Cemal Paşa (1872-1922)

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin öne çıkan üç paşasından biri olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa, 6 Mayıs 1872’de Midilli’de doğdu. Asıl adı Ahmed Cemal’dir. Babası, askerî eczacı Mehmed Nesib Bey’dir. 1880’de Kuleli Askeri İdadîsini, 1893’te Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’yi bitirdikten sonra 1895’te Erkan-ı Harbiye tahsilini tamamlayarak yüzbaşı rütbesini aldı. İki sene sonra binbaşı oldu ve kısa bir süre sonra 1906’da Osmanlı Hürriyet Cemiyetine katıldı.

31 Mart Hâdisesi sırasında Anadolu’da görevli olmasına rağmen, İstanbul’a gelerek Hareket Ordusuna katıldı.

1911 yılında Bağdat valiliğine atandı. Bu görevi sırasında, Araplar arasında yayılmaya başlayan milliyetçilik akımıyla mücadele etti. Bâb-ı Âli Baskınıyla Mahmut Şevket Paşanın sadarete getirilmesinden sonra İstanbul Muhafızlığına tayin edildi (1913). Bir taraftan İstanbul’un güvenliğiyle uğraşırken, diğer taraftan da İttihad ve Terakki muhaliflerine karşı sert tedbirler uyguladı. Bu arada cemiyet içindeki gücünü de artıyordu.

İkinci Balkan Savaşı sonrasında Edirne’nin geri alınmasını savunarak, bu teşebbüse karşı çıkanları iknada çok sert davrandı ve Edirne’nin geri alınmasında etkili oldu. 1913 yılında Nâfiâ Nazırlığına getirildi. Aynı yıl mirliva rütbesine terfi etti ve bir sene sonra da Bahriye nazırı oldu. 1914 Haziran’ında Fransa’ya gidip ittifaka girmeyi hükümet adına teklif ettiyse de Fransa, herhangi bir siyasi ittifaka yanaşmayacağını Cemal Paşaya bildirince bu ülkeden ayrıldı. Almanya ile yapılan anlaşmada aktif rolü olmamakla birlikte, ittifak yapma konusunda başka alternatifi kalmayan hükümetin yaptığı bu ittifakı destekledi.

Osmanlı donanmasına bağlı gemilerin Rus limanlarını topa tutmasından sonra meydana gelen kabine ihtilafında, savaşa girilmesini savunanların yanında yer aldı. Savaşın başlamasından sonra Bahriye Nazırlığına ilâveten Dördüncü Ordu Kumandanlığına getirildi. İngilizlere karşı giriştiği iki kanal harekâtında da başarısız oldu ve bundan dolayı hayalcilikle suçlandı.

Arap milliyetçiliğine karşı sert tedbirlere başvurarak, milliyetçilerin liderlerinden on birini 1915’de, yirmi birini de 1916 yılında idam ettirdi. Cemal Paşa, 1915’de Ermenilerin Suriye’ye göç ettirilmesinde önemli bir rol oynadı. Hatta, bu konuda cemiyetin ileri gelenleri ile ters düşmeyi göze almıştır.

İngilizlerin, 1917 yılı sonlarından itibaren geçtikleri karşı saldırıları önlemekte başarısız olunca kabinede eleştiriye uğramış, eleştirilerin şiddetlenmesi üzerine Dördüncü Ordu Komutanlığından istifa ederek İstanbul’a dönmüştür. Bozgundaki rolü ile ilgili olarak parti içinde yargılanmış olmakla beraber suçlu bulunmamıştır. Akabinde Talât Paşa kabinesinin istifasından sonra, cemiyetin ileri gelenleriyle birlikte yurt dışına kaçtı. Berlin, Münih ve İsviçre’ye geçti.

Cemal Paşa, yurt dışına çıktıktan sonra,önceleri Halit Baboviç adına düzenlenmiş bir pasaport ile İsviçre’nin Davos kentinde bir dağ köyüne yerleşmiş, ardından Afganistan’a geçmek için Moskova’ya giderek Çiçerin’le görüşmüştür. Bu girişimini kabul ettirerek, Serdar Ahmet Cemal Han takma adıyla Afganistan’a geçmeyi başarmıştır. Burada da boş durmayıp reformlara öncülük yapmış ve orduyu yeniden düzenlemiştir. İşgalci İngilizler bundan rahatsız olup çalışmalarını engellemek istemişlerse de, Cemal Paşa Afgan- Sovyet anlaşmasını imzalamaya muvaffak olmuştur. Bir ara yeniden Avrupa’ya gitmiş, başarılı faaliyetlerinden dolayı Afgan temsilcisi muamelesi görmüştür.

Avrupa’dan Moskova’ya dönüşünde bu sefer hoş karşılanmamış, TBMM hükümetiyle Moskova Anlaşması’nı imzalayan Bolşevikler, ondan tüm desteklerini çekmişlerdir. Sovyetlerin Ankara ile yakınlaşmaları, Cemal Paşanın Afganistan’daki çalışmalarını olumsuz etkilemiştir. Bu arada, Anadoluya geçmek arzusuyla Ankara’daki yeni hükümetle temasa geçmiştir. Fakat bu arzusuna ulaşamamıştır. 22 Temmuz 1922’de, Ankara’dan cevap almak için geldiği TBMM Tiflis temsilciliğinden çıkarken, yanında bulunan iki yaveri ile birlikte şehid edilmiştir. Kimler tarafından öldürüldükleri hâlâ bilinmeyen Cemal Paşa ve yaverlerinin cenazeleri Erzurum’a getirilerek defnedilmişlerdir.

