluk ve Hâlık kelimelerinin aynı kökten geldiğine dikkat çekerek, Ahlâklı insanın, Hâlık’ın yarattığı fıtrat üzerine ve yarattıklarıyla bir uyum içerisinde yaşayan insan olması gerektiğini, insanın ahlâkî kemalinin yöneliminin Allah’a dönüş olduğunu dile getirdi.

“Ahlâkın felsefi çerçevesini yeniden tanımlamamız icab ederse, marifetünnefs, marifetülhalk ve marifetullahtır. Bu üç çerçevede yeni bir ahlâk anlayışını geliştirmemiz icab eder” diyen Bulaç, Bediüzzaman Said Nursî’nin, bunun ana nüvelerini bize verdiğini vurguladı.

BEDİÜZZAMAN POZİTİFE VURGU YAPMIŞTIR

Bediüzzaman’ın diğer çağlara nazaran getirdiği farklılıklara ve günümüzün ahlâkî bunalımına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan da, “Bediüzzaman’ın ahlâk kavramına yaklaşımı çok değişik. O direkt kötü ahlâkla mücadele etmemiş, negatifi düzeltmek yerine pozitife vurgu yapmıştır. Eserlerine Nur ismini seçmiş ve karanlıkla mücadele yolunda da ışığı arttırma, nuru arttırma yöntemini seçmiş. Kötü ahlâkla savaşmak yerine iyi ahlâkı çoğaltmaya çalışmış” dedi.

Bediüzzaman’ın ihlâs vurgusunu çok yaptığını da konuşmasında aktaran Tarhan, o­nun şahsını değil, kitapları öne çıkarmasının da kendinden öncekilerden farklı bir özelliği olduğunu söyledi. Tarhan, Bediüzzaman’ın tebliğden ziyade temsili öncelemesi ve İslâmın demokrasiye yakınlığına dikkat çekmesinin de o­nu farklı kılan özelliklerden olduğunu anlattığı konuşmasında, “Mevlânâ çapında dünyaya etki edecek bir kimsenin, Bediüzzaman’ın yanlış tanınması, eksik tanınması Türkiye için bir kayıptır. Sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın o­nun bakış açısına ciddî ihtiyacı vardır” şeklinde konuştu. Tarhan ayrıca, Batı toplumlarındaki ahlâkî çöküntüyü de örneklerle gündeme getirerek, bugün Batıyı örnek alma değil, o­na yardım etme durumunda olduğumuzu vurguladı.

İNSAN OLMAK AHLÂKLI OLMAKTIR

Yüksek Fizik Mühendisi Taşkın Tuna da “İnsan olmanın özelliği ahlâklı olmaktır. Güzel ahlâkın bir özelliği de bilmektir. “Nefsini bilen Rabbini bilir” yüksek sözünün derinlerinde yatan da aslında bu bilgidir. Yüce Allah’ın tüm esma ve sıfatlarının kendi öz varlığındaki tecellilerinden haberdar olmak, farkındalığı üst düzeye çıkarmak demektir” dedi.

Ahlâkın, İslâmın en değişmez ve temel taşı olarak kabul edilebilen tevhid üst başlığı altında bir alt kimlik olarak düşünülebileceğini söyleyen Tuna, “Bediüzzaman da 30. Söz’de, ‘Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-i ilâhiye ile, secaya-yi hasene ile tahalluk etmekle beraber aczini bilip kudret-i ilâhiyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i ilâhiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i ilahiyeye itimat, ihtiyacını görüp gına-i ilahiyeden istimdat, kusurunu görüp aff-i ilahiyeye istiğfar, naksını görüp kemal-i ilahiyeye tesbihhan olmaktır’ sözleriyle ahlâkı en veciz şekilde ifade etmiştir” şeklinde konuştu.

İnsanın ruh denen lâtif bir bileşenden ve anatomik adı verilen atomlardan kurulu olan kesif bir bileşenden oluştuğuna dikkat çeken Tuna, kesif olan bedenin, lâtif olan ruhu esir alması durumunda ahlâkî çürüme ve yozlaşma baş gösterdiğini, önce ferdî, sonra ailevî ve nihayetinde içtimaî kargaşa ortamı tüm sahte aktörleriyle sahneye çıktığını ifade etti. Tuna konuşmasında ayrıca bilimin Allah’ın ilminden bağımsız olmadığını, zaten var olan bilginin bulunmasından ibaret olduğunu vurguladı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*