Bu cinayetin, Talât Paşa ve Said Halim Paşadan sonra Ermeni komiteleri tarafından işlenen cinayetlerin devamı olduğu konusunda iddialar olduğu gibi, Rus gizli servisinin bir suikastı olduğu da söylenmektedir. Rivayete göre, Halil Paşa Cemal Paşaya bu suikastı önceden haber vermiştir. Bu iddiaya dayanılarak Cemal Paşanın, bir Gürcü komitesi tarafından Moskova’nın emriyle öldürüldüğü öne sürülmüştür.

Divân-ı Harbî-i Örfî’nin Kararları

Birinci Dünya Savaşında müttefikleriyle beraber yenik ayrılan Osmanlı Devletinde, İttihatçıların muhalifleri büyük bir karalama kampanyası başlatmış ve haklı-haksız çok sert eleştiriler yapılmıştır. İttihatçıların ileri gelenleri, Divân-ı Harbî-i Örfî adlı bir mahkemede kendileri yurt dışında bulunduklarından, gıyaplarında yargılanmışlardır.

1919 yılında başlayan yargılamada Savcı, iddianamesinde şöyle demektedir “1855, 1877 tarihlerinde yüce İngiltere Devleti, Osmanlı Devleti’nin ülke bütünlüğünü ve yüksek bağımsızlığını iki önemli tehlikeden kurtarmış ve yüce Fransa Devleti de Osmanlı Devleti’ne, küçük yaştan beri işittiğimiz gibi sürekli borç vererek bizim yoksunluk içindeki kuşaklarımızı beslemiş ve geçindirmiştir. Bu iki devletin üstün bilgiye dayanan öğütlerine ve yol göstericiliklerine, bir savaşa girmeme konusundaki aydınlatmalarına aldırmayarak otuz altı bankadan yedi milyon lira borç sağlayamayan ve birçok yıldan beri dünyadaki tarihsel ve güzel eserleri, birçok şehir ve kasabayı, bayındırlıkları yıkmak üzere çalışmış Alman Devletinin vahşi alınyazısına talihlerini bağlamışlardır. Ve nihayet memleketimizi de bu felakete sürüklediler…” (Tevfik Çavdar, İttihat ve Terakki, İstanbul 1994, s. 116)

Çok haksız iddiaların yer aldığı ve bir bakıma haksız sayılacak ithamların yer aldığı bu iddianame, İttihatçıların gerçek mesuliyetinin ortaya çıkarılmasına da mani olmuştur. Savaş başlayıncaya kadar, hem İngilizler hem de Fransızlarla ittifak arayışlarına girilmiş, ancak bir netice alınamamıştır. Hatta İngiltere, daha önceden siparişi yapılıp parası ödenmiş bulunan iki gemimize el koyarak teslim etmemiştir. Fransa’ya gönderilen Cemal Paşaya iltifat edilmediği gibi, ittifak teklifi de dikkate alınmamıştır. Bu konuda Cemal Paşa şu bilgileri vermektedir: “Fransa’ya büyük bir ümitle gitmiştim, büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak döndüm. Bizim için bugün bu dakika, Alman tekliflerini kabulden başka çare kalmamıştır… Teessüfle söylerim ki, Hariciye Nazırı Mösyö Viani, benimle doğrudan doğruya görüşmeye lüzum görmedi. Dışişleri Siyasî İşleri Müdürü Mösyö Margerie’yi benimle mülâkata memur eyledi ve ben bu şekli de kabul ettim.”

Cemal Paşa, Osmanlının değerini takdir etmeyip seviyesiz konuşan, Yunanistan’ın korunmasını ön planda tutan Fransız hariciyeciye; “(…) gelecekte onlardan ümit ettiğiniz menfaatler dolayısıyla Yunanlıları daima desteklemeyi, siyasetin hikmetine uygun kabul ediyorsunuz. Fakat haritayı açıp tetkik edecek olursanız göreceksiniz ki, biz bugün Fransa’ya Yunanistan’dan daha ziyade lazım olacağız” şeklinde ikazda bulunmasına rağmen herhangi bir netice alamamıştır. (Mevlanzâde Rıfat, İttihat ve Terakki İktidarı ve Türkiye İnkılâbının İçyüzü, İstanbul 1993, s. 40-42)

Divân-ı Harbî-i Örfî’de yapılan muhakeme iki ay sürmüş; Talat, Enver, Cemal Paşalarla Dr. Nazım idama mahkum edilmiştir. Mahkemenin, gıyabında idamına karar verdiği Cemal Paşa, “Osmanlı Devletinin vatandaşlarından olan Arapların isyanına sebep olmakla” suçlanmıştır.

Osmanlı Devleti, üzerinde yapılan planlar gereği ittifak teklifleri kabul edilmeyerek, bir bakıma Almanya ile beraber hareket etmek zorunda bırakılmış ve savaşta tarafsız kalma şansı da imkansızlaşmıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*